Prof. Dr. Alev Alatlı; yönetimde gücü meşru hale getirerek kullananlara der ki, “Özel yasalar yaptık, helalle örtüşmesini sağlayamadık.” Anlaşılan o ki toplumun hak ve hukukunu korumak, problemlerini çözmek, onların huzur ve güvenliğini sağlamak için gelenler yaptıkları gayri meşru işlerde üç maymunu oynamak dahil her aracı kullanarak gerçeklerden kaçarlar. Çünkü karakterleri aracı kullanmayı hüner sayarlar. İktidar, güç o kadar baş döndürür ki adalet, hırs, siyasetin emrinde korkutma ve baskı aracı olarak kullanılır. Sorgulanmayan bir hayatı kendi zırhları ile taçlandırırlar.
Her ülkenin siyasal rejimlerinin, adaletten, hürriyetten ayrılıp otoriter bir yapıya dönüştüğü anda düşünürler, sermaye ve her meslekten gruplar, kaderleri olan ülkeyi çoğu mecburiyetten, çoğu da kendi düşüncelerinden terk ederek yaşayacak yer ararlar. Geçmişte ve günümüzde göç olayları incelenirse bunu görmek mümkündür. Kimisi adaleti arar, kimisi yaşayacak yeri. Üzüntüden de sevinçten de bunu görebiliriz. Geçmişte Hitlerden kaçan pek çok bilim insanı ve düşünürler Atatürk’ün kurduğu ülkemize sığınmışlar. İspanya’dan kaçanlar da bizim coğrafyamıza sığınmışlar. Sebebini araştırırsak sonucunu biliriz. Oysa ki ülke yöneticileri kendilerine göre bir sistemi yaştırlar. Akıl, bilim, hukuk hak getire. Bahane o kadar çok ki, tüm değerleri haksız uygulamaları, haklı yapabilmenin araçlarını kullanmak için her türlü gayri meşru işlere tevessül ederler. Yönetimlerin maharetleridir bunlar.
Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığının “19. Yüzyıldan Günümüze Türkiye’de İktidara Müdahaleler ve Darbeler Uluslararası Sempozyumu” kitabında Prof. Dr. Ejder Okumuş dinin, meşrulaştırma gücünü anlatırken dinden destek alma çabaları, din-siyaset, din-askeri güç, din-toplum-siyaset etkileşimleri noktasında önemli konulara değinir. Buna bağlı olarak gayri meşru işlerin gerçekleşmesi ve başarıya ulaşmasında veya engellenmesinde ortaya çıkan yeni siyasal ve toplumsal durumun dinin meşrulaştırma gücünün devreye sokulmasıyla ilgili olarak karşımıza çıkar. Din sosyolojisi, dinin toplumsal boyut ve işlevlerinin tarihte ve günümüzde toplumsal gerçeklikle güçlü bir şekilde tezahür ettiğini bildirmektedir.
Gerçekten de din olumlu veya olumsuzlukları işlevsel boyutları ile birey ve toplum üzerinde çeşitli şekil ve düzlemlerle etkili olmaktadır. Dinin toplumsal boyutları içinde meşrulaştırım boyutu, insanların karşılaştıkları, gördükleri, temasta bulundukları veya içinde yer aldıkları eşya ve olayları anlama, kabul etme ve geçerli görmelerinde, iç ve dış dünyalarında, haklılaştırmalarında, onaylama ve onaylatmalarında devreye girmektedir. Dinin meşrulaştırma gücü birey ve toplumsal hayatta dinin benimsenme ve yaşanma düzeyine göre etkisini göstermektedir. Din toplumsal sistemde birçok tutumu, tutum ve davranışı, olay ve olguyu meşrulaştırma gücüyle etkilemekte, değerlendirmekte, yönlendirmekte, organize etmekte, düzenlemekte, insanlar katında izah etmekte ve haklı kılmaktadır. Tarihi ve toplumsal olarak konuya yaklaşılırsa, denilebilir ki insanlar veya yönetimler yapıp ettiklerini, iyi yaptıkları olduğu gibi, kötü yaptıklarını, adaletlerini olduğu gibi zulümlerini, tevhitlerini olduğu gibi şirklerini ve ani dönüşlerini haklı göstermek, geçerli hale getirmek, onaylatmak için dinin meşrulaştırım boyutu ve gücüne başvurma yoluna gitmişler ve gitmektedirler de. Bu hangi din olursa olsun çok devletlerde darbe yapmada ve darbe olduktan sonra onu toplumda geçerli hale getirmede, hem de darbelerin benimsenmesi veya zıttı, olumlu veya olumsuz halde inandırılması dinin önemli fonksiyonlarla devreye girmesi ve onun meşrulaştırım boyutuna başvurma yolları çözüm aracı olarak kullanılır. Bu durum dünyada çok idarelerde dikta veya normal rejimlerde de uygulama aracıdır. Hemen de Nuh’un yedi emri, Musa’nın on emri, Buda’nın beş emri, kutsal yerlerin gür duası ve sala sesleri devreye girer. Dini meşrulaştırma, meşruiyet kazanan bir toplum düzenine karşı gelmek ise toplumsal açıdan kolay değildir. Çağdaşlık, ilericilik, gericilik, din, din istismarı, dini siyasete alet etme, dini siyasetin üstüne koyama, yolsuzluk, ilahi adalet gibi anahtar kavramlar, kahramanlık naraları, fetih dizileri, marşlar ve ihtiyaç görüldükçe kuran ayetleri okuma, dini referanslara başvurma, dini okullara teşvik, cami açılışları, ul’ul emre itaat, başörtüsü, mevcut düzeni ve yeri koruma ve kurtarma araçlarıdır. Bu normal yönetimlerin başvurduğu gibi diktatörlüklerin de yedek anahtarıdır. Diktatörlerin her zaman başında taç, elinde kılıç yoktur. O bazen kilisede papaz, mabette derviş, bazen büyük bir kurtarıcı, bazen de hayat veren bir fikirdir. Sahte ve kontrollü dervişlerin rüyalarında Peygamber ve liderlerinin buluştuğunu, görevlendirildiği zaman zaman ruhaniyetle anlatırlar. Tabi müşterileri iktisaden köleleşmiş ve akıl ve ilimden yoksun fukaralardır. “Milletimizi bölemeyecekler, kimsenin gücü yetmez, bayrağımızı indiremeyecekler, kimseye yedirmeyeceğiz, hainlerden hesap soracağız, Allah bu millete marş yazdırmasın.” Müthiş bir acemice oynanan filim senaryoları ama her satıcının müşterisi oluyor tabi ki. Düşman yaratmak, zulümle yönetmek, geciken siyasetin adaleti, yanlışı karşısındakine yüklemek maharettir. Oysa ki düşünür İmam Maturidi bilgiyi nesnelerine göre tarif eder. Bunlardan akıl yoluyla bilinenler “akliyat”, his yolu ile bilgiye ulaşmak “hissiyat”, haber yoluyla bilinenlere de “semiyyat” denir. Burada en gerçekçi olanı akıl ile, bilimle bu işlerin gerçeğini bilmekten geçer.
Toplum refahını tehdit eden kutsallarla meşrulaştırma maharetleri, fetvaları, emirleri, cahiliye döneminde de vardı ama şimdi şekil değiştirerek izini sürdürmeye devam ediyor. Aklı, bilimi, hukuku, demokrasiyi reddeden bu alışkanlıklardan yine AKILLA, BİLİMLE, HUKUKLA, DEMOKRASİ ile kurtuluruz. Yoksa dışı seni, içi beni yakar.
Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr
Bu cihan böyle olur gah sana gah bana
Divan Şairi Necati