ABD Başkanı Trump seçim kampanyası sırasında Suriye’deki askerleri geri çekeceği sözünü vermişti. Seçildikten kısa süre sonra savaşan milislere sağlanan ABD yardımını durdurdu. Şimdi seçim vaadinin yerine getiriyor ve Amerikalı askerlerinin çekilmesi emrini verdi. Bu emir aynı zamanda acı bir itiraf anlamına geliyor. Dışardan askeri müdahale yoluyla Suriye’de rejim değişikliği yapmak isteyenlerin kaybettiği, o cephenin lideri tarafından açıkça kabul edilmiş oldu.
ABD liderliğindeki cephe Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, başka bazı Arap ülkeleri, Fransa, İngiltere ve tabii İsrail’den oluşuyordu. Her ülkenin katkısı farklı oldu. Mesela İsrail sık yaptığı gibi, adını ön plana çıkartmadan muhaliflere aktif destek verdi. Körfez ülkeleri finansman sağladı. Türkiye ise cephenin en kritik üyesiydi. Geniş sınırlarını açıp hemen her türlü cihatçı gruba verdiği kapsamlı destek olmasaydı, bu kadar uzun ve yıkıcı bir iç savaş da mümkün olmazdı. Ama AKP iktidarı Şam’da rejim değişikliği amacıyla tam aksi istikamette bir yol izledi.
Bu cephedeki ülkelerin amaçları da uyum içinde değildi. Türkiye ve Katar, Şam’da Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesini arzu ediyordu. Suudi Arabistan buna karşıydı ve İran karşıtı bir yönetim peşindeydi. Amerika ve İsrail, hem Esed’i hem muhalefeti düşman görüyordu. İki düşmanın da birbirini boğazlayıp yok etmeye çalışırken dermansız kalıp yere serilmesini istiyordu. Amerika o nedenle muhalefete ağır silah verilmesini hep engelledi ve onlara ancak savaşı sürdürebilecek kadar destek sağladı. Kısa süre önce İsrail istihbaratı Mossad’ın o dönemdeki başkanı bu rezil tutumu itiraf etti. İsteseydik Esed’in bu savaşta devrilmesini kolayca sağlayabilirdik, bunu yapmayarak hata ettik, çünkü bu işin içinden böylesine güçlü çıkacağını tahmin edemedik diye bir açıklama yaptı.
Kazanan taraf Rusya liderliğinde Suriye, İran ve Lübnan Hizbullah’ı cephesi oldu. 2015 sonbaharında Rusya’nın askeri müdahalesi ve İran’ın karadan sağladığı güçlü destek sonunda, Suriye diktatörü Esed büyük bir zafer kazandı.
Ortadoğu’nun yakın geleceğini derinden etkileyecek bu sonucun arkasında yatan temel nedeni doğru görmek hayati önem taşıyor. İşin uluslararası hukuk tarafı hariç, bir ülkede dışardan askeri müdahaleyle rejim değişikliğini başarmak için iki şart gerekir: İçerde muhalefeti etrafında toparlayan ve mevcut rejim devrilince yerine geçecek bir liderlik odağının bulunması; dışarıda ise etki sahibi ülkeler arasında asgari bir görüş birliğinin olması. Suriye’nin somut durumunda bu iki koşul da mevcut değildi. Savaşın yıkıcı bir şekilde uzamasının ve sonuçta rejim değişikliği cephesinin kaybetmesinin arkasındaki iki temel neden tam olarak bunlardır.
Bunu “Esed rejiminin devrilmesi mümkün değildi” diye okumamak gerekir. Devrilebilirdi. Ama o durumda, her birinin arkasında farklı dış güçlerin durduğu farklı muhalif gruplar arasında daha kanlı bir iktidar savaşı çıkacak, Suriye daha da korkunç bir yıkıma uğrayacaktı.
Bu görüşleri aynı açıklıkta savaşın ilk yıllarında defalarca dile getirdim. Ama ne yazık ki AKP yönetimi, Suriye’nin somut koşullarını dikkate almadan, askeri müdahaleyle rejim değişikliği politikasını benimsedi. O durum karşısında Suriye savaşından en büyük zarar görecek komşu ülkenin Türkiye olacağına da işaret ettim. “Bugün yaşadığımız sorunların çoğunun arkasında Suriye savaşı var” diyen bir AKP hükümeti Başbakan Yardımcısı’nın bir süre önce işaret ettiği gibi, öyle oldu.
Şimdi Amerika’nın asker çekme kararıyla ortaya çıkan yeni durum, geleceğe dönük bir hasar azaltma siyaseti izlemek için Türkiye’ye yeni bir imkan sağlıyor. Bu fırsat nasıl değerlendirilecek, göreceğiz.
Kazananların hedefi
Rusya liderliğindeki direniş cephesi, kolay anlaşılır nedenlerle, Trump’ın asker çekme kararını zafer kutlamaları yerine sakin ve ihtiyatlı şekilde karşıladı. Ancak yoğun bir hazırlık içindeler.
Rusya, Suriye, Irak ve İran arasında ortak bir karargâh oluşturuldu. Suriye savaşı sonrasında Ortadoğu’da yeni bir jeopolitik denge ortaya çıkıyor. Bu dört ülkenin işbirliği yeni bölgesel denklemde kritik ağırlık taşıyacak. Bu arada Amerikan askerlerinin Irak’ı da terk etmesi talepleri Bağdat’ta da ağırlık kazanıyor.
Rusya ve İran arasında, Amerika’nın boşaltacağı alanda egemenliğin Suriye hükümetine devredilmesi konusunda net bir mutabakat var. Bu çerçevede, Rus ve Suriye askerleri, Amerikalıların bulunduğu merkezi kısım hariç Menbiç’e girdi ve onların çekilmesinden sonra Menbiç’in tamamını devralmayı planlıyorlar. Güvenilir dış kaynaklara göre, Amerika’nın çekilmesi sonrasında ilk planda Fırat’ın doğusundaki alanda hava sahasının denetimi Rusya desteği altında Şam yönetimine geçecek. Bu bölgede az miktarda kalan cihatçı Selefi IŞİD militanı, giderek yoğunlaşan Suriye-Irak işbirliği tarafından temizlenecek.
2019 içinde Suriye topraklarının tamamı üzerinde Şam hükümetinin egemenliğinin adım adım kurulması ve ülkenin yeniden inşasına başlanması hedefleniyor.
Rusya bir taraftan da Esed yönetimi ile Kürtler arsında anlaşma sağlamaya ve kısa süre içinde netice almaya çalışıyor. Son asker çekme kararı Amerika’nın güvenilmez ve ne yapacağı öngörülemez bir ortak olduğunu gösterdi. Kürtler açısından daha iyi bir seçenek yok ve görünen o ki bu anlaşma mutlaka sağlanacak. Türkiye sınırlarında denetimi Suriye Arap Ordusu yapacak.
Suriye El Kaide’sini oluşturan Nusra Cephesi, veya yeni adıyla Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), son günlerde İdlip’te Ankara’nın desteklediği pek çok militan grubu silahlarıyla beraber teslim aldı ve vilayetin büyük kısmını ele geçirdi. Nusra lideri Muhammed el Cevlani (Culani) yeni bir İslam Devleti kurmak istiyor ve sonuna kadar savaşmaya hazır. Rusya ve Suriye de İdlip’i temizleme konusunda kararlı. Ancak temkinli ve asgari risk alarak ilerlemek istiyorlar. Koşullar daha erken davranmayı zorlamazsa İdlip’te kapsamlı ve bir harekât için Amerika’nın çekilmesini bekleyebilirler.
Yukarıda özetlediğimiz hedefler gerçekleşirse Şam’daki diktatör Esed, Mart 2011’de iç savaşın başladığı günlere kıyasla siyasi, askeri ve stratejik açıdan daha güçlü bir konuma gelecek. Arkasında iç savaşın dehşetini yaşamış Suriyelilerin çoğunluk desteği, elinde oldukça etkili Rus hava savunma sistemi ve İran’ın hedef hassasiyeti yüksek füzeleri, yanında yukarıda işaret ettiğimiz dörtlü ittifak olacak.
Amerika’nın çekilmesi sonrasında ilk planda Fırat’ın doğusundaki alanda hava sahasının denetimi Rusya desteği altında Şam yönetimine geçecek. Bu bölgede az miktarda kalan cihatçı Selefi IŞİD militanı, giderek yoğunlaşan Suriye-Irak işbirliği tarafından temizlenecek.
Son günlerde bir dizi ülkenin Şam’la diplomatik ilişki aramaya başlaması ve Esed rejiminin Arap Birliği’ne tekrar katılmaya çağrılması gibi gelişmelere bu ihtimal çerçevesinde bakılabilir.
Türkiye’nin durumu
ABD liderliğindeki koalisyonun kaybedeceği anlaşılınca, AKP iktidarı Suriye’deki pozisyonunun değiştirdi ve kendini Rusya liderliğindeki tarafın yanında konumlandırdı. Rusya, İran ve Türkiye’nin yürüttüğü Astana süreci bu şekilde oluştu. Yanlış siyasetin terk edilmesi anlamında bu doğru yönde atılan bir adımdı.
Ancak Rusya ile yakın ilişkilerin başlatılması, Ankara’nın Amerika ve Rusya’yı birbirine karşı kullanması şeklinde ilerledi. Bir ülkenin kendisinden çok daha güçlü iki devletle bu tür ilişkiye girmesi risklidir ve ağır sonuçları olabilir. Bu konuyu biraz daha ayrıntılı bir şekilde, Türkiye’nin genel dış politikasını ele alacağımız bir sonraki yazıda inceleyeceğiz.
Esed rejiminin yıkılmasını önlemek Rusya liderliğindeki cephenin en önemli amacı. Ama Ankara kendini bu cephede konumlandırırken, Suriye’de rejim değişikliği hedefinden vazgeçtiğini gösteren bir çizgi izlemedi. Aksine pek çok şey, AKP iktidarının hala aynı arayışı koruduğuna işaret ediyor. O doğrultuda açık demeçler bile verildi. Fırat Kalkanı harekâtı sırasında en üst düzeyden yapılan “Esad’ı devirmek için Suriye’deyiz” açıklaması gibi.
Bu sözler için sonradan tevil yoluna gidilse bile, başka pek çok şey aksini göstermeye devam ediyor. Mesela Ankara, Esed rejimini askeri yoldan devirme amacını koruyan militan grupları güçlü bir şekilde desteklemeye devam ediyor. Çok sayıda cihatçı milis grubu içinde barındıran Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (UKC) başlıca hamisi AKP iktidarı. UKC sözcüsü Naci Mustafa kısa süre önce Al-Monitor’a verdiği mülakatta şöyle konuşuyordu: “…UKC Esed rejimini İdlip’ten atmak için askeri olarak hazırdır… Devrim, suçlu rejim devrilene kadar sürecektir… Amacımız rejimi devirmek ve suçluları yargılamaktır.”
AKP iktidarının Esed rejimini devirme hedefinden vazgeçmediğini gösteren son gelişme, kısa süre önce kamuoyuna açıklanan Fırat’ın doğusuna dönük askeri harekât planı. Amerikan askerlerinin çekileceği Fırat’ın doğusuna Türk askerlerinin girmesi öngörülüyor.
Bu alan yaklaşık olarak Suriye topraklarının üçte biri ve en uzak noktasının Türkiye sınırına mesafesi 300-350 km. Hedef olarak YPG ve IŞİD militanlarının temizlenmesi gösteriliyor. Ancak bu hedeflere tamamen ulaşılsa bile operasyon bitmeyecek, bölgede bir “istikrar gücü” kurulacak ve Türkiye’nin gözetiminde belediyecilik, sağlık, eğitim, vs. hizmetler verilecek.
Türkiye’nin bu harekâtı tek başına yapması askeri açıdan uygun görülmemiş olmalı ki, Amerika’dan destek isteniyor ve müzakere yapılıyor. Talep edilenler ABD’nin denetlediği hava sahasının açılması, hava bombardımanları dahil ilave hava desteği, ulaşım, istihbarat, lojistik ve diğer askeri yardımları kapsıyor. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un ilk değerlendirmeleri olumlu görünmüyor. Amerikalı bir askeri uzmana göre, böyle bir desteği Suriye’de mevcut 2000 civarındaki ABD askeri sağlayamaz ve asker çekmek yerine asker sayısını artırmak gerekir.
Türkiye’nin kendi sınırında YPG gibi PKK’ya bağlı grupların egemenlik alanları oluşturmasına izin vermemesi, meşru savunma hakkının bir parçası. Ancak mevcut koşullarda bu hedefin diplomatik müzakere yoluyla sağlanması zor görünmüyor. Mesela bu talebi Amerikan askerleri çekildikten sonra bölgede en etkili güç konumuna gelecek Rusya da kabul ediyor.
Ancak her durumda, PKK’ya bağlı unsurların Türkiye’ye dönük tehdidini bertaraf etmek için, Suriye’de 350 km derinliğinde bir harekât herhalde gerekli değil. Bu derin harekâtın amacı olarak IŞİD’le mücadele gösteriliyor.
Ne var ki Fırat’ın doğusunda pek faza IŞİD varlığı kalmadı. Sayıları 1500 civarında tahmin ediliyor ve Fırat’ın Suriye sınırlarını terk ettiği yerde Ebu Kemal ilçesinde 8-10 köyde toplanmış durumdalar. Burası Türkiye’ye en uzak bölge. İlgilenenler, internette bolca yayınlanan haritalardan bu köylerin isimlerini tek tek görebilir.
Türkiye’nin IŞİD’le askeri yoldan mücadele etmesi doğru bir hedef. Ancak o amaçla 1500 kadar militanı bertaraf etmek için 350 km derinliğinde bir askeri harekât yerine, Hatay’ın hemen dibinde İdlip’te yuvalanmış ve çok daha yakın tehdit oluşturan on binlerce El Kaideci (HTŞ) militanla mücadele etmek akla daha uygun olacaktır.
İstikrar gücü bölgede uzun dönem kalmak üzere yerleşecek ve egemen devletin vereceği hizmetleri sağlayacak. Ancak hangi koşullar gerçekleşince geri çekilecek, henüz net olarak ifade edilmiş değil.
Yukarıda özetlenen hususların hepsi beraber dikkate alındığında denebilir ki Fırat’ın doğusu için planlanan askeri harekâtın muhtemel esas hedefi o bölgede Esed rejiminin devrilmesini amaçlayan bir güç alanı oluşturmak.
Fırat’ın doğusunda 350 km derinliğinde bir askeri harekât, hava sahasını kontrol eden gücün onayı olmadan mümkün değil. Rusya’nın tavır değiştirmesi pek olası görünmüyor. Ancak ilk yaklaşımı olumsuz da olsa, Amerika’yla mutabakat sağlanması imkansız değil. Türkiye-Rusya ilişkilerini koparmak, Esed’i zayıf düşürmek ve Suriye’de istikrarsızlığı sürdürmek için Washington bunu hayli uygun bir fırsat olarak görebilir. Şu an için Suriye savaşını uzatacak tek ihtimal bu görünüyor. Amerikan askerlerinin Suriye’de kalmaya devam etmesini gerektirecek bu ihtimal aynı zamanda; AKP iktidarı, Amerika’daki neo-con benzeri fanatik gruplar ve İsrail siyasetinin en aşırı uçları arasında tuhaf bir koalisyon anlamına da gelecek.
Böyle bir harekât Türkiye’nin çıkarları açısından büyük riskler içeriyor. Muhtemel ekonomik, askeri ve stratejik hasarların ayrıntısına girmek istemiyorum. Sadece işaret edebiliriz ki, Washington’da iktidar ilişkilerinin kördüğüme dönüştüğü ve yarın ne yapacağı öngörülmez bir Başkan’ın bulunduğu bir dönemde, sayısız düşmanla dolu geniş bir alanda Amerikan ipine tutunarak büyük bir askeri harekâta girişmek, bu riskleri katlayarak artırıyor. Türkiye’nin hem Batı hem Arap Dünyası ile ilişkilerinin dibe vurduğu da dikkate alınmalı. Kaldı ki biraz uzasa bile, Amerika Suriye’de gidicidir. Amerika’nın Irak ve Suriye fiyaskolarından sonra, Maşrek artık eski Maşrek değildir.
Ortadoğu’nun huzuru ve Türkiye’nin çıkarları Suriye’de savaşın ve kargaşanın devamını değil, bir an önce barışın ve istikrarın kurulmasını gerektiriyor.