“Ol imaret eylemez sen viran olmadıkça”
Yunus Emre
Virüs devam ediyor ya, halen sıkıntısı çok. Yaşam şeklimiz, teknoloji mecburiyetimiz, gelecekle ilgili düşüncemiz, hayallerimiz, çok değişti. Halende değişecek gibi. Birey olmak nasıl bir şeymiş onu öğrendik. Toplumsal dayanışma sevdiklerimizin mutlu günleri, cenazeler, aile sohbetleri başka alanlara kaydı. Çaycıda, çorbacıda, muhtarlıklarla, camide, köyde, kentte, gezide, sporda, üniversitelerde, evde, nargile kafelerinde hep siyaset, rejim, yönetim indirme çıkarma, ne olacak halimiz sözleri toplumsal olmaktan çıktı, evlerde teknolojik imkanlarla kişiler ve gruplar arasında konuşulmaya başlandı.
Elbette bu sürecin etkisi virüs belası ama insanlar demek ki şartlara göre değişime zorunlu olarak alışabiliyorlarmış. Ancak bütün dünyanın çektiği sıkıntıda, bizdeki gibi halen siyasi gündemi devam ettiren ülkeler var mı, sorgulamak lazım? Yani bir ülke o kadar ekonomik sıkıntıya rağmen, sağlık gündemine rağmen halen rejim tartışmaları, darbe söylentileri, rant kaynakları, kamplaşmalar, kutuplaşmalar, had safhada ise bilgi kirliliği, mafya ilişkileri, karanlık odaklar ülkeyi meşgul ediyorsa, o ülke toplumundaki çoğunluğun hasta olduğunu söylemek mümkündür.
Diyelim ki aydın ve düşünürler “Müsademe-i efkardan, Barika-ı hakikat çıkar” sözünün gereği için biz böyleyiz deseler, belki doğrudur diyeceğiz. Ahlaki açıdan da bu normaldir. Bizde bu münakaşalar hakikat üretmiyor. Kavga, kutuplaşma, hapishane tehditleri, işine son vermeler, tarafgirlik, imar tehditleri, güç tehditleri çıkıyor. Akılla ve bilimle, adaletle yapılan işler olsa, umudum olacak diyorum ama bu da mümkün gözükmüyor.
Peki bu olumsuzlukları geçmişte çok devletler yaşamamış mı? Elbette yaşamış. Demokrasi, oligarşi, monarşi, yönetim, yönetilme tartışmaları hep olagelmiş ama bunlardan ders alanlar, sıkıntı yaşayanlar daha iyiye doğru giderek insanca yaşamayı gerektiren yasaları, rejimleri getirmişler veya mevcut yasaları ıslaha gitmişler. Milli gelirleri artmış, her alanda ilerlemiş, gündemleri yeni değişim ve gelişmişliğe odaklı olmuş. Sağlıklı cemiyetlerin görevi, geleceğe odaklanmadır.
Başta gömleğin düğmesini yanlış iliklersen, bu yanlışlık doğruya götürmez. Akıl, bilim, sanat, resim, spor ve müzikle meşgul olmayan bir toplumda zihinler çölleşir, canlılığını kaybeder. Toprağın çölleşmesine çare bulabilirsin ama zihnin çölleşmesine çare zordur.
İşte bu yüzden bunları düşünemeyen bir yönetimle karşı karşıyayız. İnsanlığın ihtiyacı olan adalet, özgürlük, insanca yaşama talebini yerine getiremeyen bir sistemin tartışılması bu nedenle hiç bitmiyor. Hanedanlığın, saltanatın, sultanlığın, otoriterliğin, liyakatsizliğin yeşermesi ve olumsuz neticeleri de bundandır.
Esnaf diyor ki, evde duralım ama çalışanım var, kira ödüyorum. Gariban geçici işçiler, berber, şoför, her kesim güvendiği yöneticisine soruyor; “ne yapacağız, çözüm ne?” Cevap yancı basın ve yöneticilerden geliyor. “Bayrak inmeyecek, ezan susmayacak, ülkeyi böldürmeyiz, küresel güçler ekonomiyi çökertmek istiyor.” Diğer taraftan cüz okuma görüntüleri, minarelerden salalar. Diyorum ki bunlar bizim değerlerimiz, inancımız, aksini isteyen ahlak yoksunudur ama bunları istismar ederek bu numaralarla toplumu aldatmak daha da ahlak zayıflığıdır. Herhalde bunlara bu toplum alıştı bunları görüyor ama yine de aynı filimler oynanıyor. Temel ile Dursun bir kovboy filmine gitmişler. Filimde kovboy bir duvarı geçmek üzere, duvarda bir hayli yüksek. Temel ile Dursun iddiaya girerler, Temel bu duvarı bu kovboy geçecek der. Dursun da aksini iddia eder. Netice olarak Temel iddiayı kaybeder. Dursun, “ya bu duvar çok yüksekti, geçemeyeceği belliydi, niye böyle bir düşünceye kapıldın” diye sorar? Temel “bu filimi ben daha önce beş defa izledim, altıncı seferde bu kovboy akıllanmıştır ve bu duvarı geçer diye düşünmüştüm, fakat yanıldım” der. Herhalde mevcut yönetimde bu milleti böyle zannediyor, aynı oyunları filim gibi sergiliyor.
Abbasi devrinde kuruluş aşamasında pek çok kan akmıştı. Akıtılan kanları, insan katlini bir zafer gibi sunanlara; Cafer bin Yahya “Bu bir maharet değildir, zira o katledilenlerin kanlarından birer intikam ağacı meydana gelir ve istikbalde acı neticeleri ortaya çıkar” demişti. Asıl maharet odur ki mesele idare, Emevilerden, Abbasilere geçse bile yönetilenler kendilerinin başkaları da olsa iktidarı kendi yöneticileri gibi görmeleridir. Asıl siyaset budur. Çünkü adaletli ve tarafsız bir yönetim böyle olur. Daha pek çok örneklerle doludur tarih. Geleceği yaşarken mirasçılarının güzelliklerini yaşatmak gerekebilir. Adaletin bulunmadığı yerlerde herkes suçludur. Yaptıklarınızda mecbur değilsiniz ama mesulsünüz.
Fransız hukukçu ve sosyolog Maurice Duverger “Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar” der. Bu ülkenin kurak bahçesinde, susuz havuzlarında, gübresiz tarlalarında, aydınlık planlarında niçin bunları düşünen fikre sahip yönetim kadroları değil de zihin fukaralarına teslim oluyoruz. Bu ülkede küçük insanların gölgesi, büyük insanları geçiyorsa o ülkede güneş batıyor demektir.
Ülkede iktidar, muhalefet, adı sivil olan kuruluşlar aynı geçmişin kirlilik tuzaklarına düşerek “karşıtlık zemini” üzerine yönetime talip ve bırakmama düzenini benimsiyorlarsa bundan kurtuluşun yolu akıl, bilim, hukuk, demokrasi zemininde cesur insanların Demokratik Değişim Hareketi gibi örgütlenip meşru zeminde milleti uyandırmasıdır.
Karl Popper “Demokrasinin mihenk taşı seçimle gelmek değil, seçimle gitmektir” der. Hira’nın taklitçi Müslümanları, Tanrı Dağı’nın taklitçi temsilcileri, İzmir Marşı’nın taklitçi mirasçıları akıl etmez misiniz; akıl, bilim, hukuk ve demokrasi anlamında biraz bunu düşünerek hareket edin. Çünkü gelecekte bunun mesuliyeti bu millete çok ağır gelebilir.
YAPTIKLARINIZDA MECBUR DEĞİLSİNİZ AMA MESULSÜNÜZ.
Bunu unutmayınız. Ramazan Bayramınızı tebrik ederken ülkemizde Adaletin, Aklın, Demokrasinin, Hukukun hâkim olması gayretini korkmadan, yılmadan, yeşertmeye çalışan insanlarımıza selamlarımı iletiyorum.
Gökyüzü çadırınız
Güneş bayrağınız olsun