İdlib Anlaşması Sorunları Çözmemiştir. Bunun Yerine, Tehditleri ve Riskleri Maliyetlerini Arttıracak Şekilde Ötelemiştir.
Türkiye ve Rusya arasında geçtiğimiz günlerde varılan anlaşmaya göre, İdlib’te çatışma hattının gerisinde 15-20 km’lik bir tampon bölge kurulacaktır. Bu bölgenin, 15 Ekim tarihine kadar silahtan arındırılması planlanıyor. Bu anlaşma, Rusya ve Suriye hükümeti tarafından yapılması planlanan İdlib’e yönelik askeri operasyonu durdurması açısından başarılı bir girişim olarak takdim edilmektedir. Ülkemiz, bu sayede, en azından bir süreliğine, bölgeden gelebilecek mülteci akınına maruz kalmayacaktır. Bununla birlikte, bu operasyonun karşısında yer aldığı takdirde, Türkiye’nin İdlib ve Afrin’deki askerleri büyük bir risk altına girecekti. Varılan anlaşma bu riskleri bertaraf etmesi açısından olumludur. Ancak, bu anlaşmayla Türkiye’nin dış politika ve güvenlik çıkarları daha büyük bir kumarın parçası haline gelmiştir. Görünen o ki, Suriye meselesi, savaşın başından bu yana yapılan zincirleme hataları yineleyerek ve orta vadedeki maliyetleri arttırarak devam etmektedir.
Tampon bölgenin silahtan arındırılma anlaşmasını imzalayarak, Türkiye bölgedeki silahlı grupların vekaletini almış olduğunu ve onlar adına imza attığını kabul etmiş olmaktadır. O halde, Türkiye asıl teminatı Rusya yerine bölgedeki silahlı gruplara vermiş ve onları koruyacağını taahhüt etmiştir. Diğer bir ifadeyle, muhalif grupları merkezi hükümet ve Rusya’nın saldırılarına karşı koruyacağını, bunun karşılığında ise şiddet kullanma tekelinin kendisine devredilmesini istemiştir. Buna Rusya rıza göstermiş olsa da konunun asıl muhatabı İdlib’teki silahlı gruplardır. İlerleyen günlerde, Türkiye bütün enerjisini, bahsi geçen silahlı gurupları silah bırakmak için ikna etmek için harcayacaktır. Bunu kabul etmeyen gruplar ile bizzat çatışmak zorunda kalabilir ve kendisini Suriye savaşının içinde cihatçı gruplarla savaşırken bulabilir. Bu durum, 15 Ekim’e kadar kurulması planlanan tampon bölgenin de gerçekleşmeyeceği senaryoyu doğuracağı için, İdlib operasyonu fiilen başlayabilir ve Türkiye imza attığı anlaşma gereği Rusya ve Şam hükümetiyle birlikte bu operasyonun bir parçası haline gelebilir. Kuşkusuz ki, Türk dış politikasının içinde bulunacağı durum onun ABD ve AB gibi aktörlerle olan ilişkilerini de olumsuz etkileyebilir. Yaşanabilecek olumsuzluk ise, ekonomik ve siyasi maliyetler doğurabilir.
Özetle söylemek gerekir ki, Türkiye kendisini zor bir yükümlülüğün altına sokmuştur. Eğer anlaşma gereği verdiği taahhütleri yerine getiremezse, hem İdlib’teki silahlı gruplara karşı başlaması muhtemel bir operasyonda taraf olmak zorunda kalacaktır, hem de bu tarafgirlik pozisyonu dış politika yapma alanını daraltacaktır. Bununla birlikte, Suriye’den ülkemize yönelik mülteci akınına ve radikal grupların saldırısına açık hale gelecektir. Bu açıdan bakıldığında, İdlib anlaşması sorunları çözmemiştir. Bunun yerine, tehditleri ve riskleri maliyetlerini arttıracak şekilde ötelemiştir.
Sonuç olarak, Ankara Sivil Siyaset Girişimi olarak kamuoyu ile kanaatimizi şu düsturlar çevresinde paylaşmak istiyoruz: “Baştan beri yanlış iliklenen düğme nedeniyle bir türlü bölgesinde adil ve sürdürülebilir bir açılıma öncülük edemeyen hükümet, bu düğmeyi çözüp yeniden ilikleme cesareti göstermeli; dış politika uzmanlarının özgürce düşünce ve kanaatlerini ifade etmelerinin önündeki psikolojik endişeler giderilmeli; teşvik ve cesaret aşılanmalı, dinlenmeli, müzakere edilip ortak aklın en doğru çözümü yakalamasının imkanları oluşturulmalı; derinlikli ve arkası görünür, şeffaf bir dış politika üretip bu sarhoş yürüyüşün önüne geçilmeli; Suriye meselesinin sebep olduğu problemler sarmalından hızlı bir şekilde çıkmak için adil, dürüst, güvenilir, şeffaf bir politik süreç oluşturmalıdır.”