Bugün yaşamakta olduğumuz çok yönlü buhranın temel sebebi içinde yaşadığımız siyasi iklimdir. Bizler coğrafi iklimin sonuçlarını gözlemleyebildiğimiz halde siyasi iklimin sonuçlarını sahip olduğumuz ilim ve hikmet ölçüsünde idrak eder, hisseder ve manalandırırız. İkincisi ancak bir idrak sıçramasıyla mümkün olabilir.
Siyasi iklimin muhtevası ile ilgili olarak müslümanların sık sık başvurduğu ve “nasılsanız öyle idare olunursunuz” diye ifade edilen hadisin sıhhati konusunda son birkaç yıl öncesine kadar bilgi sahibi değildim. Ancak İbn Haldun’un bu söz hakkındaki kanaatlerini okuduğumda kaynağı zayıf hadislerden olduğunu öğrendim ve konuyla ilgili ezberim bozulmuş oldu. Siyaset ilmine merak duyan ve okuyan bir insan olarak mevzuyu yeniden düşünmeye başladım.
İbn-i Haldun yönetim ve toplumun etkileşiminde iktidarların rolünü toplumun mahiyetinden daha baskın görür ve şöyle bir açıklama getirir:
Yönetimler yurtlarının, ülkelerinin sosyal iklimine adalet ve hürriyet aşılayarak gelişmeye ve büyümeye müsait hale getirdiklerinde orada düşünce toprağına atılan her fikir fideye durup, meyve verir hale gelir.
İbnü’l-Arabî, İbni Bâcce, İbni Tufeyl, İbni Rüşd ve tabi ki İbni Haldun gibi çağlarının en büyük alimlerinin Endülüs Emevileri döneminde Berberiler arasından çıkmaları tesadüfle izah edilemez. Hürriyetçi iklimin bereketlendirdiği toprağın fideleridir bunlar. İşte İbni Haldun onun için çağına göre çok ileri sayılabilecek sosyolojik analizler yapabilmiştir.
Bizim gibi liderlerine olduğundan daha fazla anlam ve önem yükleyen Ortadoğu toplumlarında bu durum daha da büyük önem taşır. “İnsanlar hükümdarlarının / sultanlarının dini üzerinedir” darb-ı meseli de bu gerçekliği işaret eder.
Bütün Peygamberler kendilerinden önce gelen Peygamberin getirdiği ahlak / hukuk düzeninin maksadından uzaklaştığı ve toplumsal tefessühün oluştuğu ortamlara gönderilmişlerdir. Aynı durum Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) içinde sözkonusu olmuştur. Arap toplumunda bazı kimselerin kız çocuklarını diri diri toprağa gömebildikleri bir dönemde “ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyerek insanlara yeni bir yön tayin etmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki söz konusu hadisin Emeviler döneminde yaygın bir şekilde uydurulan ve hadis ismi verilen sözlerden biri olma ihtimali oldukça yüksektir. Muhtemelen “siz iyi olmadığınız ya da ancak bu kadar iyi olduğunuz için Allah bizi sizin üzerinize yönetici tayin etti.” görüşünü benimsetmeyi hedeflemektedir
Onu destekleyen şu rivayet de bu düşüncemizi güçlendiriyor:
Emevilerin en zalim Valisi Haccac, kendisine “Hz. Ömer gibi adil olsanız” diye çıkışanlara şu cevabı verir: “Siz Ömer’in döneminde yaşayan Ebu Zer’ler gibi olun. Ben de Ömer gibi olayım.” Yani, “Siz benim gibi zalim birine layıksınız.” demek istemiştir.
Ne yazık ki, diğer dinlerin kitaplarının başına gelen bizde de hadisin başına gelmiş, doğru ve yanlış birbirine karışmıştır. Müslümanların dini hayatlarını Kitaptan çok Peygamberin risaletinin, hadislerinin şekillendirmesi prensip olarak doğru olsa da İslâm toplumları olarak asırlardır yaşadığımız problemlerin kaynağı bu uydurulan hadisler olarak görülse yeridir.
Bu kanaatimin en önemli dayanaklarından birisi yine Emevilerin en koyu zulüm döneminde tevafukların bir araya gelmesiyle Ömer B. Abdülaziz gibi adaletiyle şöhret bulmuş bir halifenin iş başına gelmiş olmasıdır. Ömer B. Abdülaziz’in en önemli özelliği, kendinden önceki halifelerin keyfi, yolsuz siyasetine karşı kendisinden ve yakınlarından başlayarak bir toplumsal arınmayı başlatmasıdır. Peygamberin irtihalinden bir asır sonra dini tecdit etmesidir (yenilemesidir). O güne kadar yapılan tüm hukuksuzlukları ve yolsuzlukları hızla tashih ederek, haksiz iktisapta bulunanlardan istirdat edip hak sahiplerine iade etmiş olmasıdır. Gayri müslimlere uygulanan ağır vergileri kaldırmasıdır. Bu hak ve adalet üzere olan istikamet sayesinde 25 yılda mümkün olabilecek işler 2,5 yılda gerçekleşmiştir.
Demek ki, burada asıl olan baştan hakkı ve adaleti ikame etmeye yönelik sağlam bir niyet ve ona uygun bir siyaset eylemi gerçekleştirmektir. Bu zor değil, aksine kolay bir ameliyedir. Temelde yönetimin bir emanet olduğu, yönetim altındaki herkesin hak ve hukuklarının saygın ve korunmaya değer olduğu şuurunu yitirmemeyi gerektirir.
Yani, sorunumuzun yine kaht-ı rical olduğu açıkça görülüyor.
Osmanlı son dönem sadrazamlarından Said Halim Paşa devletin sonunu getiren en önemli amilin “Osmanlı vüzera (bürokrasi) ve ümera (yönetici sınıf) sınıfının bozulması” olduğunu ifade eder. Kaht-ı rical ifadesi, işte böyle devlet umuru görmüş adam kıtlığının olduğu dönemlerde kullanılan bir sözdür.
Zayıflama ve çürüme sürecine girmiş tüm toplumlarda ortak özellik aynıdır. Bu durumda elde iki alternatif vardır:
Ya bu yanlış, hatalı, hakikate muhalif siyasetin hastalığını teşhis edip ona uygun tedavi geliştirmek yerine kaba bir muayene ile yine yanlış teşhis ve tedavi de ısrarcı olmak ve sonuçta Osmanlı’da olduğu gibi Allah muhafaza ülkenin sonunu hazırlamak ya da ülkede temel problemlerle ilgili inisiyatif alacak erdemli ve ehliyetli bir topluluğun bu kötü gidişatı durdurup ülke kaynaklarını doğru cihete akıtacak kanalları açması ve bir ferahlama, nefes alma ve akabinde ilmin, aklın, evrensel tecrübenin rehberliğinde yeni bir kan tazeleme ameliyesi gerçekleştirmesidir.
Umutsuz olmamakla birlikte kolay olanın nasıl zorlaştırıldığını görüp üzülüyorum. Bu toplum kendi geleceği üzerinde kumar oynamakta bir beis görmemektedir. Büyük çoğunluk sadece kendi ırkının, kendi dindaşlarının, kendi cemaatlerinin geleceğine odaklanarak “o olmadı, bir de şunu deneyelim” veya “bunlar gitsin kim gelirse gelsin” diyerek geleceği üzerinde kumar oynamaya devam ediyor.
Tarihsel tecrübe, erdemli bir siyaseti geliştirme imkanının olabileceğini gösteriyor. Elbette iyi, güzel, hayırlı olana ulaşmak kolay değil. Bu iş engelli bir koşuya benzer. Her atlanan engelden sonra başka bir sınava tabi olunur. Bu yolu niyet, azim, sabır ve kararlılıkla, sürekli bir eylemlilik haliyle yürüyebilmek mümkündür. Başarmak için mücadele etmeye mahkumuz, sonuç alamasak da doğru tutum ve davranış budur.
Siyasi kriz dönemleri bu tür gelişmelere gebedir. Umutların tükendiği, rahmetin kesildiği anlar yeni bir doğuşun müjdelerini içinde barındırır. İnşaallah.