Son günlerde sıklıkla şahit olduğumuz vahşet, cinnet, taciz haberlerini basit maddi delillerle açıklayabiliriz ama bu deliller olaylara anlam verip yorumlayabilmemiz için yeterli değildir. Bunun için ülkemizin son on yılında yapılanlara odaklanmamız gerekiyor. Çünkü Allah dilemedikçe varlık aleminin yasalarında hiçbir değişiklik olmaz, aynı sebeplerin aynı sonuçları doğurduğuna şahitlik etmeye devam ederiz.
Allah ‘Benim yasalarımda (sünnetullah) bir değişiklik göremezsiniz’ diyor. Bu durumda varlık alemine yerleştirilmiş bu yasalar yokmuş gibi davranırsak kendi benliğimizi, kimliğimizi inkar etmiş oluruz.
Biz bu yasaları nereden öğreniyoruz?
Tabii ki Allah’ın kitabından.
Peki Allah’a iman iddiasında bulunanlar olarak karşılaştığımız hadiseleri izah etmekte dini kaynaklara (vahiy, hadis) müracaat etmemiz onunla yaptığımız mukavelenin bir sonucu değil mi?
Ben elbette iman iddiamla çelişkiye düşmemek için bu soruya evet diye cevap vereceğim. Eğer insana ait bir problemi konuşuyorsak iman iddiamızın bir gereği olarak insanlık macerasını bize kamilen izah eden ve Hz. Muhammed’e (sav) kadar gelen insanlık kesitinden çıkarılacak dersleri, iyi ile kötüyü tefrik edebilme ölçülerini açıklayan dinin hakikatine müracaat etmediğimiz takdirde iddiamız boşa çıkmış olmaz mı? Ülke insanının bugün yaşadığı bunalımı sosyal iklimin bir tezahürü olarak görmüyorsak iman ettiğimiz şaşmaz ölçülerle tenakuza düşmez miyiz?
Bir müslüman hayatta olup biten hiçbir şeyi Allah’tan bağımsız izah edemez, yorumlayamaz. Bu şekilde yapılan açıklamaların hepsi nakısa ile malul olur.
Son on yıldır yaşadıklarımızı Allah’ın bize haber verdiği yasaların mihengine vurduğumuzda esas hakikat bütün çıplaklığıyla önümüze seriliyor, bunların siyasal ve sosyal iklimin hasıl ettiği kaosun, huzursuzluğun, mutsuzluğun bir sonucu olduğu açıkça görülüyor.
İşte Allah’ın ayeti ve onunla ilgili Peygamberin açıklaması:
“Yetim, rüştüne erinceye kadar, onun malına en güzel yolun dışında yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı, tam ve doğru yapın. Biz, herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Hakkında konuştuğunuz kimse, akrabanız bile olsa, yine doğruyu söyleyin. Ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp, anlarsınız.” (En’am:152)
Hz. Peygamber, bu ayette sözü edilen günahların dünyada verilen acil cezaları hakkında şunları ifade buyuruyor: “Bir toplumda, kamu malından hırsızlık ortaya çıkarsa, Allah onların kalplerini korkuyla doldurur (yani dilediği şekilde sebeplerini yaratır ve o ülkede güvenlik duygusunu ortadan kaldırır). Bir toplumda zina yayıldı mı, orada ölümler çoğalır. Bir toplum, ölçü ve tartıyı eksik yapmaya başladı mı, rızıkları kesilir. Bir toplum haktan, adaletten başkasıyla yönetildi mi aralarında kan dökme yaygınlaşır. Bir toplum (Allah’a verdiği) sözü bozdu mu, Allah da üzerlerine düşmanı musallat eder.”
Allah söz konusu ayetiyle, bireysel ve toplumsal hukuk, adil iktisadi düzen, doğruluk, dürüstlük ile ilgili ilkeleri, prensipleri vazettikten sonra insana gücünün üstünde bir mükellefiyet yüklemediğini, dolayısıyla Allah’ın bu emirlerini uygulamakta bir mazeretlerinin bulunmadığını ifade buyurarak kişi ve toplumsal hak ve hukuklarla ilgili bir çerçeve çiziyor.
Rasulullah’ın bu ayeti açıklama babında ifade buyurdukları ve bugünümüzdeki sonuçları:
– Bir toplumda, kamu malından hırsızlık ortaya çıkarsa, Allah onların kalplerini korkuyla doldurur (yani dilediği şekilde sebeplerini yaratır ve o ülkede güvenlik duygusunu ortadan kaldırır).
İşte bugün yaşadıklarımız. Kamunun hak ve hukuklarının ihlal ve suistimal edilmesi sonucu ülkede emniyet / güvenlik önemli derecede ortadan kalkmış durumdadır. Caddelerimiz, sokaklarımız, hatta evlerimiz bile artık güvende değil, her an bir saldırıya ve tecavüze uğrama korku ve endişesindeyiz. Her gün öldürülme ve tecavüz haberleriyle uyanıyoruz.
-Bir toplumda zina yayıldı mı, orada ölümler çoğalır.
Burada zinayı geniş manada anlamak lazım. Son yıllarda sıklıkla şahit olduğumuz kadınlara yönelik cinsel tacizler, ensest ilişkiler, küçük yaştaki kızlarla yapılan nikahlar, kamunun bilgisi dahilinde gerçekleşen gayrimeşru beraberlikler ve bunların sonucunda vuku bulan ölümler. En son Narin ve iki genç kızın feci ölümleri…
– Bir toplum, ölçü ve tartıyı eksik yapmaya başladı mı, rızıkları kesilir.
Burada ifade edilmek istenen husus, iktisadi ilişkilerde haksızlığın, hukuksuzluğun, yolsuzluğun sonucunda kişi hak ve hukuklarının birbirine geçmesidir. Geçerse ne olur? Orada yoksulluk baş gösterir. Bugün iktisadi adaletsizliğin, ölçüsüzlüğün, kuralsızlığın doğurduğu fakirliği, sefaleti bütün sonuçlarıyla yaşamıyor muyuz?
– Bir toplum haktan, adaletten başkasıyla yönetildi mi aralarında kan dökme yaygınlaşır.
On yıldır bu ülke ucube bir tek adam rejimiyle idare edilmektedir. Hukuk siyasetin emrine verilerek keyfi bir düzen inşa edilmiştir. Bunun bir sonucu olarak ülkede mafya çeteleri peyda olmuş, gündüz vakti toplumun gözü önünde cinayetler işlenmektedir. Bu katiller hukuksuz düzenden cesaret alarak şehirlerde terör estirmekten de hiç perva etmemektedirler.
-Bir toplum (Allah’a verdiği) sözü bozdu mu, Allah da üzerlerine düşmanı musallat eder.
Bir insan iman edince Allah’a karşı bir taahhüt altına girer. O’nun belirlediği sınırlar içerisinde yaşayacağına, helal ve haramları gözeteceğine, emirlerine riayet edeceğine dair söz vermiş olur. Allah, bu sözün hilafına hareket eden toplumların düşman saldırısına maruz kalacağını haber veriyor. İç huzursuzluk ve birlik duygusunun kaybolması içeride gücü zayıflatacağı için düşmanlar bunu fırsat bilirler ve o topluma musallat olurlar.
Bugün Türkiye toplumunun yaşadığı derin sosyal, siyasal ve ekonomik kriz geri dönüşü, ıslahı asırları alacak bir dönüşüm sürecinin başladığını ve büyük bir transformasyonun gerçekleşmekte olduğunu haber veriyor. Bu haber, düşünen, akleden insanlar için hüzün ve ıstırap verici…
Hukuksuz düzenin yol açtığı ekonomik yolsuzlukların, suistimallerin, insanlarda ahlaken seviye kaybına yol açtığı açık bir şekilde gözlemleniyor. Kısa sürede elde edilen, hazmedilemeyen ve hakedilmeyen sebepsiz zenginleşmenin yol açtığı ahlaki seviye kaybı da bir başka bahis konusudur.
Çaresizlik durumunda kimin nasıl davranacağını (kendimiz dahil) refah içindeyken bilemeyiz. Gelir dağılımının bozulduğu, fakirlerle zenginlerin hayat standartları arasında uçurumların oluştuğu bir toplumda bir de buna tatmin edilemeyen adalet hissi, hukukun tamamen siyasetin emrine girmesi, bir türlü sağlanamayan eğitimde fırsat eşitliği, eş dost kayırmacılığı gibi birçok toplumsal yaranın eklenmesi sebebiyle özellikle genç nüfusun geleceğe dair güvensizlik, anlam kaybı, öfke, nefret , bir işe yaramamanın verdiği özgüven eksikliği gibi çeşitli olumsuzlukların oluşturduğu duyguların yönetimine girerek nereye savrulacağını düşünmek bile acı vericidir.
İşte yöneticilerimizin ısrarla uyarıldıkları ama maalesef kulak arkası edilen ve son on yıldır hızla sürüklendiğimiz istikamet budur. Arka arkaya maruz kaldığımız korkunç haberleri işittikçe faillere ağız dolusu hakaret etmenin bir işe yarayacağını düşünmek de bizim acizliğimizi ve meseleyi bütünüyle ihata eden bir anlayışa sahip olmadığımızı gösteriyor.
İçinde yaşadığımız, bizim oluşturduğumuz ve bizi oluşturan bu toplum bir çürüme süreci içinde hızla ilerlemektedir. Bu süreci tersine çevirmek için önce ne kadar acı da olsa bu teşhisi kabul etmeliyiz. Hiç kimse kendisinin bu suçlardan beri olduğunu düşünmemeli, işe en temelden ve en basitinden başlayarak ahlaki ilkelere önce kendisi riayet etmeye özen göstermeli, gelecek nesilleri bu çürümenin etkilerinden uzak tutacak sivil toplum girişimlerine elden geldiğince destek olmalı, mevcut durumun en büyük faili olan idarecilerden hesap sormalıdır.
Tabii ki her işte olduğu gibi istinatgahımız yüce yaratıcımızdır. Bazı maddi menfaatlerden vazgeçmek, itibar sandığımız mevkileri reddetmek, alıştığımız konforu terketmek zor da olsa şikayet ettiğimiz korkunç haberlerin duyulmadığı bir toplumu oluşturmak için kendimiz ve yöneticilerimizi buna zorlamak şarttır. Aksi halde acı bir akibet göstere göstere geliyor, hiç değilse gelecek nesiller için bir çaba göstermiş olalım.