1990’lı yılların sonunda dünyada bir global ekonomik kriz yaşanmaktaydı. Türkiye’de bundan etkilenen ülkeler arasındaydı. Ve dolayısıyla IMF kapılarında borç dileniyordu. 500 milyon dolar için günlerce müzakereler yapılıyordu.
Aynı dönemde uzak doğu ülkelerinde de benzer krizler yaşanıyordu. Tayland da bu ülkelerden birisiydi. Ve o günlerde TV’lere yansıyan bir haber:
Tayland’da Budist Rahipler ülkelerinde yaşanan ekonomik kriz ile ilgili olarak bir bağış kampanyası başlatmışlardı. Rahipler, ellerinde bir ağaç dalıyla halkın arasında dolaşarak dolar bağışı çağrısında bulunuyorlardı. Vatandaşlar 5-10 doları getirip dala iliştiriyorlardı ve haberin sonunda ülke genelinde o güne kadar toplanan meblağın 4 milyar dolar olduğu ifade edilmişti. Türkiye’nin 500 milyon dolar için IMF kapılarında dolandığı bir zamanda bu ülkenin halkı hükümetlerine 4 Milyar dolar desteği vermişlerdi.
O gün için söylediğim bugün için de geçerli; eğer bu halk hükümetlerine güvenmiş olsaydı Tayland halkının yaptığının daha fazlasını yapardı. O gün de bugünkü gibi yolsuzluk söylentilerinin ayyuka çıktığı bir dönemdi. Dolayısıyla halk iktidara itimat etmiyordu. Eğer o gün böyle bir kampanya yapılmış olsaydı, mübalağa olmasın herhalde 100 Milyon Dolar’dan daha fazla toplanamazdı.
Aynı durum şimdi için de geçerli. Bu kadar yolsuzluğun, usulsüzlüğün konuşulduğu böyle güvensiz bir iklimde hiç kimse rahatlıkla cebindeki parayı çıkarıp vermez. Bırakınız muhalefet taraftarlarını, iktidar taraftarları bile istenilen desteği vermeyecektir. Çünkü onlar da durumun farkındalar. Muhaliflerden tek farkı şu; “Çalıyorlar ama çalışıyorlar.” modunda durmaları…
Onlar da aslında yolsuzluğun aktif bir şekilde işlediğinin farkındalar. Fakat öyle bir inanca sahipler ki ne akli ve ne de nakli ilimle izah etme imkanı yok. Onlar “tamam bunların da yolsuzluk yaptıklarının farkındayız ama bu bizden olanlar giderse kim gelecek?” gibi ilmi ve ahlaki dayanağı olmayan bir tenakuzu, bir itimatsızlığı yaşıyorlar. İnsanlara duydukları itimatsızlık, bir merhale sonra -haşa- Allah’a karşı bir itimatsızlığa kadar inkılap ediyor. Bu kadar tehlikeli bir pozisyon.
Halbuki madem ki Allah’a iman ediyorsun, o zaman size düşen en önemli görev, onlara “yasalara, etik değerlere uygun olmayan söz ve fiillerden vazgeçin” uyarısı yapmanızdır. Bu tavır, Allah’ın hoşnut kalacağı bir durumdur. Böyle yaparsanız, Allah sizi hiç ummadığınız cihetlerden nimetlendirir. Başınıza yönetici olarak daha iyilerinin gelmesinin yollarını açar. Bunu yapmayarak, “bunlar giderse halimiz nice olur?” gibi bir endişe Allah’a itimatsızlıktır. Başka türlü tevil etme imkanı yok.
Bakın, onlar da zaten kendilerine güvenmedikleri için halkı parasal bir fedakarlığa davet etmeye cesaret edemiyorlar. Ancak emri vaki yaparak, “Nimette beraber olduğumuz gibi külfette de beraber olacağız” diyorlar. Halkın, kendilerine olan güvensizlikleri nedeniyle gönüllü olarak destek vermeyeceklerinin farkında oldukları için icbarı yöntemle kaynaktan kesiyorlar.
Peki, bununla ülke iflah olur mu?
Eğer Allah’ın sünneti konusunda bir yanılmam sözkonusu değilse, asla! Tam aksi daha da kötüye doğru gider.