Tarih tecrübelerle ilerler. Tecrübelerden ders çıkarmak, geleceğe projeksiyon olarak yansıtmak ise ancak hikmetle akledebilen, vicdanı ile tartabilen bireyler ve toplumlar için mümkündür. Geçmiş tecrübeden ders çıkartamayan toplumlar eskiyi tekraren yaşamaya devam ederler.
Türkiye siyaseti olumsuz bir iklimin tesiri altında gelişti ve sık sık yol kazalarına maruz kaldı. Yerel değerlerden arındırılmış, toplumun uzun yıllar içinde oluşan ruhundan koparılmış, tanınamaz hale getirilmiş bir siyasal kültürün tesiri altında inşa edilmeye çalışılan siyasal projenin hastalıklarla, zaaflarla malul hale geldiğini gören siyaset elitleri rejimi ayakta tutabilmek için baskılara başvurdular, muhalifleri sindirmekle rejimi koruyabileceklerini, güvende tutabileceklerini zannettiler.
Zamanın muktedirleri toplumun gazını almak ve muhalif siyasi düşüncelere de tahammüllerinin olduğunu göstermek için demokratik rejimin gereği olan çok partili siyasal sisteme geçtiler ve kendi iradeleriyle CHP’nin yanına ikinci bir parti (Serbest Cumhuriyet Fırkası) kurdurdular. Ancak bu partiye olan teveccühün hızla büyümesi ve halkın siyasal kültürünün değişim geçirmesi endişesiyle kurdukları partiyi yine kendi elleriyle kapattılar.
Bundan sonra birkaç deneme daha söz konusu olduysa da onlar da fazla ömürlü olmayıp kapatılmıştır.
Daha sonra baskıcı otoriter siyasal iktidara karşı toplumun gerildiği ve bir patlamaya sebep olabileceği endişesiyle yine CHP içinde siyaset yapan bir grup partilerinden ayrılarak DP’yi kurdu. Görüldüğü gibi çok partili siyasal sisteme geçişimiz normal bir zeminde gelişmemiştir. O günün şartlarında CHP’nin otoriter, baskıcı siyasetine karşı hangi parti olursa olsun yine DP’nin sergilediği başarıyı gösterirdi. Tıpkı mevcut iktidardan önce Ecevit’in başbakanlığında kurulan üçlü ittifakın iflası sonrasında kurulan Ak Parti iktidarının gösterdiği başarı gibi. Halk, üzerindeki baskının kalkması ve ekonomik anlamda rahat bir nefes alabilmesi için uygun bir atmosfer arayışındaydı. CHP’den DP’ye kaçışta “belki tutar” anlayışı hakimdi. DP kısmi olarak burada bir başarı elde edince halk var gücüyle onun arkasında konumlandı. Ne yazık ki, güçlü bir halk desteğine mazhar olan DP, mutlak iktidar psikolojisiyle halk dalkavukluğuna teveccüh gösterip hasmına benzemeye başlayınca o da bir süre sonra iç ve dış dinamikler tarafından siyaset dışına itilmiştir.
Bu kısa tarihçeyi nakletmemin temel sebebi halkın bedelini ödemediği, uğrunda mücadele etmediği, verili olana rıza gösterdiği bir siyasal sistemin inşa sürecindeki dinamikleri ifade etmektir. Aşiret / köylü kültürü aralığında gelişen siyasal kültür, tabiatı gereği hakka, adalete, ahlaka istinat etmediği için bugüne kadar bu hastalıklı hal üzere varlığını sürdürdü. Bu yüzden de hiçbir zaman sağlıklı bir zemin üzerinde yürümedi, zaman zaman yol kazalarına (darbeler) uğrayarak, çok fazla kayıplar vererek, tekrar başa dönerek, kendini tekrarlayarak yol aldı.
Şu anki siyasi geleneğimiz, kültürümüz, ahlakımız, CHP-DP’den bize tevarüs eden yıpratıcı, ötekileştirici, yer yer düşmanlaştırıcı kötü bir mirastır.
Bugün kurulmuş 170 partinin olması bile bu köylü anlayışın bir tezahürüdür. Bugüne kadar hiçbir siyasal örgüt, siyasette / yönetimde köklü bir değişimi / inkılabı göze al(a)madı. Süregelen kültür, ahlak ve geleneği değiştirmeyi hedeflemediler. Bu sebeple iktidara kim gelirse gelsin zaman içerisinde hepsi bu hastalıkla malul hale gelmekten kaçınamadı.
Artık siyaset kurumu sosyal, siyasal, ekonomik nüfuz imkanı sağlayan bir yapıya dönüşmüştür. İktidara kim gelirse gelsin, bu ahlak yeni muktedirleri de zaman içerisinde öğütüp geleneğe uydurmaktadır. Siyasetin bu tabiatı namuslu, erdemli insanları siyasetin dışına itiyor ve daha çok nüfuz elde etmek isteyenlerin uğraşı haline getiriyor.
CB Erdoğan mevcut siyasetin böyle şekillendiğini bizzat itiraf etti. Ahmet Davutoğlu başbakanlığı döneminde yönetimde şeffaflık adına bir düzenleme hazırlığı içindeyken CB Erdoğan kamuoyu huzurunda bu çalışmayı tenkit ederek, “bu düzenleme yasalaşırsa teşkilatlarımızda görevlendirecek bir kişi bile bulamayız” itirafında bulundu.
Kabul etmek zorundayız ki bu ülkede insanlar, siyaset meydanlarında attıkları hamasi nutuklarda iddia ettikleri gibi millet, devlet, vatan sevgisiyle değil, temel olarak dört saikle siyaset yapma arzusundalar:
1.Kamu imkanlarından yararlanmak,
2.Sosyal ve ekonomik nüfuz elde etmek,
3.Halk arasında saygınlık, hürmet görmek,
4.Nadiren de olsa bazı hizmetleri yerine getirmek, bir misyon ifa etmek.
Dördüncü maddeyi şahsi uygulamalarında ilk sıraya alan siyasetçi sayısı çok azdır. Bunlar da bulundukları yerlerde misyonlarını ifa edemediklerini anladıklarında ya kendi iradeleriyle veya parti politikalarına muhalefetten dolayı saha dışına çıkarlar / çıkarılırlar.
Bugünlerin önemli handikaplarından biri siyasetin değerlerden arındırılmış ideolojiler ve kimlikler üzerinden yapılmasıdır. Bu durum misyon siyaseti yapmak isteyenlerin mücadelesini sekteye uğratmış, değersizleştirmiş, itibardan düşürmüş, halkın beklentilerine karşılık vermeyen bir örgüt hüviyetine sokmuştur.
Diğer bir olumsuzluk, partiler üzerinden verilen kavganın ülkemizin nasıl yönetileceği, derin krizlerin nasıl aşılacağıyla ilgili olmayıp, kimin yöneteceği, gücün kimin tarafından kullanılacağı ile ilgilidir. Kavga misyon, vizyon değil, iktidar / güç kavgasıdır, hesap vermekten kaçma kavgasıdır.
Hak, adalet ve hürriyet için verilmeyen bir kavga, tarafları kim olursa olsun erdemli siyasetçilerin kavgası olamaz. Bu kavga hengamesinde kim kazanırsa kazansın, kazanan ülke olmayacaktır.
Siyasetin bir diğer hastalığı da hamaset, iç ve dış tehdit şantajıdır. “Ülkemiz hassas bir dönemden geçmektedir. İçerde ve dışarda bizi bölmek, parçalamak isteyen hainler vardır!.. İrtica ve bölücülük en büyük tehdittir!.. Ezanlar susmayacak, bayrak inmeyecektir!..” gibi söylemler üzerinden bir asırdır toplum susturulmaya, sindirilmeye çalışılmakta, asli problemler üzerinde düşünmekten, soruları sormaktan alıkonulmakta ve belli partilere mahkum edilmektedir. Hamaset ve cehalet üreten politikalarla siyasal, sosyal, tarihsel, kültürel zenginliklerimiz iktidar kavgalarına propaganda malzemesi edilmektedir.
Çözüm üretemeyen hamasi nutuklar, sorunları çözmek yerine daha da derinleştirmiş, yeni sorun alanları ortaya çıkarmış, toplum bunlarla korkutulmuştur. Bu durum zamanla siyaset kurumunu tamamen esir almış ve nihayet bizi bu noktaya taşımıştır.
Bugün siyaset kanallarının tıkanmasıyla birlikte, geleneksel istismar ve aldatma politikaları bütün çıplaklığıyla teşhir olmuş, din-ezan-bayrak-vatan-millet-ecdat-kardeşlik gibi hamasi söylemler inandırıcılığını yitirmiş, ilkel politikaların ilkel kaynakları ve dayanakları tükenmiştir. Böylece akıl-bilgi-hikmet-ahlak ve çözüm üretmekten yoksun bir siyasetin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Çareyi de kendi gerçeklerimizle, geleneksel politikalarımızla, müesses statüko ile yüzleşmek yerine, siyaset baronlarının yeni tezgahlarına düşerek siyaseti sonlandırmakta bulduk.
Siyasetin geleneğini, kültürünü, ahlakını, yasalarını tadil, tashih ve ıslah etmedikçe, rant sağlayıcı cazibesini gidermedikçe, iyilerin önünü tıkayan, siyaset cambazlarının önünü açan delege sistemini kaldırmadıkça, partiler arası rekabete ilmi ve ahlaki bir seviye kazandırmadıkça iktidara kim gelirse gelsin bu toplumun barışına, refahına, mutluluğuna hizmet etmeyecektir, bugüne kadar etmediği gibi…
Ayaklarımızı, kollarımızı bağlayan bu zincirlerden kurtulmadıkça kurtuluş mümkün değil…