Yazımızın başlığı her ne kadar bir kavramın bir dine inananlar için ne kadar tehlikeli olduğu şeklinde ise de, yazının sonuna geldiğimizde tamamen farklı bir soru ile bittiğine şahit olacağız.
Neden yeni soru ile yazıyı bitireceğiz? Çünkü insan olmanın gereği olarak, düşünmekte, aktüel olan ve asırlar boyu süregelen sorunlarla ilgili tespitlerimizi ortaya koyduktan sonra, kişiler ya da vak’alar yönünden haklı veya haksız, doğru veya yanlış şeklinde bir yargıya varmadan nesnel biçimde tespitler yapacağız.
Bu konuya değinme nedenimizden birisi, özellikle geçtiğimiz yılbaşı nedeniyle kimi farklı yerlerle birlikte; İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde cüppeleri ve uzun sakallarıyla dikkat çeken ve ‘Tebliğ Cemaati’ olarak bilinen bir grup gencin ortaya koyduklarıydı. Bu gençler, Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi’nde Noel ve yılbaşı kutlamaları karşıtı broşür dağıtmış ve telkinlerde bulunmuşlardı. Dağıtılan broşürde, “Noel ve yılbaşı İslami ve milli değildir. Türkiye’ye her fırsatta düşmanlık yapan batılıların yaşam tarzıdır. Milletimizi içten ve dıştan bölmek isteyen Ümmeti Muhammed’in birliğini, bütünlüğünü bozmaya çalışan batılıların kutladıkları yılbaşı ve Noel’i bizim de sevinç içinde kutlamamız doğru bir davranış olmadığı açık bir gerçektir” ifadeleri bulunmaktaydı.
Benzer şekilde, çeşitli illerde insanlara milli piyango bileti almama noktasında ısrar ve yukarıdaki gibi kimilerince vazife addedilen tebliğ faaliyeti yürütülmüştü. Dini hassasiyetli olduğu iddiasıyla yayın yapan bir özel televizyon kanalında da, cübbeli ve takkeli muhabirlerce bu hususa katkı sağlanmak istenmişti. Ama bu faaliyeti yapanlara karşı tepkiler ve nefret o denli büyüktü ki, endişe içinde olmamak mümkün değildi. Ağır bir kutuplaşma ve nefret yüzlere yansımaktaydı.
Yılbaşı, kutlama konularında sadece iki farklı kutup değil. Mevcut üsluba tepki bakımından da Müslüman kesim de homojen değildi. İktidarın aktif destekçisi olan tebliğ cemaatinin ve televizyon kanalının Milli Piyango aleyhindeki tebliğindeki çelişki de akıl alır gibi değildi.[1]
Bu arada Milli Piyango ya da yılbaşı kutlamalarına da nesnel bakıp, eşyanın tabiatına uygun değerlendirilmesi gerektiğini de belirtmek istiyorum. [2]
Yine güncel olan bir diğer husus bir tefsir profesörü ile ilgili “katli vacip” şeklinde ifade kullanılmasıdır. Sonrasında bunu yazan kişi “şaka idi” demiş olsa da yazıda şaka olduğunu gösterir bir çıkarım olmadığı gibi, şaka denmesine gerekte yoktur, çünkü “kültür ve gelenek” böyledir. Yine ciddi anlamda potansiyele sahip bir cemaat ile o cemaatten ayrılanların oluşturduğu yeni cemaatin Suudi Arabistan’da kavgaya tutuşmaları, hemen hemen dini açıdan öne çıkan bir çok insana, adı geçen cemaatin ünlü bir mensubunun çok ağır cümlelerle hitap etmesi… Örneğin: “Sapıklıklarına yetişecek zamanımız yok, Allah aşkına bu adamı durdurun” şeklinde cümle kurması… Yine önemli bir dini kişiliğin ise bir ekol için “Eğer bu gidişle giderse, bu ekol yüz seneye kalmadan İslam’dan kopmuş bir din halini almaya hazır görünüyor dedim. Örneklerini verdim. Bahailik, Yezidilik bir örneği” dediğine şahit olmaktayız. Kısaca günümüzde İslami kesimdeki vakıf, cemaat ya da farklı farklı yapılanmalar arasındaki derin uçurum ve birbirlerini tekfir etme davranışları ürkütücü bir boyut almıştır.
Konu bugüne mi mahsustur? Hayır. Tarih boyunca yaşanılan örnekler o kadar çoktur ki, Müslümanları küfre düşmekle ve dolayısıyla katletmekle tehdit konusunda vereceğimiz birkaç örnek tabiri yerinde ise “devede kulak kalacaktır”.
En önemli örneklerden birisi, Hz.Ali’dir. Onun küfre düştüğünü yine Müslümanlar iddia etmiştir. Bir dönem onun yanında yer alan Hariciler, Sıffın savaşı sonrasında Hz.Ali’yi küfre düşmekle itham etmiş ve onu şehit etmişlerdir. Benzer şekilde, Hariciler tarafından Muaviye itham edilmiş, ancak O ise öldürülmekten kurtulmuştur.
İslam tarihinde acı bir vak’aya örnek Hallac-ı Mansur vak’asıdır. [3]
“Osmanlı’nın meşhur Şeyhülislamı Ebu Suud adını bu bahiste ayrıca anmak gerekir. Çünkü Ebu Suud yüzlerce yıl sonra bile Mansur’un darağacına gönderilmesini haklı görür. Dahası Mansur’u savunanların bugün de katledilmesini söyler. Şu fetva ona aittir:
Soru: Birisi, “Hallac-ı Mansur şeriate göre kâfir olduysa, gerçeğe göre de en yüce mümindir. Gerçekten de Hallac’ın davası doğrudur.” dese ve inancı da bu yönde olsa bu kişiye ne yapılır?
Cevap: Hallac-ı Mansur’a yapılan yapılır… Öldürülür.
Yunus’un “cennetle” ilgili sözlerini de “küfür” olarak nitelendiren Ebu Suud gelin görün ki, faizli işlem yapan para vakıflarını mubah sayar, ona göre bu işlemde ve vakıfların varlığında bir sorun yoktur. Peki, nerede sorun vardır? “Boza içemezsiniz, zinhar haramdır” der Ebu Suud [4]
“Müslümanlar tarih boyunca yine Müslüman din adamlarının fetvalarıyla katledilmiştir. Çünkü din de, hakikatte “fetvacıların” tekelindedir. Çünkü onların her biri adeta başlı başına birer dindir. Lakin biz o “din ölçer” gibi gezen fetvacıları, muktedirlerin, egemenlerin karşısında göremeyiz bir türlü. Fetvacılar iktidarların karşısına çıkmazlar. Onların gücü ancak halka yeter, ancak güçsüzler karşısında din fedaisi kesilir onlar. Bu durum dün de böyleydi, bugün de böyle”. [4]
Aslında çok farklı anlamlar yüklenen, kırılganlık ve kutuplaşma nedeni de olsa, genel olarak; “Laiklik” devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir, bununla beraber dini inanışların diğer özgürlükler gibi sınırsız yaşanabildiği, demokratik bir kültürdür. Laiklik yerine başka kelime de konulabilir. Kelime üzerinden farklı anlamlar yüklenerek yeni bir çatışma çıkartılması son derece gereksizdir.
Laiklik kavramının kimi toplumlardaki olumsuz değerlendirmeleri ve marjinal uygulamaları kuralın istisnaları olarak da düşünülmek durumundadır. Laiklik kavramı dinleri ve yaşam biçimlerini sınırlayan değil de, tam tersine fazlasıyla özgürleştiren bir anlam kazanması önem taşımaktadır. Bu bakımdan kutuplaştıran, ayrıştıran bir kavram değil, birlikte yaşama kültürünü geliştiren ve dini özgürlüğü sağlayan bir ilke olarak değerlendirilmesi de önem arz etmektedir.
Müslümanlar bu durumda laiklik ilkesine nasıl bakmaktadırlar? “Sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kafirun,6) ilkesi de Müslümanlarca benimsenmiş bir ilkedir. Özellikle Medine vesikasında farklı dini oluşumlar ve toplum için “özürlük, eşitlik ve adalet” kavramlarının öne çıktığını görmekteyiz. Mimarının İslam Peygamberi olduğu bu anlaşmada Laikliğin ana unsurlarından olan din ve vicdan hürriyeti sağlanmıştır. Sözleşmeyle, toplumdaki her bireyin hiçbir baskı olmadan, istediği dini seçme, kendi inancına göre yaşama ve ibadet etme özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Medine vesikasının 25. maddesinde “Ben-i Avf Musevileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Musevilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir.” İfadeleri yer almıştır.
Günümüzde, kan ile anılan ve islama hizmet ve cihat ettiğini düşünen, El-Kaide, Boko Haram, Taliban, El Nusra Cephesi, Hizbullah, IŞİD/DEAŞ/DAEŞ/DAİŞ vb. yüzlerce, binlerce farklı bakış içerisinde islam adına yapılanmalar bulunmaktadır.
Özetle yüzlerce farklı anlayışın birbirlerini tekfir ettiği, din dışı ilan ettiği bir Müslümanlık! Hal böyle iken ve saf bir İslam toplumunda da benzer kargaşa varit iken, bırakalım farklı inançları saf bir islam toplumunda bile “senin islam anlayışın sana, benim islam anlayışım bana” şeklinde, birbirlerini tekfir etmeyen, birbirlerine kurşun sıkmayan, fakat anlamaya çalışan, konuşan, devlet yönetiminde olduğu gibi, laiklik tehlike olmak bir yana, yoksa gereklilik mi diye sormak gerekiyor? İşte sorulması gereken soru tam da budur.
1.) ‘Tebliğ Cemaati’ ile televizyon kanalı sıkı bir şekilde iktidarı desteklerken, Piyango konusunda iktidarın tek sorumlu olduğunu unutarak, sokaktaki sıradan vatandaşlarla çekişirken, onlara tebliğ gayreti içinde bulunurken, destekledikleri iktidardan bir tavır göstermesi ve icraat ortaya koymasını da tepkileri arasına almıyorlardı.
Bilindiği gibi, 680 sayılı KHK’daki Milli Piyango düzenlemesi konusundaki lisans, ‘Varlık Fonu’na verilmişti. KHK’daki ifadeyle; “Karşılığı nakit olmak üzere oynatılan Piyango, Hemen-Kazan, Sayısal Loto, Şans Topu, On Numara ve Süper Loto oyunları ile ilgili mevzuat çerçevesinde izin verilebilecek olan benzer şans oyunlarına ilişkin lisans, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 49 yıl süreyle 19/8/2016 tarihli ve 6741 sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri uyarınca kurulan Türkiye Varlık Fonuna verilmiştir…” Varlık Fonu’nun yapı ve yönetimi de bilindiğinden, bu Televizyon kanalı ve diğer tebliğcilerin ne denli çelişki içinde oldukları net olarak ortadadır. https://www.haberoran.com/milli-piyango-idaresi-kime-aittir-12356
2.) Çok gerekli olmamakla birlikte kişisel olarak, hayatım boyunca bilet almadığımı belirtmek isterim. Bunun birkaç nedeninden sadece ikisi şöyle: birincisi, emek ve enerji ortaya konmadan elde edilen şeyin beni mutlu etmeyecek olmasıdır. Bu bağlamda çıkacak bileti mutlak bilsem dahi almam söz konusu olmayacaktır. Çünkü hiçbir heyecan vermeyecektir. Ki, bu tarz ikramiye elde edenlerin neredeyse tamamının akıbeti hüsran olmuştur (intiharlar, boşanmalar, suça sürüklenmeler, vb). İkinci neden ise matematikseldir. Biletlerin tümünü aldığınızda tüm ikramiyeyi kazanmanız mümkündür. Örneğin yüz milyon tutarlı toplam meblağ varsa, yaklaşık elli milyon kazanmanız söz konusudur. O halde matematiksel olarak da her halükarda yüzde elli civarında kayıp olacaktır ki, bu açıdan mantıklı değildir. https://www.haberoran.com/milli-piyango-ne-kadar-ikramiye-dagitiyor-12357
3) https://www.haberoran.com/hallc-i-mansr-kimdir-12332
4.) “Din ölçer” gibi gezen fetvacılar https://odatv.com/din-olcer-gibi-gezen-fetvacilar-31121833.html