Cuma hutbesinde imam kürsüde: “Önümüzdeki Cuma günü 15 Temmuz Şehitleri için Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki Millet Camii’nde Mevlit okunacaktır, hepiniz davetlisiniz.” diye ilanen duyurdu.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Bunda ne var? Millet Camii’nde şehitler için mevlit okunacak. Burada sizi rahatsız eden ne var?”
Öyle ya, gayet doğal bir ilan! Katılan katılır; katılmayan katılmaz!
Bana doğal gelmeyen ne var, onu izah edeyim;
Mevzuun arka planına baktığımızda ters giden hususun ne olduğunu beraberce göreceğiz.
Malum iktidar aktörleri uzun zamandır her şeyi “teklik” üzerine inşa ettiklerini beyan ediyorlar; “tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak v.b…” Bunlar ifade edilenler; bir de ifade edilmeyip de uygulamayla, pratikle ihsas edilenler var; “Tek parti”, “tek iktidar”, “tek başkan” vs.
Mesela satır aralarında, “Türkiye’nin varlığı Ak Parti ile mümkündür” veya “Türkiye’nin varlık ve bekası Ak Parti’ye bağlıdır.” gibi beyanlar… Yani kısacası; Türkiye=Ak Parti.
Eskiden kamu kurum ve kuruluşları, toplantılarını, törenlerini, etkinliklerini ya kendi konferans salonlarında veya uygun gördükleri başka salonlarda icra ederlerdi. Şimdilerde istisnasız tüm toplantı ve etkinlikler Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki salonlarda icra ediliyor. Hatta yargı mensuplarının toplantıları bile burada yapılıyor.
Evet, bunun için de “bunda ne var?” diye sorabilirsiniz?
Bu soruya karşılık cevabım şudur; Cumhurbaşkanlığı statüsü eski yapıda olmuş olsaydı belki bana çok fazla olumsuz gözükmeyecekti. Ancak bugün öyle bir ucube sistem var ki, ister istemez bütün olumsuz duygular akla geliyor. Bir defa bugün Cumhurbaşkanı sadece cumhurun başkanı değil aynı zamanda bir siyasal partinin de genel başkanıdır. Burada şu ayrımı yapmak neredeyse imkansız; hangi iş ve işlemler cumhurbaşkanlığı ve hangileri parti genel başkanlığı makamına ilgilendiriyor? Bunu tefrik etmek mümkün mü? Ve bu durum muhalefet tarafından haklı olarak çok eleştiri konusu yapılmaktadır.
Bir misal, siyasal seçimler, kamu nezdinde bütün partilerin eşit ve adil şartlarda iştirak ettikleri bir yarıştır. Bu yarışta hiçbir parti kamu imkanlarını kullanamaz. Ama bugünkü pratiğimiz buna imkan vermiyor. Cumhurbaşkanı zaman zaman külliyesinde topladığı kamu görevlilerinin huzurunda diğer partileri şiddetli bir şekilde eleştirmektedir. Halka onlar aleyhine birtakım hususları empoze etmektedir. Ayrıca yurt içi seyahatlerinin bütün masrafları kamu ödeneklerinden karşılanmaktadır. Oralarda da muhalif partiler aleyhine her türlü propagandayı yapmaktadır. Şimdi bu seyahati hangi sıfatla yapıyor olursa olsun işlevsel olarak bir partinin genel başkanı olarak diğerlerinin aleyhine propaganda yapılmaktadır. İşte bu pratiğin seçim yarışındaki eşitliği ve adaleti gölgelemediğini iddia edebilir miyiz?
Yine başa dönelim; şehitler için bir dini merasim yapılacak. Burada hangi partiden olurlarsa olsunlar bütün vatandaşlarımızın katılmaları ve iştirak etmeleri beklenir. Ama bu politik arka plan buna fırsat vermiyor. Yine muhtemelen sadece AK Partililerin katılacağı ve gövde gösterisine döneceği bir mekan olarak göreceğiz.
Sözü buraya getirmişken yine çokça yaşadığımız bir örneği vermiş olayım; Cumhurbaşkanı cuma namazları nedeniyle gittiği camilerde namaz sonrasında eline mikrofonu alarak cemaate konuşuyor. Zaman zaman politik mevzulara da giriyor. Şimdi bunun doğru olduğunu savunacak bir Allah’ın kulu olabilir mi?
Bir defa burası Allah’ın evi. Hiçbir partinin veya siyasi kuruluşun propaganda alanı değil. Mümkün olabilecek en üst seviyede oraları politikadan arındırmak varken sorumluluk makamında olan bir kişi olarak siz bunu yaparsanız; alttakiler neler yapmaz? Bu da camileri, tıpkı Emevi camileri gibi sadece iktidar partisine / fırkasına / hizbine mensup olanların devam ettiği birer politik mekan haline getirir. Kaç aklı başında samimi dindar böyle bir durumu onaylar; hoşgörü ile karşılar?
Samimi dindarlar, Camileri / Mescitleri, tüm müminlerin bir arada yekpare bir şekilde Rablerine kulluklarını arz edecekleri bir mekan olarak düşünürler. Müminler arasında birlik ve beraberlik böyle gerçekleşmez mi?
Politikanın girdiği mabetlerde müminler arasında birlik olur mu? Hizipleşme olmaz mı?
Haydi, buyurun birisi çıkıp desin ki “öyle bir şey olamaz.” Aklı başında kimse bu durumu savunamaz. Bunun acı faturalarını ödemiş bir toplumuz. Emevilerden bu tarafa bu uygulamanın doğurduğu hizipleşmelerin acı tecrübelerini yaşadık; faturalarını ödedik; büyük kıyımların, düşmanlıkların tohumlarının ekildiği bir coğrafyanın bahtsız evlatları olarak bu acıları hep içimizde hissettik. Bugün neden bu kadar ısrarla aynı yanlış sürdürülmeye çalışılıyor? Politik çıkar uğruna toplumsal dokuya niçin bu kadar zarar veriliyor?
Ama size şunu söyleyeyim; inanınız bu yaptıklarınızın hiçbirisinin iddiasında bulunduğunuz Müslümanlığınıza bir faydası olmayacağı gibi size politik bir çıkar da temin etmeyecektir. Bile bile bunu yapmakla kendinizi sevimsizleştiriyorsunuz; istenmeyen; nefret duyulan insanlar haline getiriyorsunuz. Samimi dindarların mescitleri terk etmesine sebep oluyorsunuz; icbar ediyorsunuz.
YouTube’daki sokak röportajlarında, iktidar taraftarları sık sık muhataplarına “Ne o, devletimize laf mı ediyorsunuz?” diye tarizde bulunuyorlar. Korkuya, endişeye kapılan muhalifler de hemen yersiz bir savunmanın içerisine giriyorlar; “Yok, öyle bir şey olur mu? Devletimize laf yok. Biz iktidarın icraatlarını tenkit ediyoruz. Devlet ayrı, iktidar ayrı şeylerdir.”
Şimdi bu kadar izahtan sonra “devlet, iktidar ayrı mefhumlardır” diyebilir miyiz?
İktidarın “Devletle-iktidar” söyleminin arkasında, genellikle devleti dokunulamaz kılarak; perdeleyerek; yerine göre onu mabutlaştırarak; siyasi çıkarları uğruna siper-kalkan edinerek kamu imkanlarını lehlerine devşirmek, sömürmek gibi bir düşüncenin varlığını seziyor ve görüyorsunuz.
İktidar mensupları, devlet otoritesinin işletilmesini sağlayan bir araç olan iktidarı devletle eşleştirerek onu alabildiğine istismar etmektedirler. Bugün devletle iktidar ayrı mefhumlardır diyenler kocaman bir yalanın arkasına sığınıyorlar. Türkiye pratiğinde “devlet=iktidar”dır.