Değişik dönemlerde toplum olarak veya birey olarak, idare edilme ve eden hususunda benimsenen anlayış veya karşı çıkış düşünceleri hep olmuştur. Eğer bu olumlu veya olumsuz çıkışlar bir veriye, bilime, akla dayanırsa toplum nazarında saygınlık bulabilir, geçerliliği anlamlı ve mantıklı olur. İnsan ve toplum karakterlerini zahiri olarak yaptıkları veya yapacakları davranışlardan anlamak mümkündür.
Bazen öyle insan veya toplumdan davranış biçimleri görürüz ki bizleri şaşırtsa da onların da buldukları gerekçeleri hazırdır. Hz. Ali dönemine ilgi tutarlar, insanların zaman zaman eksen değiştirmelerine verdikleri gerekçe “Ali’nin sohbeti iyi ama Muaviye’nin de ekmeği bol” tabiri buna ışık tutabilir.
“Ahlakın Soy Kütüğü” nü yazan “Nietzsche” “Cahil bir toplum, özgür bırakılıp, kendine seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz, sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumda seçim yapmak, okuma-yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır” der.
İbnü’l Cevzî’nin “Şeytanın Ayartması” kitabında bireyleri ve toplumları aldatmanın, hileleri, bağlı oldukları dini liderleri, çevre, mahalle baskısı, katı gelenekleri, adet ve töreleri, ganimet, çıkar, vesveseler, cehalet, mitoloji, fal daha pek çok konu ve aracı saymak mümkündür. Bu özelliklerden kurtuluş olabilir mi? Elbette en büyük nimet akıldır. Ancak akıl kendisinden istenilen her şeyi yapabilecek kapasitede olmadığından, insanın önüne düşünüp sorması için tabiatı, çevreyi, geçmiş ve yaşadığı çağın düşünürlerini, daha doğrusu aydınlatıcı araçları gösterir ki amacına ulaşabilsin.
Beşerin evrensel zaaflarına, insanın kendini kandırış biçimlerine bakıldığında bir mazeret ve gerekçe hazırdır. Gayri meşru ve ahlaki olmasa da onun mantığında meşru oluyor, her zaman her çağdan ve gelenekten, zamanlarının modernitesi ile kavga etmiş insanlar olmuştur. Bu siyaset kurumlarında ve başka alanlarda da görülür.
Denge ve denetlemenin başlıca unsurları arasında yer alan etkin parlamento, bağımsız yargı ve medya özgürlüğü siyasi iktidarın demokratik kurumlarla sınırlandırılması ve gücün kötüye kullanılmasının önlenmesi bakımından önemlidir. Otoriter rejimlerde ise yargı bağımsızlığı ile parlamentonun yasama ve denetleme gücü zayıflatılıyor ya da ortadan kaldırılıyor. Dış ve iç güvenlik gerekçeleri ile yürütmenin gücü sürekli arttırılarak güç tek merkezde toplanıyor. Bilinçli yurttaş konumu istenilen düzeyde olmayınca, siyasi partilerin ve muhalefet kurumlarına rekabette imkân verilmeyince gücü elde tutan iktidar, “bizi halk seçti, demokrasi bu hakkı bize verdi” diyor. Çoğunluk açısından gerekçesi bu olabilir ancak sebep-sonuç ilişkisine bakmak gerekiyor. Çoğunluğu baz alan iktidar sürüleştirilmiş bir toplum yaratıyor ki, öncelikle ilim ve hikmetin düşmanı olabiliyor. Basit çıkarlar, erzak, kömür ve benzeri menfaatler ve her türlü araç kullanılıyor. Düşünemeyen bir cehalet toplumu inşa ediliyor. Beyinler algı ile işgal ediliyor ve işgal edene tabi olmak zorunda kalıyor. Hatta bu iktidarın bir bakanı, “bize okumamışlar lazım, çünkü oy oranlarımız bunu gösteriyor” derken iktidarın makama getirdiği bir rektör de buna benzer ifadeleri sarf etmişti.
“Barabbas” olayı vardır. İznik Konsülü tarafından kabul edilmiş ve İncil’de yer alan ibretlik bir olaydır. Barabbas katil, zalim, ırz düşmanı bir haydut olduğu için Romalıların valisi tarafından zindana atılır. İşin garip tarafı zindan arkadaşı da Hz. İsadır. Romalıların geleneklerine göre Fısıh bayramlarında, vali zindandaki mahkumlardan halkın istediği birisini bu bayram günü affeder. Geleneksel dinlerine zarar verdiği için halk, oylarını Allah ile aldatan trollerin etkisi ile masum olduğu halde İsa’ya değil, Barabbas lehine kullanır. Barabbas serbest bırakılır. Halk ne yazık ki ışığın, aydınlığın, hak ve adaletin öncüsü Hz. İsa peygamberi suçsuz olduğu halde öldürülmesine vesile olur. Barabbas serbest kalır kalmaz yine birini öldürür, yine büyük suç işler, yine zindana atılır ama yine Fısıh bayramında halk bunun lehine oy verir, çoğunluğun dediği olur. İşte çoğunluk ve suçlunun durumu. Kötülük yapanları ödüllendiren toplumlar her dönemde olmuştur. Bu şuna benziyor, eşeğe yeşil gözlük takıp, samanı çimen sanarak yemesi gibi. “Kötülük Toplumu” ifadesi buradan geliyor. Karakterin ne ise kaderini yaşarsın.
Algı ve kirli bilgilerle süsledikleri demokrasiyi, her yaptıkları gayri meşru işin kamuflajı olarak kullanan Barabbas toplumlarının demokrasi savunması böyle bir şey. Bu uzun süre cehalet, fakirlik, ilim ve akıldan mahrum köle bir nesil yetiştirmekten geçer ki her araç kullanılır. Aydın, sorgulayan, düşünen bir iyilik toplumunda böyle bir demokrasi olabilir mi?
İşte bazı sistemler adı ne olursa olsun her yerde başa belan olan hainleri, soyguncuları, böylesine koyun sürüsü haline getirilmiş, düşünce gücü elinden alınmış cehalet toplulukları inşa eder. Bu sistemi yaratmak için her türlü araçlar, kutsal ve kahramanlıklar, bağnaz ideolojik yapılar kullanılır. Lut kavmi Hz. Lut’a “çıkarın şunları kentinizden, yurdunuzdan, bunlar temizlik ve dürüstlükle aşırı derece titizlik gösteren insanlar” dememiş miydi? Bu olayları anlatan pek çok misaller vermek mümkün. O yüzden gerçek demokrasi, seçenin de seçilenin de aydın, demokrat, aklı ve ilmiyle, soran, soruşturan, düşünen, aklını kiraya vermeyen cesaretliler ve iyilikler toplumu olması gerekiyor. Yoksa yıllarca ettiğimiz şikayetler, bıraktığımız nesillere de yansıyıp devam eder gider. Partizanlık, kimlik ve mezhep siyaseti, katı ideolojik yapılar, şartlanmalar, bilgisizlik ve cehalet seni yakacak ateşi hazırlar. Herkes ateşini kendi yaratır. Azabın faturasını da millete keserler.
Soygunlar, inanılmaz hazine garantileri, haksız ve haram obezi yaratan kurumlar çoğunluk ve güç bizdedir diyerek, demokrasi kılıfıyla yollara saçılmış lağım ve cehaletin üstünü örtmeleri bundandır. Buna rağmen adalet herkese lazım olur ama gününü bekler. Dünyanın ve Türkiye’nin gözü önünde cereyan eden olaylarda çoğunluk gücüyle kapatılma yoluna giderler ve sorumluluktan kaçarlar.
Bir ülkede akıl ve sanattan, ilimden, ahlaktan, insanlıktan, liyakatten, adaletten çok servete değer verilirse bilinmelidir ki orada keseler şişmiş, vicdanlar, merhametler gitmiş, adalet ve kurumlar çökmüş demektir.
“Tüm toplumlar hastadır ancak bazıları daha hastadır” diyen Orwell bazı toplumların insan sağlığı ve mutluluğunu tehdit eden geleneksel inanç ve uygulamalara diğer toplumlardan daha fazla sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı zamanda bu cümle, insan refahını tehdit eden bazı gelenek ve sosyal kurumların tüm toplumlarda var olduğunu göstermektedir. Yaşadıkları çevreyi iyi bir biçimde uyum sağlamış olarak görünen toplumlar bile refahlarını ya da bazı örneklerle bekalarını dahi gereksiz yere tehlikeye atacak inanç ve uygulamaları sürdürmeye devam etmektedirler. Günümüzde çıkan virüs olayında bile dünyada kutsal kâseden su içmeler, toplu dualarla virüse karşı savaş gösterileri, Müslüman toplumlarda da inanç ve gelenek programları bazen aklın, bilimin önüne geçebiliyor. Tabi bu planlar bazı yerlerde idarenin de işine yarıyor. Sorumluluğun kötü tarafına ortak edecek kitleyi hedef gösterip paylaşmanın kestirme yolu olabiliyor.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de 2019 yılında pandemi ile ilgili rapor hazırlandığı, 12 Nisan 2019’da Cumhurbaşkanlığı genelgesi yayınlandığı halde umre olayları devam etmiş, siyasallaşan diyanetin bunları örtbas edebilmesi için emirle selalar okutması, millete yasaklanan Cuma namazı kuralını bozarak Beştepe’de Cuma namazı kıldırması, para toplamanın ve verilmenin nereye haram-helal olacağı hakkındaki görüşleri neticesinde devleti kamuoyunda sıkıntıya sokmuş, toplumu hasta etmiştir. Bilimsel çalışmaların yerine diyanet fetvaları öne geçerek toplumun zihnini aldatma yoluna gidilmiştir. Bu davranışlar diğer ülkelerle kıyaslandığında maalesef alay konusu olmuştur. Böyle bir toplumda demokrasi, hukuk işlemez, adalet olmaz. Alınacak tedbirler bile sağlıklı düşünülemez.
Bir yıldır ilan edilen infaz yasasında bile niyet samimi olmayıp kin toplumu yaratmayı meziyet sayan yapının bu millete telafisi çok ağır bedellere sebep olacağı gidişatlarından belli oluyor.
Eşitlik kavramını adalette sağlayamayan bir idareden rıza toplumu beklemek, geleceği umut dolu bir huzura getirir düşüncesi olamaz. “Bu da geçer yahu” denir ama gidenler gelmez. Amacımız canlar ölmesin, milletimizin kaderi gülsün, adalet devleti olsun diyorum. Bir vatandaş olarak “Haddimizi biliriz ama hakkımızı da kimsenin engellemesine rıza göstermeyiz. Adalet devletlerinde bu hakkı bize hukuk verir.”
Malcolm X “Bütün uyuyanları uyandıracak bir tek uyanık yeter” der. Virüs dünyayı uyandırdı, temennim insanlık iyi şeylerde uyansın.