Geçen hafta ilginç bir şey oldu: Cumhuriyet gazetesi kendisince makbul olan ‘’hukuk ve siyaset dünyası’’nın ileri gelenlerinden de yardım alarak, 1961 Anayasasının ‘’en demokratik anayasa olduğu’’na kamuoyunu ikna etme kampanyası başlattı. Muhalefet blokunun geçen 28 Şubat’’ta açıkladığı ‘’Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’’ önerisinde yer alan 1961 Anayasası hakkındaki bir-iki eleştirel gözlem Kemalistleri bayağı rahatsız etmiş te ona cevap yetiştirme telâşına düşmüşler.
Rahatsızlıklarının nedeni öneride yer alan şu satırlar:
‘’1961 Anayasa’sı, birçok yeni ve önemli düzenleme getirmiş olsa da çok partili siyasi hayatımıza sekte vuran bir askeri darbenin ardından hazırlanmıştır. Buna bağlı olarak da silahlı kuvvetler başta olmak üzere, bazı bürokratik kurumlara demokrasi ile bağdaşmayacak yetkiler tanımış, dolayısıyla bürokratik vesayet düzenine sebep olmuştur. Örneğin, MGK üzerinden yürütmenin etkinliği zaafa uğratılmış, siyasi faaliyetlerin dar bir perspektif ile denetlenmesi neticesinde anayasa yargısı tarafından pek çok siyasi parti kapatılmış, yasama ve yürütme vesayet altına alınarak zayıflatılmış, siyaset müessesesi istikrarsızlığa mahkûm edilmiştir. / Reform önerimiz ile 1961 Anayasası’nda geçerli olan, bürokratik kurumların, siyaset üzerinde bir vesayet makamı olarak kurgulanmasını reddediyoruz. Denetim adı altında, milli irade üzerinde vesayet kuran anlayışı geride bırakarak, hukuki denetime tabi güçlü ve etkin bir siyaset ve iktidar perspektifini benimsiyoruz.’’
Yani, muhalefet partileri, 61 Anayasasının aslında liberal-demokratik rejim konseptine aykırı olarak askerî-bürokratik bir vesayet sistemi öngörmüş olduğuna ilişkin bildik teşhisi tekrarlamışlar. ‘’Bildik teşhis’’ diyorum, çünkü bu satırların yazarının da içinde yer aldığı bir anayasa ve siyaset akademisyenleri grubu aşağı yukarı 30 yıldır bu temayı işlemektedir.
Bu vesileyle, 61 Anayasasının özgürlük ve demokrasiyle ilişkisi meselesine bir kere daha kısaca göz atalım. Temel haklara nispeten özgürlükçü yaklaşımı, hukuk devleti vurgusu ve bu arada yargının bağımsızlığı ile yargısal denetimi öne çıkarması ve üniversitelere bilimsel ve idarî özerklik tanımasıyla 1961 Anayasası ilk bakışta ‘’liberal’’ bir anayasa görünümü vermektedir. Ama öte yandan, bir darbe ürünü olmasının sonucu olarak aynı Anayasanın demokratik anayasa-yapımı yöntemiyle bağdaşmayan bir usulle yapıldığı da kuşku götürmez.
Hadi bunu bir yana bırakalım (çünkü bazen demokratik yöntemle yapılmış olmayan bir anayasanın bile maddî muhtevası demokrasiyle bağdaşabilir ve öyle işleyebilir), ama bu Anayasanın liberal-demokratik rejim standartlarına ters düşen birçok özelliği de var ve bunlar hiç de azımsanacak şeyler değil. En özgürlükçü olduğu varsayılan orijinal –yani, 1971 ve 1973 değişikliklerinden önceki- halini referans aldığımızda bile 1961 Anayasası hakkında aşağıdaki tespitleri yapmaktan kaçınamayız.
1961 Anayasası, en başta ‘’Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alan’’ ve merkeziyetçi-üniter bir ‘’millî devlet’’ öngören bir anayasadır. Türkiye toplumunun etnik ve kültürel bakımdan homojen olduğunu, yani Türkiye’de sadece Türklerin var olduğunu varsayan bir anayasayla karşı karşıyayız. İlk maddelerinde ‘’Türkiye Devleti’’ veya ‘’Türkiye Cumhuriyeti’’ olarak adlandırdığı devleti, sıra vatandaşlık tanımına gelince birdenbire ‘’Türk Devleti’’ne çeviren bir anayasayla…
Bu Anayasa ayrıca kurduğu seçkinci Cumhuriyet Senatosu marifetiyle Millî Birlik Komitesi adlı cunta artığına ‘’milleti temsil’’ yetkisi vermiştir. Bu Anayasa asker ağırlıklı Millî Güvenlik Kurulu kurarak onu millî güvenlik konusunda ‘’gerekli temel görüşleri Bakanlar Kuruluna bildir’’mek suretiyle hükümete vesayet eder bir konumuna yükseltmiştir. Yine bu Anayasa hiçbir makama hiyerarşik olarak bağlı olmayan ve sadece Başbakana karşı ‘’sorumlu’’ olan Genelkurmay Başkanıyla ve ayrıca askerî mahkemeleri ve Askerî Yargıtay’ıyla siyasal-hukukî sistemi kısmen militarize etmiştir.
Bu Anayasa Diyanet İşleri Başkanlığının merkezî bir kamu kurumu olarak örgütlenmesini öngörmek suretiyle sadece laikliğe değil din özgürlüğüne de darbe vurmuş, bu yolla ayrıca sivil hayat alanını da önemli ölçüde devlet kontrolü altına almıştır. Bu Anayasa keza dinî kavram ve sembollere her türlü referansı din istismarı sayarak cezaî müeyyideye bağlamış ve siyasî partilerin kapatılmasının gerekçesi yapmıştır.
1961 Anayasası kültürün bile planlanmasını buyuran, koruma altına aldığı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla sivil hayat alanının başka bir önemli parçasını devletleştiren ve bu arada bütün çocukları devletçi endoktrinasyona mahkûm eden bir anayasadır. Bütün bunlarda toplumu homojonize ve militarize edip vesayet altına alma niyetini sezmemek mümkün değil.
Sanırım 61 Anayasası rejimini karakterize eden en önemli özellik, ilk bakışta onun ‘’liberal’’liğine yorulabilecek olan -yargı denetimi dâhil- denetim ve gözetim (vesayet) süreçlerini motive eden ve yönetenin resmî-ideolojik (Kemalist) kaygı ve hassasiyetler olmasıdır. Başka bir ifadeyle, Anayasanın arka planında böyle bir ideolojik angajman olmasaydı, ‘’vesayet’’ olarak görünen şeylerin bir kısmı liberal bir sistemden normal olarak beklenen ‘’denge ve denetim’’ mekanizmaları olarak görülebilirdi.
Hasılı, baştanbaşa Anayasa metnine hâkim olan o teknik beceri ve terminolojik özenin müelliflerinin ideolojik saplantısına kurban gitmiş olmasına hayıflanmamak elde değil.
Kaynak: Diyalog Gazetesi