Herhalde son beş senede siyasette en çok mevzu edilen kavram “İslamcılık” veya “siyasal İslam” olmuştur. Çokça mevzu edilmesine ve özellikle AKP iktidarına karşı olumsuz bir niteleme olarak sıklıkla kullanılmasına rağmen bu kavramları dillendirenlerin de bunun neye karşılık geldiğini tam olarak bildiklerini zannetmiyorum. Siyasetlerinde dini kavramlar, semboller kullananların hepsini aynı torbaya koyuyorlar.
Bugüne kadar “İslamcılık” veya “siyasal İslamcılık” kavramlarıyla aram hiç hoş olmadı. Ancak hoş olsa da olmasa da kavram artık literatüre girmiştir. Dolayısıyla istemeyerek de olsa bu yazımda ben de bu kavramları kullanacağım. Cı,ci ekleriyle ifade edilen İslamcılık sentetik bir etikettir ve bu anlamda İslami değerlere ciddi anlamda zarar vermiştir / vermektedir.
Bu kavramı ilk seslendirenler de batılı aydınlardı. İslami referanslar üzerinden siyaset yapanlara atfen kullanılan “İslamizm” teriminin Türkçe karşılığı olarak kullanılmış problemli bir kavramdır. Böyle olmakla birlikte özellikle Hasan El Benna’nın Mısır’da başlattığı İhvan hareketiyle birlikte yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Bu anlamda bu kavramla etiketlenecek yegâne hareket İhvan-i Müslimindir.
İslamcılık da Sosyalizm, Faşizm, Nasyonalizm gibi beşerî bir ideolojidir. İslami değerleri referans alan, kişi ve gruplara göre farklı formlarla sistemleştirilen, doktrine edilen bir ideolojidir. Diğerlerinde olduğu gibi metodik anlamda İslamcılığın siyasal formu da bir bakıma seküler bir ideolojiye aittir. Bunun bugün en belirgin alameti farikası AKP siyasetidir.
Cumhuriyet dönemi Türkiye İslamcılığının ilham kaynağı ağırlıklı olarak Mısır’daki ihvan hareketidir. Özellikle o yıllarda Seyyid Kutup, Hasan el-Benna ve Said Havva gibi dini önderlerin eserleri Türkçeye çevrilerek Türkiye’nin İslami hareketlerinin başucu kitapları olarak okundu. İşte bu dönem İslamcılığının gömleğinin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi burada başladı. 1930’lardaki Mısır ve Arap dünyasının siyasal, sosyal ve beşerî yapısı, İslami hareketlerin gelişme istidadı gösterdiği 1960 ve sonrasının Türkiye’siyle kıyas kabul edilmeyecek farklılıklara sahipti. Ancak ne yazık ki, sanki şartlar aynıymış gibi Türkiye’deki İslami hareketler de Seyyid Kutub’un eserlerinde aldığı ilhamla siyasi formlarını oluşturdular.
En kötüsü de sözkonusu hareketlerin fikri önderliklerini temsil eden Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu, Mehmet Şevki Eygi ve sonradan o halkaya dahil olan Abdurrahman Dilipak gibi insanların harekete yön vermeleridir. Burada mevzuyu kişiselleştirmek istemiyorum ama ismini saydıklarımın önemli kişisel zaaflarının ve kaprislerinin olduğu bilinen hususlardır. Özel hayatlarında olduğu gibi siyasi görüşlerinde de sağlıklı bir fikri üretimde bulunmamışlardır. Necip Fazıl gibi Fransa’da bohem hayatı yaşayan ve Türkiye’ye geldikten sonra ihtida eden ve şahsi zaaflarını devam ettiren birisi, neredeyse İslami hareketlerin idolü gibi görüldü, karşılandı, Türkiye’de İslami önderliğin batılı yüzü gibi kıymet, iltifat gördü, Müslüman mahalledeki karizmatik önder boşluğuna oturdu ve bir bakıma bugün halen mevzu edilen Türkiye İslamcılığının ideologluğuna soyundu. Onun “İdeolocya Örgüsü” kitabını okuyanlar ve özellikle kitaptaki “Başyücelik Devleti” ütopyası bugünkü siyasal rejimin ilham kaynağıdır. Gençlik yıllarında Necip Fazıl’ı fikri önder sayarak takip eden, eserlerini okuyarak, konferanslarına katılarak yetişen Erdoğan ve arkadaşlarının bugün inşa ettikleri siyasal rejim tam da Necip Fazıl’ın o “Başyücelik Devleti”iyle benzerlik arz ediyor.
Aslında bu anlamda Türkiye İslamcılığının önemli yerli bir fikri alt yapısı yoktur dersek mübalağa etmiş olmayız. Mısır, Hint ve İran kaynaklarının tercümeleriyle şekillenen İslamcılık AKP ile daha kötü bir form kazandı. Düne kadar devleti “dar’ül harp” olarak gören anlayış iktidar olduktan sonra devleti ve onun yöneticisini yüceltti ve kutsamaya başladı. Başyüceliğin yaptığı haksızlıkları, adaletsizlikleri din adına onaylayan bir anlayışın yerleşmesine vesile oldu.