Toplumsal çözülme çok hızla yayılıyor. Bazı tür kanser hücreleri nasıl kısa zamanda metastaz yaparak diğer organlara sirayet edebiliyorsa, bugün toplumsal yapımızda da böyle bir habis yayılım var. Bu yayılım, toplumun değer dünyasında iyi, faydalı, hayırlı, güzel ne varsa ona sirayet edip öldürüyor. Bu duruma çok acil müdahale etmek gerekir.
Muhtemelen az çok aklı başında olan toplumun %90’ına yakını şöyle veya böyle bu acı gerçeğin farkında, lakin çoğunluğu mevcut hali anlamlandıramıyor, çözemiyor, son derece sathi, yanlış, hatalı izahlarla yetiniyor. Doğru çözümlemeyi yapamayıp yanlış tanı ve teşhiste bulunmaları nedeniyle de ilme, hukuka, ahlaka uygun düşmeyecek kör tartışmalara kavgalara neden olabiliyorlar.
Daha ilginç olanı, bu sosyal çözülmeden en çok şikayetçi olanların da Ak Parti’yi destekleyenler arasından çıkmasıdır. Fakat ne yazık ki, hastalığın çok ağır olduğunu kabul etmelerine rağmen teşhise gelince bilimsel / ilmi verilere itibar etmeyerek, siyasi asabiyeleri sebebiyle gayri hukuki siyaset anlayışı ve pratiğinde bir kusur aramayarak, iddia edilenlere asla itibar etmeyerek, ihtimal bile vermeyerek, ısrarla daha tali, arızi sebeplere takılarak anlamsız, içeriksiz, hamasi bir siyasi haleti ruhiyeyi yaşamaktadırlar. Elbette bunun çok derin sebepleri var. Okuyucunun sabrını zorlamamak için kısa bir izahla yetineceğim.
İşaret etmeye çalıştığım tehlike bazıları için şom ağızlılık veya iktidar karşıtlığının birer tezahürü olarak görülebilir. Biz her durumda farkında olduğumuz tehlikeler hakkında toplumu ve yönetim erkini uyarmakla mükellefiz. Toplumsal sorumluluk anlayışımız bunu gerektirir.
Bu ülkenin ister mahkemelerine, ister hastanelerine, hapishanelerine, okullarına, üniversitelerine, çarşılarına, esnaflarına, köylerine, şehirlerine, havassına, avamına gidin, hepsi dertli, hepsi ıstıraplı, bir dokunulduğunda bin ah işitiliyor.
‘Yaşamlarından memnun olan kesimler yok mu’ diye soracak olursanız, evet var ancak o memnuniyetin deruni / içten bir gönül huzuru, itminan hali olduğu kanaatinde değilim. Yüzler gülüyor ama içler kan ağlıyor. Çünkü toplumun bütünü bir insanın vücudu gibidir, bir organa isabet eden acı, ıstırap diğer tüm uzuvları etkiler. İnsan kalmayı başaranlar için durum böyledir. Hemşerim, gönül zengini, mütefekkir Rahmetli Ali Ulvi Kurucu, amcasından nasihat istediğinde şu cevabı almış: “Oğlum hülasa olarak kendine yapacağın telkin şu olsun: “İnsan olamadım. Her şey olmak kolay ama insan olmak zor…”
Müslüman olsun ya da olmasın herkes şerefli bir varlık olarak dünyaya teşrif eder. İnsan olabilmek de insanı insan yapan meziyetlerin korunmasıyla, geliştirilmesiyle mümkündür. Tolstoy ”Bir insan acı duyabiliyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyabiliyorsa insandır.” der.
Bizler de bugün insan ve müslüman kalmak için direniyoruz, imdat çığlıkları atıyoruz.
Fatih Sultan Mehmed’e atfedilen bir kıssa anlatılır: İstanbul’un fethi öncesinde tebdili kıyafetle çarşının durumunu görmek için çarşıya iner, bir yerden biraz alış-veriş yaptıktan sonra esnaf “ben siftahımı yapmış oldum, komşum henüz yapmadı lütfen ona uğrayın” der. Her bir esnafa uğradığında aynı durumla karşılaşınca yanındakilere der ki, “böyle kanaatkar, gönül zengini toplumla bırakınız İstanbul’u dünyayı fethederim…”
Bu kıssanın tarihte yaşanmış onlarca benzeri var. Peygamberimizin anlatımıyla İsrail oğullarının komutanı Talud, 80 bin kişilik ordusundan ırmakla sınanıp, sınavı geçip karşı tarafa geçen 313 kişiyle zalim Calud’un seksen bin kişilik ordusunu mağlup etmiştir. Aynı durum Hz. Peygamberin ilk muharebesi olan Bedir’de de yaşanmıştır. Yine az bir kuvvet, askeri ve teçhizat üstünlüğü olan müşrik ordusuna galebe çalmıştır.
Bunlar yaşanmış ve tarihin kayıtlarına girmiş vakıalardır. Demek ki, asıl olan kemiyet değil, keyfiyettir. Bir devlet zenginlik adına neye sahip olursa olsun sosyal ümranını sağlamadığı sürece güvende değildir.
İşte toplumu ayakta tutan değerler / erdemler o toplumun güçlü, kuvvetli ve üstün olmasına sebep oluyor. Dünyanın en gelişmiş silahlarına sahip olsanız bile böyle bir toplumsal yapıya sahip değilseniz kartondan inşa edilmiş koca bir kaleden fazla bir şey değilsiniz.
Bu yazılarımla acil kodlu çağrılar yapıyorum. Toplumun yaşadığı travmatik durumu bilmek için sosyolog, sosyal bilimci olmaya gerek yok. Esnaftan alış-veriş yapan, hastaneye giden, mahkemeye işi düşen, hakkını arayan, evinin tamir ve tadilatı işini ustaya yaptıran, komşularıyla olan ilişkilerini geçmişle kıyaslayan, kendisi, ailesi ve çevresiyle olan muamelatını düşünen her insan yaşadığımız toplumsal çözülüşü, yozlaşmayı görmektedir. Ama sadece görmek yaşadığımız büyük travmayı tedavi etmiyor, anlamak ve anlamlandırmak için kafa konforunu bozmak gerekiyor.
Bazı dostlarım bu toplumsal manzara karşısında duyduğum hissiyatla ilgili yazdıklarıma şöyle mukabelede bulunuyorlar:
‘’Haklısınız ama bu olumsuz gidişatı tersine döndürmek artık imkansızdır. Onun için bunları dert edinip kendinizi daha fazla yıpratmayın”. Bu dostlara kızmıyorum ama üzülüyorum. Merhum Ali Ulvi Kurucu Hoca’ya edilen nasihatte olduğu gibi “Her şey olmak kolay oluyor da insan olmak zor”. Çünkü insan kendi yaşam macerasında iki keskin uç arasında gelip giderken şeref payesine de erişebilir, aşağıların aşağısına da düşebilir. Bizim için birincisi insan olmak, ikincisi ise, müslüman kalabilmektir.
Eskiden gençlik yıllarımızda dilimizden düşmeyen bir slogan vardı. “Bir millet ıstırap içinde inlerken onun evlatları rahat edemez.”
Allah meselenin mahiyetinin farkında olan ve teşhis koyma derecesinde ilim sahibi olanlara özel mükellefiyetler yüklemiştir.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran:104)
“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır.” (Ali İmran 110)
Bu iki ayet, içinde yaşanılan toplumun sigortası mesabesinde olan “adil şahitlere” işaret ediyor. Yani bir toplumda bu tasvir edilen özelliklere haiz adil şahitler varsa o toplumun sigortası çalışıyor, onların saçtığı ışık hüzmeleri toplumu aydınlatıyor demektir, aksi halde ise, toplumun sigortası atmış ve o toplum karanlığa gömülmüştür. Şu an biz de bu hali yaşıyoruz desem abartmış sayılmam, durum bu kadar kritik.
Peki, “bazı dostların mevcut gidişatın geri döndürülemez durumda olduğu şeklindeki düşünce ve telkinlerini kabul etmiyor musunuz?” şeklindeki suale iman sahibi bir insan olarak olumlu bir cevap veremiyorum. Yeryüzüne rahat etmek, konforlu bir hayat sürmek, ev-bark, çoluk çocuk sahibi olmak için gelmedik. İmkanlar, haklar ve beraberinde sorumluluklarla teşrif ettik bu dünyayı. Hedefimiz her şeyin sahibinin Allah olduğu inancıyla hiçbir umutsuzluk telkinine kulak vermeden, adil şahitliğin gereklerini yerine getirmek ve sonucun Allah’tan olduğu inancıyla hak üzerinde sabit kadem durmaktır. Bu iman şuurunu kaybeden toplumlar ummanın ortasında rotasız kalan gemiye benzer, hangi kayaya çarpıp batacağı da kestirilemez.
Sonuç olarak toplumun içindeki az sayıdaki adil şahidin bir araya gelerek, güç birliği etmeleri, çağın bu yaman problemi konusunda uyarılarda bulunmaları, tedbirler geliştirmeleri, doğru teşhis koymaları ve acil bir tedavi süreci başlatmaları, güç ve iktidar sahiplerini vazifeye davet etmeleri farz derecesinde bir vecibedir.
Nasıl olacağını bir sonraki yazıda yazacağım inşallah.