Türkiye’deki çeşitli etnisitelere mensup vatandaşlar olarak sanki son yıllarda gittikçe daha hızlı çekimde gösterime giren bir filmi izlemekteyiz. Daha doğrusu sadece izleyici olarak kalmanın imkânsız olduğu bir filmin zorunlu figüranları gibiyiz. Senaryodaki rollerimize razı değilsek de çaresiziz. Bizden istenenin sınırlarını biraz esnetmek ya da değiştirmek için yapabileceğimiz pek fazla bir şey yok. Her ayrıntısı hesaplanmış ve tek bir hedefe ulaşmak üzere istikamete kilitlenmiş bir program var önümüzde. Bu hedefin gayrı meşruluğu aslında fark edilmeyecek gibi değilse de senaristler buna bambaşka anlamlar yüklediler ve itiraz edeni toplum dışına itecek ağır ithamlarla saf dışı bırakma yolunu tuttular. Beşer olarak en alt katmandan iptidai duygularımızın okşanması ve çoşturulmasının sağladığı hazzı terk edip hukuk ve adalete teslim olmak henüz ergenliğin sınırlarında dolaşan toplumumuzun kolayca başarılı olabileceği bir sınav değildi ve olmadı da. Geldiğimiz noktada güçten yana hizalanmaya teşne insanımız için birbirini izleyen seçim sabahlarında ya da kurgulanmış çeşitli kutlamalarda bir adrenalin boşalması yaşamanın ve en yakını dahi olsa hiçbir riske girmeden kibirli ve ağır sözlerle itham edebileceği bir muhatap bulmanın somut hazzı, ancak zihinsel çabalarla ulaşılabilecek soyut kavramları görünür kılma çabasıyla değiştirileceğe benzemiyor. Dar bir yokuşu tırmanmayı yokuş aşağıya geniş bir caddede koşmaya tercih edecek kıvamdan çok uzaktayız maalesef.
Uzaktayız çünkü, Türkiye toplumunun ekseriyatını teşkil eden kitleler cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendilerine yaşatılan hor görülmüşlük ve ikinci sınıf vatandaşlık hissiyatından hareketle fırsat düştüğünde tercih edebilecekleri en olumsuz tavrı benimsediler ve rövanş almaya giriştiler. Böylece geçirilen sıkıntılı dönemin getirileri heba edildi, bu zorlukların daha olgun, makul ve yüksek ahlaklı bir toplum olmamıza yardım etmek yerine iptidailiklerimizi desteklediğine üzülerek şahit olduk.
Gelinen noktada gayri ahlaki tutumların erdem gibi sunulduğunu ve insani ve İslami saiklerle buna itiraz edebilecek kişilerin ya korktukları ya da artık hakikaten bir akıl ve ahlak tutulmasına maruz kaldıkları için ses çıkarmadıklarını görüyoruz. Tablonun bu derece keskin çizgilere sahip olması, tarihimizde daha önce tecrübe ettiğimiz bir durum değildir. Öyleyse ne yapmalı?
Elbette bu sıkışmışlık içinde toplumun ahlaki değerleri dert edinecek bir yola girebilmesi için bir istikamet belirlemeye çalışan ve güç sahiplerinin dayattığı gündeme teslim olmamak için direnenler olacaktır. Mevcut siyasi aktörlerin ülkenin bu ağır hastalığına çare üretecek yetenek ve adanmışlığa sahip olmadıkları ittifak edilen bir husustur. Görülebildiği kadarıyla her kesimden bu tarife uyan kişilerin hemen hemen tamamı gelinen durum itibarıyla oldukça uzun erimli ve tabandan neşet eden çalışmalar üzerinde durmaktadırlar. Uzun zamandan beridir toplum, iyileşmek ve mesela hırsızlığa, kayırmacılığa, ülke kaynaklarının müsrifçe harcanmasına, tabiatın ifsat edilmesine, üretime dönük faaliyetlerin hazırcılıkla değiştirilmesine canlı ve etkili bir şekilde itiraz edebilmek için küçük bile olsa bütün hayat pratiklerinde canlı, aktif, yaşayan doğru örnekler görmeyi neredeyse unutmuş durumdadır. Bilhassa son yıllarda umumun alim, arif, fazilet sahibi olarak hürmet ettiği şahsiyetlerin iktidar gücü karşısında kamu haklarının ihlal edildiği apaçık cürümlere bile değil yüksek sesle itiraz etmek, en ufak bir muhalefetten bile kaçındıkları, hatta durumu tevil etmek için zorlama yorumlar yaptıkları çok acıklı vakıalardandır. Bu durumda bütün sosyal ve ekonomik kesimlerden mevcut vaziyete razı olamayan bütün erdemli insanlar tek tek kendilerini vazifeli hissetmelidirler. Bugüne kadar bizi defalarca hüsrana uğratan, büyüdükçe sivilliklerini kaybeden ve siyasetin bir organı gibi davranan yardım kuruluşlarından bahsettiğim zannedilmesin. Bu yazının konusu toplumdaki mazlumları nasıl arayıp bulacağımız, sistemin açtığı delikleri yamayarak artıların yine sistemin hanesine yazılmasını nasıl sağlayacağımız değildir. Bunu en ihlaslı duygularla yapanlar elan mevcuttur ve olmalıdır da. Ama içinde bulunduğumuz anestezi halinden kurtulmamızı sağlayacak, toplum olarak kıvamımızı değiştirecek, bizi iyileştirecek hareket, mazlumların zulmün nereden geldiğine ve nasıl uzaklaştırılacağına dair bir uyanıklığa kavuşmasıyla gerçekleşebilir. Bu mevzuya biraz kafa yorduğumuz zaman pek çoğumuz ahlaken hasta toplumumuzun gözü önünde gerçekleşen ve hiçbir tepki almayan büyük ölçekli gayri ahlaki işlerin küçük ölçekte şahsi hayatlarımızda kanıksanmış olduğunu göreceğiz. Adaletsizliği ya görmüyor, ayırt edemiyor, ya da tepki gösterecek canlılıktan mahrum bulunuyoruz. Bu, toplumun tam olarak sağlıksız bir kıvama geldiğini göstermektedir. Bir an soluduğumuz havanın böyle adaletsizliklerin etkisiyle rengini değiştirdiğini varsaysak simsiyah bir gökyüzü altında boğulmakta olduğumuzu düşünebiliriz. Şahsi kanaatim herkesin kendi sınırlı çevresinde, küçük sayılabilecek hayat pratiklerinde kimsenin gözüne sokma, reklam yapma gayretine girmeden, mütevazi ama emrolunduğumuz gibi dosdoğru hayatlar sürme çabasını önemsemek zorunda olduğudur. Maruz kaldığımız ve şahit olduğumuz adaletsizliklere itiraz etmek, bulunduğumuz konumu, ilişkilerimizi, konforumuzu adaletsizliğe tercih etmeyerek ve hak sözün kendisinden kaynaklanan tesirine yaslanarak sesimizi yükseltmek de bu çabaya dahildir. Ancak toplumda belli bir yoğunluğa, görünürlüğe ulaşan ve birbirleriyle sağlam ilişki içinde olan bu çabalar toplumun kıvamını ve siyah göğümüzün rengini değiştirebilir, küçük büyük eline yetki geçiren her idareci, gayri ahlaki, gayri insani yetki suistimallerini üzerimizde pervasızca uygulama cesareti bulamaz, hukukun saygınlığı topluma yeniden avdet eder, insani kalkınma gerçekleşir. Bugün hiçbir derdimize derman olamayan siyaseti sağlıklı bir zeminde yeniden oluşturmak istiyorsak her alanda işini iyi yapan, hukuksuzluğa, kayırmacılığa, liyakatsizliğe prim vermeyen, erdemli insanların bir arada sivil beraberlikler oluşturması ve doğru işler yapmada dayanışma içinde olması şarttır. Mesela asla kandırılmayacağımıza ve en ideal şekilde hizmet alacağımıza kani olduğumuz bir mimarlık ofisi olmalıdır, bir hastane kurulmalıdır, bize asla riyakarca davranmayacak hakikatli bir komşumuz bulunmalıdır, sokakta, asansörde selam alıp verdiğimiz insanlar mahallemizde çoğalmalıdır vs.
Eğer gidişattan memnun olmayan ve gelecek nesillere adalet, merhamet ve dürüstlük ilkesi ile ayakta duran bir toplum düzeni miras bırakmak isteyen kişilerdensek bir yerden işe başlamak zorundayız. Mikro ölçekte tesis etmeye başlayacağımız bu insani toplum düzeni eşzamanlı olarak şahit olduğumuz her türlü ahlaksızlığa da yüksek sesle itiraz etmeyi, bunu yaparken kınayanın kınamasından korkmadan risk alabilmeyi de gerekli kılar. Umuyorum ki aramızda ikinci bir kişiye bile ihtiyaç duymadan kendinden başlayarak bu devrimi gerçekleştirme iradesini gösterebilecek fazla sayıda kişi bulunmaktadır. İnancım odur ki, çözüm nefislerimizden başlayacaktır ve Allah, (CC) yeniden başlayanların yardımcısıdır.