Önceki yazımızda Türkiye için tarih boyunca hep hayati önem taşımış iki coğrafyada, Batı’da ve Ortadoğu’da, AKP’nin yürüttüğü dış politikanın endişe verici bir tıkanma noktasına geldiğine işaret etmiştik.
Bu yazıda bizim için yine hep önemli olmuş Rusya ilişkilerini inceledikten sonra, uluslararası alanda Türkiye’nin durumunu ele alan genel bir değerlendirme yapacağız.
Rusya-Türkiye arasındaki güç dengesi geçmişe kıyasla bugün hayli farklı bir durumda. Birinci Dünya Savaşı’na kadar yaklaşık 350 yıl boyunca, Osmanlılar ortalama 21 yılda bir Rusya’yla savaş yaptı. Bu savaşların arkasındaki büyük bir neden, Rusya’nın Kırım dahil Karadeniz’in kuzey sahillerine dönük sürdürdüğü müthiş baskı idi.
Karadeniz’in kuzey sahilleri için yapılan Rus-Osmanlı savaşları, Avrupa tarihinin en uzun süren çatışmaları arasında yer alır. O dönemde Osmanlı bütün gücünü son zerresine kadar harekete geçirdi ve Rusların aralıksız baskılarına karşı kahramanca direndi; bazı savaşları kazandı, ama sonunda kaybetti. Ruslar Karadeniz’e indi. Arka planda yatan neden Osmanlının modernleşme yolunda Rusların en az 150 yıl gerisinde kalmış olmasıydı.
Bugün dengeler çok farklı. Rusya’nın sahip olduğu muazzam nükleer silah stokunu bir an için göz ardı etsek bile, Türkiye’nin konvansiyonel silahlarla sınırlı bir çatışmada dahi Rusya’yla boy ölçüşme şansı artık yok.
Kendi algılamasına göre orta vadede Rusya Federasyonu’nun güvenliğine dönük en büyük tehditlerden biri, ülkenin en az %12’sini oluşturan Müslüman nüfus arasında Cihatçı Selefi ideolojinin güçlenmesi.
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin üç temel hedefi olduğu söylenebilir: O bölgede Cihatçıların barınıp güçlenmesini engellemek; Rusya’nın Ortadoğu’da yitirdiği etkinliği tekrar kazanmak ve bu iki amaca en iyi hizmet edecek Esed iktidarının yıkılmasını önlemek.
Rusya Suriye’de kazandı ve şimdi her üç hedefine de neredeyse mükemmel bir şekilde ulaşabilecek konumda. Üstelik bu zaferi nispeten az askeri zayiat ve düşük maliyetle elde etti. Ayrıca yeni geliştirdiği silahları gerçek savaş koşullarında deneme imkanı buldu. Güvenilir gözlemcilere göre Suriye savaşının Rusya’ya yıllık maliyeti sadece 1,5 milyar dolar civarında oldu.
Türkiye ise Suriye’de, ABD liderliğindeki cephede yer aldı ve savaşın akışını şekillendiren kritik görevler üstlendi. Savaşın kaybedilmesi ve Esed rejiminin kalıcı olduğunun anlaşılması, AKP iktidarını hayli zor durumda bıraktı. Muhtemel hasarların önünü kesmek için hızlı bir hamleyle,büyük ölçüde farklı hedeflere sahip Rusya cephesine geçildi. AKP yönetimi bir taraftan da Rusya ve ABD’yi birbirine karşı kullanmaya başladı.
Savaşı kazandığı belli olduktan sonra Rusya’nın aslında Türkiye’ye çok fazla ihtiyacı yok. Türkiye’nin tek başına Suriye savaşını sürdürmesi mümkün değil. Şimdi Türkiye’nin Rusya’ya ihtiyacı, Rusya’nın Türkiye’ye ihtiyacından kat kat daha fazla. Öyleyse Putin niçin kendi temel hedeflerini paylaşmayan AKP iktidarının bu ani saf değiştirme hamlesini kollarını açarak kabul etti?
Suriye ve Ortadoğu’nun önceliği Moskova için hayli yüksek olmakla birlikte, Rusya’ya bugün en büyük tehdit çok net bir şekilde Batı’dan geliyor. Uygulanan ekonomik yaptırımlar, NATO’nun sürdürdüğü stratejik kuşatma ve Batı’da yaygın Putin’i şeytanlaştırma eğilimleri Moskova’yı bunaltmış vaziyette.
Putin’in amacı Türkiye’yi NATO’dan kopartmak. Eğer bunu başarırsa, Suriye’de elde ettiğinden daha büyük bir başarı, hatta 21. yüzyılın en büyük stratejik zaferini kazanmış olacak. AKP’nin Suriye’de saf değiştirmesini büyük mutluluk duyarak kabul etmesinin nedeni, NATO’yu çatlatıp Rusya’ya müthiş kazanç sağlayacak ama hiçbir risk içermeyen bu olasılık.
Ancak Türkiye için durum farklı.
Türkiye gibi orta boy bir gücün, kendisinden çok daha güçlü iki büyük devleti birbirine karşı kullanarak çıkar sağlamaya çalışması son derece tehlikeli bir oyun. Her an ve hiç beklenmedik bir noktada, iki büyük devletin birinden şiddetli darbeler alabilir. Büyük bir gücün Türkiye’nin çıkarlarına ağır hasar vermesi için savaş dışında dahi yapabileceği çok şey var. Bu durum Rusya için de Amerika için de geçerli.
İkincisi, Ankara cephe değiştirerek savaşta kaybeden tarafta olmanın zararlarını şimdilik bir ölçüde de olsa dengeledi ve Suriye’de etkili oyunculardan biri görüntüsü kazandı; ama ciddi bir bedel karşılığında. AKP’nin Suriye siyaseti şimdi, Suriye ötesinde de sonuçları olabilecek şekilde, Rusya’ya rehin düşmüş durumda.
Ankara’nın artık Suriye’de, Rusya’nın onaylamadığı bir davranış içinde bulunması pek mümkün değil. Askeri harekât yapabilmesi veya orada bulunan askerlerini tutmaya devam edebilmesi Rusya’nın onayına bağlı. ABD’nin önümüzdeki aylarda Suriye’den askerlerini çekmesiyle, Ankara’nın ABD ve Rusya’yı birbirine karşı kullanma imkanı daralacak. Buna karşılık Moskova’nın eli Türkiye’ye karşı daha da güçlenecek.
Bu sıkıntılı durum ne yazık ki sadece Suriye’yle sınırlı değil.
Ortadoğu’da yeni bir stratejik denge kuruluyor. Yeni dengenin önemli bir parçası Lübnan, Suriye, Irak, İran’dan oluşan ve liderliğini yine Rusya’nın yaptığı ittifak. Ortak karargâhları bile var. Amerika ve İsrail’in bölgeyi şekillendirme girişimlerine karşı duran ve “Direniş İttifakı” diyebileceğimiz bu gruptaki ülkeler, en başta Suriye olmak üzere, aynı zamanda AKP iktidarının bölgede izlediği siyasetten rahatsız. Suriye ve diğer Direniş İttifakı ülkelerinin Türkiye’ye zarar vermeyeceği konusunda garantör olabilecek tek güç yine Rusya.
Bu durum AKP iktidarının sadece Suriye’de ve bölgede değil, onun ötesinde ve mesela Batı’yla ilişkilerinde de Rusya’nın işine gelmeyen adımlar atmasını son derece zorlaştıracaktır.
Suriye’de ani cephe değiştirme hamlesinin Türkiye için doğurduğu üçüncü sorun, yarattığı güven kaybıdır. Bunu daha ayrıntılı bir şekilde aşağıdaki bölümde ele alacağız.
Mevcut dış politikanın yarattığı ürkütücü riskler
Bu ve bir önceki makalemizde yer alan değerlendirmeler, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde ürkütücü risklerle karşı kaşıya olduğu gösteriyor.
Batı’yla ilişkiler ciddi bir kriz içinde. Krizin en belirgin işaretleri AB üyelik adaylığının ve NATO üyeliğinin artık sadece kağıt üzerinde kalmış olması.
Yumuşak karnı altında, hemen her Ortadoğu ülkesiyle ilişkiler bozuk veya kavgalı. Müslüman Kardeşler eksenli bölge politikası tecrit ve hüsranla sonuçlandı.
Şimdi Ortadoğu ülkeleri iki farklı oluşum etrafında toplanıyor. Birincisi yukarıda işaret ettiğimiz Direniş İttifakı. İkincisi ABD-İsrail desteği altında bir araya gelen Mısır, Suudi Arabistan, BAE gibi Sünni Arap ülkeleri. Sünni İttifak denebilecek bu işbirliğine, Türkiye’nin geleneksel dostu Pakistan’ın da katılacağı anlaşılıyor.
Direniş İttifakı ve Sünni İttifak’ın birbiriyle çatışan hedefleri var. Ama her ikisinin de ortak yanı, Türkiye’ye karşı dostça olmayan niyetler beslemesi. Hatta Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin Türkiye karşıtı niyetlerini uygulamaya geçirdiği biliniyor.
Diğer taraftan Ankara’nın Suriye ve bölge siyaseti önemli ölçüde Rusya’nın kefaletine bağlanmış durumda. Ankara’nın bölgede bağımsız hareket alanı daha önce hiç bu kadar daralmamıştı.
Kamuoyu eğer bu vahim tablonun yeterince farkında değilse, en büyük sorumluluk hiç kuşkusuz uyur gezer muhalefete ait. Dış ilişkilerde yaşanan korkutucu sorunlar karşısında muhalefet, kamuoyunda karşılık bulacak bir söylem geliştiremedi. Bir deneme dahi yapmamış olmaları, aciz oldukları kadar işin ciddiyetinin de bilincinde olmadıklarını gösteriyor.
Ürkütücü risklerin en çok farkında olan yine AKP iktidarının kendisi. Mesela Fırat’ın doğusu için planlanan, ama büyük devletler onay vermediği için yapılamayan harekât bunun işaretlerinden biri.
Suriye içinde 350 km derinliğe kadar ve büyük kısmı Kürtlerin yaşamadığı bölgeleri kapsayacak şekilde planlanan harekât, belli ki en az Kürt meselesi kadar yaşanan kuşatılmışlığı kırmak için de tasarlanmıştı. Pek çok işaret gösteriyor ki, açıkça ifade edilmeyen önemli bir amaç, Suriye topraklarında Şam rejimine karşı mukabil güç alanları yaratmaktı. Yandaş medyanın bu harekâtı, hiç isabetli olmayan bir benzetmeyle, İkinci Kurtuluş Savaşı diye nitelendirmesi de aynı anlaşılabilir endişelerden kaynaklanıyordu.
Batı, Ortadoğu ve Rusya ilişkilerinde yaşanan derin sorunlar, bizim dışımızda, müdahil olmadığımız ve sorumluluk payımızın bulunmadığı gelişmelerin sonucu ortaya çıkmış değil. Aksine hemen hepsi büyük ölçüde AKP iktidarının izlediği siyasetten kaynaklanıyor
Mesela AB’yle ilişkilerin kopmasının ana nedeni, demokrasi ve hukuk devletinden uzaklaşılmış olması. Dost ve komşu ülkelerle ilişkiler iyi yönetilemedi, kavga edildi ve en hayati konularda akıl dışı zikzaklar çizildi.
Akıl dışı zikzak, ülke çıkarlarının rasyonel hesabı temelinde değil, ideolojik ön yargıların etkisi altında fevri dürtülerle siyaset oluşturmak ve sık sık çizgi değiştirmektir.
Ciddi stratejik analizlerde Ankara’nın izlediği siyaset için şu sıralarda sık kullanılan deyimlerden biri, İngilizce olarak, “wild card” ifadesi.
Bu ifade kelime anlamı itibariyle, iskambil oyununda kendisi belirli bir değer taşımayan (as, papaz, kız vs.), ama duruma göre her hangi bir değeri alabilen kağıt için kullanılır. Uluslararası ilişkiler açısından anlamını, yarın ne yapacağı belli olmayan ve öngörülemeyen oyuncu diye ifade edebiliriz.
Mesela AKP iktidarı Avrupa Birliği’ni önce birinci stratejik öncelik ilan etti, daha sonra onların Nazi ve Faşist olduğunu.
Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılalım, bizi de alın rahat edelim dediler, sonra Rus uçağı düşürüldüğünde Moskova’dan patlayan öfke dalgası karşısında NATO üyeliğini hatırladılar, NATO gelsin bizi kurtarsın çağrıları yaptılar.
5-10 tane Tomahawk füzesi atmak yetmez, şiddetli bombardıman gerekir diye Amerika’nın büyük bir askeri güçle Suriye’ye çullanması için defalarca davetiye çıkardılar, şimdi Amerikan askerleri bir an önce Suriye’den gitsin diyorlar.
General Sisi darbe yaptı diye Arap dünyasının en büyük ülkesi Mısır’ı karşılarına aldılar, Mısır’ın komşusu Sudan’da darbe yapıp iktidara gelen Albay Beşir’in en yakın destekçisi oldular.
Suriye’de Esed’i devirmek isteyen cephenin en aktif üyesi idiler, şimdi Esed’in en büyük hamisi Rusya-İran safındalar.
Saymakla bitecek gibi değil.
AB üyeliği, NATO üyeliği, Şangay Örgütü üyeliğinden sonra şimdi gelinen son nokta, İslam Dünyası’nın liderliğine oynamak.
Ama o noktada küçük bir eksik var: En az 200 yıl geç kalmış durumdalar! Milli devletler çağında artık hiçbir ülkenin İslam Dünyası’na lider olma şansı yok. Ayrıca, içeride Ötüken Türk milliyetçiliğine sarılıp, dışarıda ümmetçilik nasıl yapılabilir?
Uluslararası ilişkilerde çelişkilerin ve sık rota değiştirmenin sonuçları olur. Deneyimli bir Rus dış politika uzmanının Türkiye bağlamında işaret ettiği gibi, bu kadar çok zikzak yapan bir ülkeye, Moskova ve Washington dahil, dünyanın hiçbir başkentinde fazla güven duyulmaz.
Türkiye’nin dış ilişkileri tıkanmış durumda ve kapıda bekleyen ağır riskler var. Stratejik riskler genellikle büyük kriz günlerinde gerçek tehdit şekline dönüşür. Olayların akışı birden hızlanır, her şey çok çabuk olup biter.
Türkiye’nin hangi krizde hangi tehditlerle karşılaşacağını öngörmek zor. Ancak bu kadar ağır risklerin içinden sağlam şekilde sıyrılabilmesi için çok şansa ihtiyacı var.