21.yüzyıla adım attığımız bu dönemde, insan haklarının yaygınlaşması, çevrenin korunması ve sosyal hakların geliştirilmesi gibi evrensel değerlere sahip olmamız gerekirken, dünyada hâlâ savaşların sürdüğünü ve masum insanların, çocukların, yaşlıların öldürüldüğünü görmek büyük bir çelişki yaratıyor. İnsan haklarına saygının, adaletin ve vicdanın merkezde olduğu bir çağda, tek bir insanın öldürülmesi bile tüm insanlığın öldürülmesi olarak kabul edilmeliyken, nasıl oluyor da bu vahşet hâlâ devam edebiliyor? İnsanların birbirine zarar vermesi ancak nefsi müdafaa durumunda meşru görülebilirken, bunun dışında hiçbir gerekçeyle insan hayatına kast edilmemelidir.
Bir düşünün; bir Türk vatandaşı İsrail’de Yahudi bir ailede doğabilirdi. Bir İtalyan, Türkiye’de Müslüman bir ailede yetişebilirdi. İnsanlar, doğdukları coğrafya, etnik köken veya dinleri nedeniyle birbirlerinden farklı değillerdir, kendilerinde seçim hakkı da yoktur. Hepimiz aynı gezegende yaşayan, aynı ihtiyaçlara sahip canlılarız. Peki, neden birbirimizi öldürüyoruz?
Bu çağda savaşın bir hafta, bir gün, bir saat değil, bir saniye içinde durması gerektiğini savunuyorum. İnsan hayatına duyulan saygı ve barışa olan inanç, savaşın acilen sona erdirilmesini zorunlu kılıyor. Aynı şekilde, silah üretiminin de derhal durdurulmasını ve kısa süre içinde “vicdani ret” konusunda uluslararası bir sözleşmenin yapılmasını talep ediyorum. Birbirini öldüren insanlar, liderlerin hırsları ve iktidar savaşları için hayatlarını kaybediyorlar. Oysa doğarken kimse ırkını, dinini, coğrafyasını ya da ebeveynlerini seçme şansına sahip değil. İnsanlar bu farklılıkları unutarak, bir arada yaşamanın yollarını bulmak zorundadır.
Kan Davaları ve İnsanlık Onuru
Kan davası, öç alma üzerine kurulu, ilkel bir gelenektir ve genellikle aileler arasında karşılıklı cinayetlerle sürdürülen bir öldürme zinciridir. Bir aile bireyine yapılan haksızlığa karşılık, aynı aileden bir başka kişinin öldürülmesiyle intikam alınır. Ancak bu zincirde masum bir insanın, başkasının suçu yüzünden canından olması kadar ilkel ve vahşi bir durum düşünülemez. Kan davası, bir hak değildir; hukuk devletlerinde intikam kişisel bir hak olarak kabul edilemez. Aksine, cinayet suçtur ve hukukun yaptırımlarına tabidir. Bu tür davalar, insan hayatına verilen değeri yok sayar ve toplumda şiddetin meşrulaştırılmasına neden olur.
Devletler de tarihsel olaylar ya da geçmişte yaşanan ölümler nedeniyle misilleme yaparak benzer bir döngüye girebilir. Devletler arasında yaşanan savaşlar ve çatışmalar, bir anlamda uluslararası düzeyde bir kan davası gibidir. Geçmişte yaşanan soykırımlar, işgaller ya da anlaşmazlıklar, devletler arasında uzun süreli düşmanlıklara ve karşılıklı saldırılara yol açabilir. Tıpkı aileler arasında yaşanan kan davalarında olduğu gibi, devletler arası çatışmalar da kısasa kısas mantığıyla devam eder. Bu, insanlık açısından büyük bir ilkeliktir ve şiddetin sonsuza dek süreceği bir döngü yaratır.
Çözüm Yolları: Adalet, Diyalog ve Eğitim
Hem bireyler arasında yaşanan kan davaları hem de devletler arası savaşlar, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biridir. Bu trajedilerin son bulması için ilk adım, adalet sistemlerinin güçlendirilmesi ve herkesin haklarını koruyan bir hukuk düzeninin sağlanmasıdır. Mağdurların tazmin edilmesi, adil bir çözüm bulunması ve taraflar arasında diyalog yoluyla sorunların çözülmesi önemlidir. Barış, yalnızca güçle değil, diplomasiyle sağlanmalıdır. Uluslararası hukukun güçlendirilmesi, ülkeler arası anlaşmazlıkların çözümünde önemli bir role sahip olmalıdır.
Toplumların eğitilmesi, barışın kalıcı hale gelmesi için hayati bir adımdır. Barışçıl çözüm yöntemleri, empati ve hoşgörü gibi değerler, her bireyin hayatında yer bulmalı ve nesiller boyunca aktarılmalıdır. Savaşın, şiddetin ve intikamın değil, barışın ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir dünya inşa etmek için hepimizin sorumluluğu vardır.
Sonuç
Bir insanın hayatı, hiçbir güç ve çıkar karşılığında feda edilemez. Savaşlar ve kan davaları, insanlığın vicdanına aykırıdır. Ne tek bir insanın ölümü ne de büyük savaşların yarattığı yıkımlar, toplumların geleceği için bir çözüm değildir. Barış, bir saniye bile geciktirilmeden sağlanmalı; insanlık, geçmişin yüklerinden kurtulup adalet, merhamet ve vicdan üzerine kurulu bir dünya inşa etmelidir.