Ülkemizde hem iktidara hem de muhalefete mensup elitler demokrasiyi hararetle, heyecanla savunuyor, müdafaa ediyor. Zahiren sanki ülkede ciddi bir demokrasi talebi varmış gibi görünüyor. Ancak bu, sanal bir aldatmacadan ibarettir. Büyük çoğunluğun demokrasi talebi, kendilerinin ve ideolojilerinin iktidar olması arzusundan ibarettir ve bu gerçekleştiğinde talepleri de sona erer.
Bunlara “demokrasi nedir?” diye sorulsa ortaokul kitaplarında yazdığı gibi “halkın kendi kendisini idaresidir” diye klasik bir tanım yapacaklardır. Bu tanımı biraz detaylandırmalarını isteseniz sadece az bir kısmı “siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi” diyebilir.
Bu son tanımı esas alarak Türkiye’de demokrasiye ne zaman geçildiği, halkın kendi kendisini yönetmesinin nasıl mümkün olduğu sorulduğunda ise “çok partili sisteme geçilen 40’lı yıllar” ve “Halk düzenli aralıklarla özgürce seçtiği temsilciler eliyle kendi kendisini yönetir” şeklinde formüle edilen klişe cevaplarla karşılaşılır.
Bugüne kadar halkın temsilcilerini hiçbir zaman özgürce seçememiş olması gerçeği ise hep göz ardı edilir.
Bir avuç elitin dışında kimse temsilcilerini seçme özgürlüğüne sahip değildir. İşte demokrasilerin en büyük çıkmazı, hastalığı da buradadır. O bir avuç elit elindeki imkanlarla halkın iradesini istediği gibi manipüle etmeye, saptırmaya, yanıltmaya muktedirdir.
Halkın önüne konulacak temsilcileri belirleyen parti delegelerini ise parti örgütleri belirler. Yani, partiyi elinde bulunduran elit grup, başta kendi yönetimlerini emniyete almak ve sonra da seçimlerde demokrasi göstergesi sayılabilecek bir eğilim / temayül yoklaması yaparak istedikleri adayları seçtirmek için emre âmâde kişileri belirlemektedir. Bu ucube delege sistemi demokrasi denilen bu cafcaflı, sırlı, sihirli lambaya yakıt sağlama görevini mükemmel bir şekilde yerine getirmektedir.
Belki de bundan sonra gelecek önemli sorulardan birisi de bu delegeleri seçme durumunda olan parti üyeliğinin nasıl işlediğidir.
Yetmiş yıllık demokrasi oyunu gösterdi ki, ideolojik karakterli olanların dışındaki partilerin aktif üyelerinin büyük çoğunluğu şahsi ve zümrevi gelecek ve ikbal kaygılarıyla siyaset yapma arzusu, iştihası olan kişilerdir. Milletvekili, belediye başkanlığı gibi bir ikbal beklentisi olanların üyelere yatırım yapmaları beklenir. Dolayısıyla nüfuz, güç / sermaye sahipleri kendi siyasi ikballeri için bu üyeleri / delegeleri motive etmek adına daima onları fonlar ve gelecekte kavuşacakları iktidarda mevki ve makam taahhütlerinde bulunurlar.
Anlaşılacağı gibi Türkiye’de demokrasi oyunu bir bakıma al-ver münasebeti üzerinden yürümektedir. Lider merkezli siyasal örgütlenmelerde delegeleri bile genel başkanlar belirler. Bu nedenle kurultaylarda tekrar genel başkan seçilmek ve arzusuna uygun parti karar organları belirlemek isteyenler bu dengeleri oluştururlar. Halkın tercihi değil, bir avuç seçkincinin demokrasi oyunudur bu.
Kitlelerin kültürel ve ahlaki seviyeleri de işin içine girince demokrasi diye bir rejimden bahsetmek mümkün olmaz. Elbette seçkinci düşünmüyorum ama içtimai kültürleri gelişmemiş avam / bedevi toplulukların siyasette belirleyici oldukları toplumlarda bu durum sahici bir sonuç doğurmaz, olsa olsa demokrasi adına otoriteryanizm doğurur. Bu toplumlarda demokrasi işlemez, halk dalkavukluğuna dayanan süfli bir alış-veriş olur.
Demokrasi idealini dillerine pelesenk edenlerin tutum ve davranışlarına, söz ve eylemlerine ve işlerindeki samimiyetlerine bakınca büyük çoğunluğunun mevcut siyasi ahlakı sürdürmeye niyetli, arzulu olduklarını görmek mümkündür.
Akıl ve hikmet sahiplerinin eriştiği hakikat şudur ki, dünyanın en ideal sistemine sahip olsa bile yönetim biçimi, iktidarda bulunan aktörlerin niyet ve arzularıyla şekillenmektedir. Adı ister demokrasi, isterse başka bir şey olsun sistemli adil bir idare inşa etmek her şeyden önce önderlerinin / liderlerinin niyet ve kararlılığına bağlıdır. Hele de bizim gibi demokrasileri gelişmemiş, muhteva kazanmamış ülkelerde siyasi hareketlerin liderlikleri önemlidir.
Ülkede bugün öyle olumsuz bir toplumsal dönüşüm var ki, bu dönüşümün önünü almak ve tersine çevirmek demokrasi havarisi kesilerek olmaz. Akla karanın, yalanla doğrunun bu derece birbirine karıştığı ve ahlaki anlamda bir tefessüh halinin yaşandığı bir toplumda öncelikle söz ve eylemleriyle ahlaki ilkelere sahip olduğuna emin olduğumuz bir lider ve ekibini iktidara taşımamız, hızlı bir siyasal dönüşümle medeniyetler yatağı Anadolu coğrafyasını çölleşmeden kurtarıp vahaya dönüştürecek bir temsil ve iradeye sahip olmamız lazım…
İnsanın kutsal değerlerini, enfüsi duygularını sonuna kadar istismara yönelmiş halk dalkavukçusu politikacıların icrai faaliyette bulundukları bir ülkede demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlemesi mümkün değildir. Bu yüzden kitlelere siyasi önderlik edeceklerin öncelikli çabası, toplumu bir ahlak inkılabına sevk edecek şekilde motivasyon aşılamalarıdır. Bunun dışındaki tüm iddia sahiplerinin nihai gayesi iktidarı ele geçirmek ve sahip olduğu ideolojiyi hakim kılmak olduğundan bu şartlar altında demokrasinin hakkıyla icra edildiği bir sistemi inşa etmenin mümkün olabileceğini söyleyemeyiz.

