Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş
Niyazi Mısri’ye bunları söyleten sebep neydi acaba? Kendi kendime soruyorum, Hz. Adem’den beri Habil-Kabil’den itibaren, iyilik-kötülük mücadelesi hep olmuş, biz mi aklımızı kullanmıyoruz? Yoksa Ziya Paşa’nın dediği gibi;
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez,
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan.
(Talihsiz olanın bahçesine bir damlası düşmez)
(Yağmur yerine inci ve mücevher yağsa gökten)
Mısralardan etkilenerek bahtımız mı yok bu coğrafyada diyorum ama ona da itiraz ediyorum. Çünkü Tanrı bu dünyayı insanoğluna kusursuz emanet etmiş. Siz aklınızla bu dünyayı cennete de cehenneme de çevirirsiniz diye akıl ve irade vermiş. Bugüne bakıyoruz müesses nizamda o kadar adaletsizlikler var ki, sürgünler, cinayetler, soygunlar, kutuplaşmalar, çevre katliamları, ahlaki bozukluklar, neler neler.. Bu hırs, bu kibir, yönetim, yönetilen, mezarlıklar da mı size insanlığı öğretmiyor? Yiyeceğe muhtaç insanlar, şatafat ve israf içerisinde yüzenlerin olduğu bir tezatta nasıl rahat edilir? Bu güzelim ülkemizde çaycı, memur, meslek sahibi, siyasetçi görev alırken, şef olurken, mit, emniyet kontrolünden geçiyor. Yani geçmişte hatası ve suçu olsa bile hayatın kayıyor. Hayat boyu suçlu. 1922’den itibaren sekizin üzerinde af çıktı. Halen topluma bu insanlar kazandırılmaz iken bir tweet yüzünden ceza alan bir ülke haline nasıl geliniyor? Meşhur İtalyan hukukçu Cesare Beccaria 1700’lü yıllarda yayınladığı eseri ile pek çok ülkenin yargı reformunun gerçekleşmesine ilham vermiş hatta ABD yasasını hazırlayan Thomas Jefferson’u bile etkilemiş. Lakin bizimkileri halen kendi kaynaklarımız da etkilemiyor. “Suç bireyseldir” diyen Hz. Ali’den de etkilenen yok. “Devletin dini adalettir” diyen Hz. Ömer’den de etkilenen yok. Yalnız parti toplantılarında, televizyon ekranlarında gür seslerle bunlar konuşulur ve nasihat edilir de niçin uygulanma olmaz? Demek ki sözde etkilenilmiş. Yargıda kurum kanaati diye, yeni bir suçu bu dönem yaşıyoruz. Üstelik adaletin başında bulunmuş sorumlu; “kişiler suçsuz bile olsa onları işten atılması tasarrufumuzdur” diyebiliyor.
Yargıdan beraat almış, işine döndür, yok! Pasaportumu ver, istenilmediğim yerden gideyim, yok! Sigortalı çalışayım, yok! Nasıl bir uygulama, anlaşılır gibi değil? Kurumlar adaletle yönetilir, öç alma yeri değildir. Kim olursa olsun. Bu plan öyle basit bir uygulama hiç değil? Peki milletvekilleri, siyaset bunlardan ne zaman uyanacak? Sadece rejimin haber kaynağından mı insanları yargılayacaksınız? Bağımsız yargı nerede? Suçluyu savunmak elbette istenmez ama yeter ki siyasetin emrinde olan adalet değil, bağımsız adalet karar versin. Aynı bugünkü uygulamaları yarın bunu yapanların başına gelmeyeceği ne malum, garantisi var mı? Devlet, kişilerle, sınıflarla, imtiyazlarla, aile ve partizanlıkla yönetilmez. Devlet millete dayanır ve kurumları ile yönetilir. Bu kavramlar, anayasadır, meclistir, üniversitelerdir, sivil kuruluşlardır, her şeyden önce ADALETTİR. Bu toplumsal hastalıktan nasıl çıkacağımızı kavramadıkça umuttan bahsetmek netice vermez.
Şunu ortaya koymalıyız, hepimize düşen görev “kim yönetecek ve nasıl olmalı?” Çağdışı ve insan onuruna aykırı, demokrasi dışı rejimler adı ne olursa olsun mutluluk getirmez, huzur bozar. Bugünün şartlarında demokratik yönetim ilkesini ortaya koyanları uyandırmak ve silkelemek rıza toplumu yaratmanın hasletlerindendir.
Derman, derdi bilen ve yaşayanlarla çözülür. Her merhem her yaraya iyi gelmez. Baş başa, başta padişaha bağlıdır ifadesinden ziyade herkesin özgürce fikrini beyan edeceği yeni bir anlayış ve siyaset yapılanmasının olması şart. Bu konuda suçluyu aramak yerine suçu yok edelim düşüncesi ile yola çıkalım. Şu an bile bunun ıstırabını yaşayan her siyasi çatıda, sivil kuruluşlarda, ayrımsız hakikatleri savunanlara da saygı duymak gerekir.
Devlet az yönetir, çok denetler, saydamdır, şeffaftır. Sopasını ve merhametini adaletle uygular. Duygusal değildir. Yaşanabilir bir ülke istiyorsak geleceğe yürüyecek kadroların bunu düşünmesi lazım.
Hayat; başarının takdir edilmesi, başarısızlığın da hesabının sorulması üzerine kuruludur. Bunun aksini iddia, hayata ve mantığa aykırıdır. Prensiplere ve başlangıçta ortaya koyduğu namus ve şeref sözünü, yazılı taahhütlerine aykırı davranan, önderlik ettikleri kitleleri başarısızlığa sürükleyen liderlerin sorgulanması gerekmez mi? Gayri meşru işleri, kutsal değerlerle uyutmaya çalışanlara elbette yanlışlarını söylemek cesareti erdemliktir. Bir santim yükselmek için, bir metre eğilmek ancak ahlaksızların marifetidir.
Genel prensip ve değişmez kurallar yerine kişisel otoriteye itaat ancak cahiliye döneminin, orta çağ döneminin alışkanlıkları idi.
“Benim faydam ve iyiliğim, sizin için nesebimden daha hayırlıdır” diyen Ebu Müslüm Horasani hayranları, niçin bunları sadece dilde zikredip, kalplerinde uygulamaz? İnsaniyet kardeşliğini beslemek gerekirken kötü huyları beslemek hangi insanlığın ölçüsünde vardır. Her dönem kendi başına anlamlıdır, kendi dinamikleri ile incelenmelidir. Kıldığı namazların, çektiği tespihlerin, yaptıkları umrelerin sayıları ile övünenler, kirli siyasetin temsilcilerini niçin sorgulamazlar? Bu dönemler, suskunluğu gevezelerden, hoşgörüyü hoşgörüsüzlerden, kibarlığı da kabalardan öğrenme imkânını sağladı.
Halil Cibran der ki; “Birlikte güldüğümüz kişileri unutabilirsiniz ama birlikte ağladığınız kişileri asla unutamazsınız.” Milleti ağlatmaya devam etmeyin. Değer ittifakları diye, çıkar ittifaklarının gizli pazarlıkları sizleri doğru yola götürmez. Bunlara sessiz kalınabilir mi? Gıdamızı ilimden, akıldan, hukuk ve demokrasiden alarak alternatif düşünceleri aramak ve gerçekleştirmek görevimiz olmalıdır. Kötülerin işlerine uyan olmayacağız.
Siyasette de taklitten çıkıp yeni icatlara yöneleceğiz. İlim ve akılla hareket etmek gerekir. Siyasetin, demokrasinin alanını iyice daraltan statükoya karşı; yan yana yürüyerek dayanışma ile, yanaşma düzeninin tahribatını sivilleşme ve demokratik anlayışla yok edeceğiz. Uyuyanları uyandıracağız. Yüksek göreve gelmek önemli değil, oranın hakkını ilim, ahlak ve adaletle vermek önemli. Akıl dimağda, ilim kalpte, haya gözdedir.
Devletin özü ile, ismi ile, bayramları ile, kurucu unsurları ile kavgalı olanlara insanlığı ve ahlaki meşru yollarla öğreteceğiz ve mücadelemiz hukuk zemininde olacaktır. Yılmak olmayacak elbette. Demokratik rejim her şeyden evvel elverişli ortam arar. Her vatandaşın görevi bu ortamı yaratmaktır.
“İnsan kendine benzeyeni arar” der Ziya Paşa. “İnsan odaklı bir anlayışı getirenlere destek vicdani sorumluluğumuzdur” der. Yılmak bize yakışmaz.
Rahmetli Abdurrahim Karakoç “Bir doğrunun imanı, bin yanlışı düzeltir” derken Akıl ve Özgürlüğümüz doğuş unsurumuzdur. Allah’ın verdiği donanımları kaderimiz olan coğrafyada insanlığın kazanımları için harcayalım. İmtihanımız bu olmalıdır.
Malcolm X de “Bütün uyuyanları uyandıracak bir tek uyanık yeter” der. Bu milletin kuruluşundaki ahlaki uyanıkları söndürecek kirli ittifaklar emellerine ulaşamayacaktır.
Hep çalkantılı dönemlerin müşterisi olmak iyilerin kaderi değil, onların karakteridir. Sen sabretsen de zaman sabretmez.