Türkiye’nin Bugünü ve Yarını SİVİL SİYASET Zemininde Tartışıldı
Sivil Siyaset Girişimi’nın düzenlediği basına kapalı toplantıya çok sayıda siyaset ve devlet adamı, aydın, entelektüel ve akademisyenler katıldı.
Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Haşim Kılıç, eski bakanlardan Ertuğrul Günay, Nevzat Ercan, Prof. Dr. Salih Yıldırım, Gürcan Dağdaş toplantıya katılanlar arkasındaydı. Açış konuşmasını Sivil Siyaset Girişimi adına Abdulbaki Erdoğmuş yaptı.
Abdülbaki Erdoğmuş’un açış konuşması:
Muhterem katılımcılar,
Hepinizi muhabbet ve saygıyla selamlıyorum…
Daha çok siyasetçilerin ve devlet yöneticilerinin klişe olarak kullandığı şu cümlelere dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
“Ülkemiz hassas bir dönemden geçmektedir. İçerde ve dışarda bizi bölmek, parçalamak isteyen hainler vardır!.. İrtica ve bölücülük en büyük tehdittir!.. Ezanlar susmayacak, bayrak inmeyecek!..” gibi söylemlerle korkular üzerinden asırlardır toplum susturulmaya, sindirilmeye çalışılmıştır.
Bu söylemler ve bu hamasi nutuklar, ne yazık ki hiçbir sorunu uzun süre gizleyemediği gibi, kronikleşerek günümüze taşınmasını sağlamıştır.
Bugün daha iyi anlıyoruz ki, hamaset ve cehalet üreten politikalarla; siyasal, sosyal, toplumsal, tarihsel, kültürel zenginliklerimiz iktidar kavgalarına alet edilmiş, dini-la dini bütün değerlerimiz, tarihsel birikimlerimiz iktidar kavgalarına feda edilmiştir.
Ayrıca, çözüm iddialarıyla atılan hamasi nutuklar, sorunları çözmek yerine daha da derinleştirmiş, sorun olmadığı halde “sorunmuş” gibi yeni sorunlar siyaset alanına servis edilmiştir. Bu sorunlar, zamanla siyaseti de esir almış ve nihayet bizi bu noktaya taşımıştır.
Bugün yaşanan krizlerin hepsi, iktidar kavgaları nedeniyle sorunlara karşı siyaset üretememenin ve sorunları ideolojik örtülere büründürerek çatışma aracı olarak kullanmanın sonucudur.
Siyasetin tıkanmasıyla birlikte, geleneksel istismar ve aldatma politikaları bütün çıplaklığıyla teşhir olmuş, din-ezan-bayrak-vatan-millet-ecdat-kardeşlik gibi hamasi söylemler inandırıcılığını yitirmiş, ilkel politikaların ilkel kaynakları ve dayanakları tükenmiştir. Böylece akıl-bilgi-hikmet-ahlak ve çözüm üretmekten yoksun bir siyasetin sonuna geldik…
Ne yazık ki halkımız ve bizler, kendi gerçeklerimizle, geleneksel politikalarımızla, müesses statüko ile yüzleşmek yerine, iktidar baronlarının yeni tezgahlarına düşerek çözümü; siyaseti sonlandırmakta bulduk.
AK Parti dâhil, Parlamentoda temsil edilen Partilerin, mevcudiyetlerini hala sürdürmeleri, siyasetin varlığına değil, siyaseti bizzat siyaset araçlarıyla itibarsızlaştırıp tamamıyla yok etmek içindir.
Bugün karşı karşıya kaldığımız sorun; artık bir iktidar, bir sistem veya ekonomik krizden ibaret değildir.
Yönetilemez hale gelen bir toplum ve devlet kriziyle karşı karşıyayız. Derin bir siyasal ve yönetim krizi yaşıyoruz. Toplumsal ve coğrafi olarak bir “beka sorunu” söz konusudur…
Özellikle yakın coğrafyamız; yakın bir gelecekte gerek bölgesel gerek ülke bazında bölünme, parçalanma, hatta dağılma gibi tehlikeli gelişmelerle karşılaşması kuvvetle muhtemeldir…
İşte bunun için, bu defa hamasi bir ifade olarak değil, gerçekten “hassas ve hayati bir dönemden geçiyoruz” diyorum…
Yeni bir siyaset ve yönetim aklı oluşturulamazsa, küresel güçlerin inisiyatifine, pazarlık masasına, paylaşım sofrasına gündem olacağımızdan, Sivil Siyaset Girişimcileri olarak endişe ve kaygı duymaktayız…
Yani endişe ve kaygılarımız öncelikli olarak ülkemiz ve insanlarımızın geleceği içindir.
Muhterem katılımcılar,
Esas itibariyle sadece ülkemiz, bölgemiz veya coğrafyamız değil, insanlık ve dünya küresel bir tehdit ile karşı karşıyadır.
Medeni dünyada dahi, değerlere olan inanç giderek zayıflamakta; İnsan Hakları, Hukuk, Çoğulculuk, Eşitlik ve Hürriyet gibi ortak değerler etkisini yitirmektedir. İnsanlığın geleceği, bizzat medeni dünya tarafından tehdit altındadır.
Friedrich Nietzsche’nin ifadesiyle “Uygarlık tarafından, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan, bir uygarlık çağını yaşıyoruz.”
Gerçekten de emperyal iştahın yeniden azgınlaştığı bir sürecin içinden geçiyoruz…
11 Eylül’de İkiz Kulelere düzenlenen saldırı sonucu başlatılan bu süreç; işgal, yıkım, yağma, talan, kan ve katliam ile aralıksız ve yoğunluklu olarak devam etmektedir. Bu yıkım ve talanın Ortadoğu ile sınırlı kalmayacağı, Asya, Afrika, Uzakdoğu’ya kadar uzanacağı çok açıktır!..
Bu sürecin süresini, yaşanacakları ve sonuçları şimdiden bilmek mümkün değildir ancak öngörülemez de değildir. Birinci ve ikince dünya savaşlarından sonra yaşananların bir benzerini yaşayacağımız ortadadır.
Ülkemiz, bu sürecin öznelerinden, aktörlerinden ve karar vericilerinden olmadığına göre, edilgen bir ülkenin akıbetini tahmin etmek neden mümkün olmasın?
Küresel politikaların ülkemize yansıması fark edilemeyecek gibi değildir. Aksine endişe verici, hatta korkutucu boyutlara ulaşmıştır.
Ülke olarak karanlığa gömülmüş durumdayız, daha vahim olanı; karanlık, topluma “aydınlık” olarak sunulmaktadır.
İdeoloji, kimlik ve korku siyasetine hapsedilmiş, ideoloji ve kimliklerin tutsağı olmuşuz. Başta din olmak üzere kimlikler üzerinden ayrıştırılıyoruz, kutuplaştırılıyoruz, ötekileştirilip düşmanlaştırılıyoruz…
Kuşkusuz her kimlik önemlidir, saygındır, yok sayılamaz, inkâr edilemez. Kimlikleri korumak, geliştirmek, zenginleştirmek, özgürleştirmek medeni olmanın bir gereği olduğu kadar, insanın yaratıcısına karşı da bir borcudur…
Ancak hak-hukuk-hürriyet-adalet-üstün ahlak-onur-emek gibi değerler, dini ve lâ dini her kimliğin üzerindedir. İnsanlığın ve insan ile kâinatın birleştirici unsurları kimlikler değil, söz konusu değerlerdir. İnsanı değerli kılan da yine bu değerlerdir…
Ne yazık ki toplum olarak, farklı kimliklere bürünerek dini ve lâ dini değerlerimizi, inançlarımızı, insanlığımızı, tarihi birikimlerimizi, tabiat güzelliğimizi, doğal varlıklarımızı, kentlerimizi, akarsularımızı, sahillerimizi yitirdik.
Hoşgörüyü, dayanışmayı, birbirimize güvenmeyi, aileyi, akrabalığı, dostluğu, komşuluğu unuttuk… En önemlisi de ahlakımızı ve vicdanımızı büyük ölçüde kaybettik…
Değerlerden arındırılmış ideolojik ve kimlik siyaseti, muhtemel iç çatışmalara, şiddete adeta zemin hazırlamaktadır…
Osmanlının dağılma süreci dışında coğrafyamız, hiç bu kadar dipsiz bir girdabın, koyu bir karanlığın, derin bir bataklığın içinde bocaladığı bir dönem geçirmemiştir.
Bugün, partiler üzerinden verilen kavganın ülkemizin nasıl yönetileceği, derin krizleri nasıl aşacağı ile ilgili değil, kimin yöneteceği, gücü kimin kullanacağı ile ilgilidir. Kavga iktidar kavgasıdır, hesap vermekten kaçma kavgasıdır.
Kavga, ülkenin geleceği veya bekası için değil, kendi gelecekleri içindir. Bu nedenle de bu kavgada meşruiyet, ahlak, nitelik, seviye, hatta siyaset aramak beyhude bir çabadır.
Ülke için, adalet için verilmeyen bir kavga, tarafları kim olursa olsun bizim kavgamız değildir. Enerjimizi, kıymetli zamanımızı bu kavgaya ayırmak, bu kavgayı kimin kazanacağına odaklanmak bizler için sadece kayıp olacaktır. Emin olunuz ki, kim kazanırsa kazansın, bu kavganın kazananı ülke olmayacaktır…
Sizlere, “tarafsız olalım” demiyorum…
Sivil Siyaset elbette taraftır… Ancak Adaletin, hukukun tarafıdır… Nitelikli, ahlaklı siyasetin tarafıdır… Barışın, ortak paydaların, birlikte yaşamın, ortak geleceğin ve ortak kaderin tarafıdır… Ve Ülke’sinin tarafıdır…
Değerli dostlar,
Bu noktaya gelmesinde siyasi sorumluluk iktidar partisine ait olsa da bu değişimin tek başına İktidarın veya bir liderin iradesiyle gerçekleştiğini söylemek pek gerçekçi değildir.
Hele hele iktidara oy veren halkı bundan sorumlu tutmak hiç de akılcı değildir. İktidar ve muhalefetiyle bütün siyasal kurumlar, partiler, bu partilerde siyaset yapanlar veya katkı verenler, sessiz kalanlar, duyarsız davrananların hepsi, belki de hepimiz sorumluyuz ve de vebal altındayız…
Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Bu karamsarlık, herkes gibi benim de ülke için duyduğum endişe ve kaygı nedeniyledir.
Karamsarım, çünkü sağduyu kaybolmuş, akıl devreden çıkmış, toplumsal bütünlüğü sağlayacak bütün değerler aşınmış; güvensizlik, duyarsızlık, belirsizlik, çözümsüzlük, karamsarlık topluma da, siyasete de hakim olmuştur…
Biliyorum, “Kral çıplak!” demenin zamanı geçti. Artık derin bir kriz ve kaos yaşıyoruz. Kara bulutlar üzerimize çökmüş, karanlığa mahkûm edilmişiz.
Kötülükler, sefalet, cehalet ve felaketler üzerimize yağıyor. Farkında olmamak, olup da sessiz, suskun, tepkisiz, gayretsiz davranmak bizi helak çizgisine yaklaştıran en büyük günahımız olarak boynumuzda asılı duruyor…
Muhterem Konuklar,
Tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyayız… Bu sorumluluğu sizlerle konuşmak ve paylaşmak için buradayız.
Bizim de sizlerin de kaygısı ülkemiz, insanlarımız ve gençlerimizin geleceğidir. İktidar veya muhalefet veya toplumsal kesimlerden herhangi birine düşmanlığımız ve karşıtlığımız söz konusu değildir. Amacımız; kişisel bir ikbal veya herhangi bir siyasi partinin iktidar olmasına katkı sunmak da değildir.
Mücadelemiz; insan kalabilmek, barış içinde birlikte yaşamak ve ‘onur’ içindir. Bunun için de, siyasi, etnik, inanç, din ve sınıf gibi farklılıklarımızı, birlikteliğimiz için sorun yapmadan ‘Yan yana, bir arada kalmayı başarmak’ için buradayız…
Sivil siyaset, kavgayı değil yeni yolu konuşmak, yeni bir yol için katkı sunmak için vardır. Sizler, vicdan, bilgi, ahlak, birikim sahibi saygın insanlarsınız… Unutmayınız, bir bu kadar da sorumlu ve ülkenize borçlu durumdasınız…
Enerjimizi ülkemiz için, ülkemizin geleceği için, hak-hukuk-adalet ve barış ülkesi için harcamak zorundayız. Borcumuzu, sorumluluğumuzu ancak bu şekilde ödeyebiliriz…
En azından ülkemiz için öngörülen muhtemel çatışmaları, bölünmeleri, parçalanmaları ve dağılmayı önlemek için yeni bir siyasete, yeni bir siyaset diline, yeni paydalara ve yeni paradigmalara olan ihtiyacı birlikte oluşturmak için yola koyulabiliriz…
Peki, Yeni Siyaset inşa etmek mümkün mü?
Elbette mümkündür, bu imkân öncelikle aydınların, entelektüellerin, siyaset adamlarının birikimlerinde mevcuttur. Sağduyu, sorumluluk bilinci, fedakârlık ve biraz da cesaret bu birikimi ortaya çıkarmak için yeterlidir.
Mevcut partiler bir tarafa, mevcut siyaset tarzı ve anlayışı ile bir YOL bulmak mümkün görünmüyor… Geçmişe dönmek hem mümkün değil hem de gerçekçi değildir… Tabir yerindeyse;
Eski hal muhal,
Yeni hal pür melal,
Ya Yeni bir YOL,
Ya izmihlal…
İzmihlal yaşamak istemiyorsak, Yeni bir YOL bulmak zorundayız… Siyaset; bizim için değil, ülkemiz ve insanlarımızın geleceği için zorunlu bir ihtiyaçtır… Sivil-Siyaset platformu, geçmişi değil, geleceği konuşma zeminidir…
Bu zeminde ideolojik ve kimlik çatışmalarını aşarak konuşmamız ve yeni bir yol açmamız gerekir…
İktidar ve muhalefet partilerini konuşmanın bir yararı yok… Hepsi bu vebale ortaktır… Sorun artık siyasetin, daha doğrusu siyasetsizliğin kendisidir. Siyasetsizliğin alternatifi de ancak yenide siyasettir.
Bunun için Yeni bir siyaset diline, yeni bir siyaset tarzına ve yeni siyasal paradigmalara odaklanmalıyız.
Ortak bir gelecek için yeni ortak paydalar oluşturmalıyız. Çağı doğru okuyarak Yeni bir Siyaset inşa etmek mümkündür…
Değerli dostlar,
YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!..