Toplumun bir kesiminin dilinde hak-hukuk eksik olmasa da kalpleri bunu tastik etmiyor.
Adil olmak gerçekten zor. İnsanın nefsiyle gerçekleştirdiği en zor mücadele… Bir müminin imanının sınandığı en önemli mevzu…
Adalet denilince nedense hep aklıma, Kur’an’da Nisa Suresinin 105 ila 115. Ayetler arasında kıssası anlatılan Ebu Ta’me olayı gelir. Allah Resulunun en sert uyarı aldığı bir kıssadır.
Evet, Rasulullah Allah’tan en sert uyarıyı ‘Adalet’ mevzuu ile ilgili almış.
Kıssa özetle şöyle cereyan etmiş;
Ebu Ta’me isimli güya Müslüman birisi bir başka müslümanın un çuvalı içerisinde saklı zırhını çalar. Çaldığı zırhı önce evinde saklar, sonra aranma korkusuyla komşusu bir Yahudi’ye emanet bırakır. Yani işin doğrusu Yahudi’ye kumpas kurar.
Zırhı çalınan kişi un izini takip ederek Ebu Ta’me’nin evine varıyor. Arıyorlar fakat bulamıyorlar. Ama izlerin orayı gösterdiği açık. Onun için sıkıştırıyorlar. Ebu Ta’me de sıkışınca Yahudi’yi işaret ederek, ona iftira atıyor.
“Gidin isterseniz arayın evinde bulacaksınız.” diyor.
Geliyorlar gerçekten zırhı Yahudi’nin evinde buluyorlar. Yahudi her ne kadar Ebu Ta’me’nin kendisine emanet bıraktığını ifade etmişse de muhataplarını ikna edemiyor. Niza Hz. Peygambere intikal ettiriliyor.
Ebu Ta’me’nin kabilesi ve taraftarları akşamdan kurdukları senaryo ve yalancı tanıklarla mahkemeye geliyorlar.
Yahudi, “Ta’me zırhı bana emanet bıraktı (ki o dönemde yaygın bir ameliye). Ben daha önce bunu falanlara söyledim.” der ve onlar da şahitlik yaparlar.
Ebu Ta’ma’nin akrabaları ise, “Biz Müslümanız..!” Yani “Şimdi biz Müslümanken bizim sözümüze değil de bir Yahudi’nin sözüne mi itimat edeceksin Ya Resulallah?” derler. İşi duygusal planda istismar etmeye, örtmeye çalışırlar. Daha doğrusu Hakkı ve adaleti değil, biz ve siz üzerinden kendilerine itimat edilmesini talep ederler.
Hz. Peygamber tabiî olarak, doğru gibi görünen bu iddiadan etkileniyor; neredeyse Ebu Te’ame’yi beraat ettirip Yahudi aleyhine hüküm vermeye hazırlanırken ard arda on ayet iniyor.
İlk ayet;
“Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.” (Nisa.105)
Evet, Cenab-ı Allah, hukuku ifsad etmek isteyenleri hain olarak niteliyor.
“Sakın hainlerin savunucusu olma…” Muhtemelen Kur’an’da Hz. Muhammed’e (sav) yönelik en sert ikazdır.
Ne için?
Bir Yahudi’nin hukukunun korunması için…
Kime karşı?
Kendisine iftira edilen ve kumpas kurulan bir Yahudi’nin karşısında Muhammed’in dinine tabi olduğu iddiasında bulunan ve bunun karşılığında kayırmayı bekleyen arsız ve ahlaksız bir kişiye karşı…
Allah’ın adaleti böyle tecelli eder. Umutların tükendiği anda beliriverir. Yine Nisa 135’in muhteşem ifadesiyle;
“Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa adaletten asla ayrılmayın, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”
Evet, insan, kendisi, anne babası ve akrabaları sözkonusu olduğunda ne kadar adil olabilir? Çok çetin bir sınav…
Hz. Ömer Medine otlaklarında dolaşırken, diğerlerine kıyasen daha besili bir deve sürüsü görüyor. ‘Kimin bunlar?’ diye sorduğunda, çevresindekiler, oğlu Abdullah’ı işaret ediyorlar. Oğlunu çağırıyor; ‘Neden senin sürün diğerlerine göre daha besili?’ diye soruyor ve ilave ediyor; “halbuki diğer sürülerle aynı otlaklarda otlanıyorlar.” Cevap vermekte güçlük çeken Abdullah’ın yerine Baba Ömer cevap veriyor; ‘Çünkü halifenin oğlusun diye daha verimli otlak alanlarını sana bırakıyorlar’ diye çıkıştıktan sonra cezasını orada kesiyor; “Ey Ömer’in oğlu Abdullah, hemen bu develeri sat. Elde ettiğin paradan, bu develeri satın alırken verdiğin ana sermayeni al. Geri kalan parayı hemen hazineye devret. O para Müslümanların fakirlerine dağıtılacak.”
Kendiniz, eşiniz, çocuklarınız, yakınlarınız, dostlarınız, ırktaşlarınız, dindaşlarınız sözkonusu olduğunda da adil davranabiliyorsanız; hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyerek tarafların kimliklerini, kişiliklerini, fakirliklerini, zenginliklerini; makam mevki sahibi olup olmadıklarını hesaba katmadan ‘hukukun kestiği parmak acımaz’ hesabıyla hükmünü veriyorsanız siz gerçekten kâmil insan olmanın şeref payesini elde etmişsinizdir. Yeryüzünün en zor sınavlarından birini başarmışsınız demektir.
Peki, insanların önemli bir kısmı neden hukuktan haz etmez? Hukuk devletini istemez?
Mesela bugün iktidar taraftarlarının önemli bir çoğunluğu hukukun egemen olduğu bir devlet yönetimi istemezler. Neden mi? Sıralayayım;
-İşe girecek çocukları, yakınları var. Bu iktidar çevresinde tanıdıkları çok; torpil yapıp işe yerleştirmek isterler. Onun için de yarışma sınavları gibi hukuk tayin edici ölçülerin dışında tavassutlarda bulunmayı arzu ederler.
-Önceden işe girmiş çocukları, yakınları var. Onların görevde yükselmeleri için ehliyet ve liyakatin egemen olmasını istemezler. Onun için adaletin yerli yerince işlemesini arzu etmezler.
-İş adamıdır; tüccardır, kamu ile iş yapıyordur; normal hukuk prosedürlerine göre işleyen bir ihale/taahhüt düzeni istemezler. İktidar erki tarafından kayrılmayı, korunmayı isterler.
-Yargıda hukukun gözetilip, gözetilmediği değil, kendisi ve yakınlarının lehine tecelli etmekte olan bir hukuk düzenin devamını isterler.
Yani kısaca kıssasını naklettiğimiz Ebu Ta’me vakasında olduğu gibi hukukun önünde herkesin eşit olduğu bir düzen yerine kendi dindaşlarının, ırktaşlarının, yoldaşlarının kayrıldığı bir hukuk düzeni isterler. Eğer bu düzen bu beklentilerine karşılık veriyorsa kendileri dışındaki insanlara uygulanan haksızlıklara ve zulümlere karşı kör ve sağır kalırlar. Bu zihniyette olanlar, Peygamberi bile yanıltmaya çalıştılar; “Herhalde Muhammed bizi bir Yahudi’ye değiştirecek değil ya…” Öyle dediler ama Muhammed’in de, onların da Rabbi olan Allah’ı unuttular. Mutlak adaletin sahibi Allah, inansın, inanmasın herkesin mabududur. İşte zalim ve cahil insanoğlunun ihmal ettiği husus bu…
Vâka da iki tarafın akıbeti ne oldu? Allah’ın, kumpaslarını bozduğu Ebu Ta’me kaçarak Mekke’deki müşriklere sığındı. Orada da rahat durmadı, hırsızlık yaparken yakalandı ve öldürüldü.
Peki ya olayın kahramanlarından olan Yahudi? Hz. Muhammed’in (sav) huzuruna umutsuz gelen Yahudi, Allah’ın vahyine orada şahitlik etti ve Müslüman oldu. Çünkü oraya gelirken onun da düşüncesi aynıydı; “Herhalde Muhammed beni bir dindaşına tercih edecek değildir…”
Evet, ayetin açık beyanıyla Allah, hakimi yanıltmaya ve dolayısıyla hukukun yanlış, hatalı tahakukuna sebep olanları ‘hain’ olarak niteliyor. ‘Ben Allah’a inanıyorum’ iddiasında bulunan hiçbir insanın buna cürret etmemesi gerekir.
On ayet, sadece bir Yahudi’nin hukukunu korumak ve biz insanoğluna da bir ölçü kazandırmak üzere indi.
İbret alana…