Dünyadaki nüfusun üçte birinden fazlası yoksulluk sınırının altında hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Dünya Bankası 2018 verilerine göre bu fakir kesim günlük 1,9 doların altında harcama yapmaktadır. Toplam dünya nüfusunun beşte biri 3,20 doların altında, aynı oranda başka bir kesim ise günlük 5,50 doların altında harcama yaparak yaşamaktadır. Dünya nüfusunun geri kalan kesimi ise günlük 5,50 doların üzerinde bir harcama bütçesi ile yaşamaktadır. Bu veriler hemen hemen dünya nüfusunun üçte ikisinin gelişmemiş olduğunun açık göstergeleridir.
Feodalizm ve bağımlılık, geleneksel kırsal ekonomi, efendi-köle ilişkisi, kişisel gelir dağılımı adaletsizliği, fonksiyonel gelir dağılımı sorunları, düşük kalkınma oranı, ihracat eksikliği, işlenmemiş hammadde ihracatı, tarımsal ürün ihracatı, işlenmiş malzeme ithalatı, düşük dış ticaret hacmi, cari açık, sosyal hizmet eksikliği, düşük yaşam süresi beklentisi, yetersiz ulaşım altyapısı, bölgesel eşitsizlikler, tüm alanlarda artan tüketim, düşük yaşam standartları gelişmemiş bu toplumların genel özellikleridir.
Şimdiye kadar, doğal çevrenin ve kaynakların kullanılması da dahil olmak üzere her olası yol, günlük geçimlerini sağlamak için meşru, gerekli ve zorunlu olmuştur. Doğal çevrenin, gelişmemiş toplumlarda plansız sanayileşme, kentleşme ve ekonomik büyüme için göz ardı edebildiği genel bir kanıdır. Ayrıca, doğal kaynakların sömürülmesini ve sınırsız ekonomik büyümeyi temel ilke olarak görmektedirler. Gıda güvenliği ve kıtlık korkusu, bunlardan biri ekonomik, diğeri kalori ihtiyacı bu anlayışın nedenleridir. Halbuki dünyamızın hiç olmadığı kadar kalori kıtlığından uzak olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz.
Asgari bir ölçü olarak gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler için kişi başına en az 15.000 ABD doları brüt milli gelir hedefi sorunların çözümünde anahtar bir segment olarak dikkat çekmektedir. Makro olarak, gelişmekte olan ülkeler için bir yıllık ortalama yüzde altı oranında büyüme bu hedef için zaruridir. Gelişmemiş uluslar ise, yüzde dokuz oranında bir büyüme ile bu sarmaldan ancak kurtulabilirler. Bu hedeflere ulaşmak çok zor, ancak tüm dünya ülkelerinin ortak çabasıyla imkânsız değil. Küresel bir köyde bir hanenin sorunu tüm köyü tehlikeye attığı gerçeği kalkınmış toplumları aksiyona sevk etmelidir. Covid19 süreci bu ortak çabayı gerekli kılmaktadır. Bu bakımdan önümüzdeki on yıllık bir süre zarfında bu hedeflere ulaşılabilecek olmanın olasılığı dahi bizi heyecanlandırmalıdır. Hayal edebileceğimiz herhangi bir gelecek için fikirlerimizi hayata geçirebilir ve bunları başarabiliriz.
Şimdilerde bu hedeflere ulaşmak için motive edici çok gerekçemiz var. Bir nesil önceki dünyaya bakalım. 20. yüzyılın ilk yarısında gelişmiş olan dünyaya… Bize ne söylüyor? Dünya savaşları yaşayan bu uluslar… O günlerde yoksulluk oranları yüzde 50 civarında idi. Bunun karşılanması gereken bir zorluk olduğuna karar verdiler ve maalesef çevre bilinci olmaksızın bu amaçlarını başardılar.
Hali hazırda anlaşılan o ki çevre bilincinin önemini kavramışlar ve dahası bu geçmiş uygulamalardan pişman olmuşlardır. Bu gelişmiş ülkeler 19. ve 20. yüzyıllarda sadece çevresel uygulamaları olmayan ekonomik kalkınmayı denediler ve günümüzde gelişmekte olan ülkeler hala benzer bir yol izliyorlar. Ne acı! Peki, bu süreç doğru mu? Böyle devam etmek zorunda mı? Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin geçmişte denedikleri ve sonuçlarını öğrendikleri alışkanlıklarını artık sürdürmemelidir. Yaptığımız seçimler atmosfere koyduğumuz sera gazı miktarını etkiliyor. İklimimiz değişiyor. Bu temel sorunun yanı sıra, kirlilik, toprak kayıpları, heyelan, su kıtlığı, su taşkınları ve yanlış arazi kullanma gibi çevre sorunları da artmaktadır. Bu tehlikeler sınırsız kalkınma politikalarının birer sonucudur.
Şimdi önceki dönemlerde pervasız kalkınma hedeflerine ulaşmış şimdilerin gelişmiş ülkelerinin deneyimi üzerinde ve çevre koruma endeksli, yenilikçi ve dönüştürücü bir eyleme ihtiyacımız var. Bu dünya için ya da sürdürülebilir hayat olması gerektiği için. Ancak az gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda hem insan refahını hem de çevre korumasını sağlamak için acil olarak bir şeyler yapılmalıdır.
Yanlış bir kanaat olarak, 20. yüzyılın büyük bir kısmında, çevresel sürdürülebilirliğin ve ekonomik büyümenin veya çevrenin ve ekonominin zıt yönlere doğru çeken iki güç olduğuna inanılmıştır. Şu anda 21. yüzyılın başında, özellikle iklim değişikliği hakkında öğrendiğimiz tüm derslerin arkasında karşılaştığımız ilginç tespit, bunun yanlış bir ikilik olduğudur. Ekonomik büyüme, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ile doğal kaynak tahribatı olmaksızın da sağlanabilmektedir. Dolayısıyla, özellikle gelişmiş ülkelerin şimdi ulaştıkları hem çevresel koruma hem de ekonomik büyümenin büyüleyici noktası, sürdürülebilirliğin birçok yönden gelecekteki ekonomik kalkınma için bir önkoşul haline geldiğini işaret eder. Bu da ekonomik kalkınma yol haritasını çevre koruma temelli olarak ekonomik ve yatırım parametrelerini yeniden kalibre etmemiz gerektiği anlamına geliyor.
Sürdürülebilirlik artık ekonomik büyüme için belirleyici ve olanaklı bir ön koşul. Tüm toplumlar hem ekonomik hem de sürdürülebilir bir çevre yoluyla gelişmiş bir dünya toplumu olmak istediklerine karar vermelidirler. Evimiz, yaşam alanımız olan çevreyi koruyarak kalkınma fikri yaygınlaşmalı ve içselleştirilmelidir. Çok geç olmadan küresel bazda “Hakkaniyetli Yeni bir Ekonomik Kalkınma Modeli” temellendirilmelidir. İvedi olarak ekolojik modernizasyon süreci başlamalı ve sürdürülebilir uyumlu bir kalkınma manifestosu kabul edilmeli ve mümkün olan en kısa sürede küresel ölçekte uygulamaya konulmalıdır. Şimdi gezegenimizi daha iyi bir dünya haline getirmek için yenilik yapmalıyız. Ve gelecek için, çevre için, evimiz için kaçınılmaz bir yükümlülük. Ayak izimizi azaltarak el izimizi arttırarak… Dünyanın yanı sıra insanlara da avantaj sağlayacak değişiklikler. Güneş ve rüzgarla çalışan yeni enerji merkezleri, %100 temiz enerji ile çalışan yeni üretim tesisleri ve geri dönüştürülmüş malzemeler, yeni ürün tasarımları gibi…
Ama şimdi, her zamankinden daha fazla, dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bırakmak için çalışmalıyız. Hiç olmadığı kadar şaşırtıcı süper fikirlere sahibiz: iyimserlik, bilgi ağı, sürdürülebilirlik, vizyon ve beceriklilik… Bu erdemli çizgiden uzaklaşmamalıyız. Gelecek yüzyıllarda da çocuklarımızın bu gezegende hayatta kalmasını sağlamalıyız. Ve bu bizim neslimizin el izlerinden başka bir şey bırakmamasına bağlı.