Bir önceki yazımı Farabi’den alıntıyla, “köklü bir metafizik olmadan siyaset olmaz” ifadesiyle noktalamıştım. Şimdi kaldığım yerden Emevi ve Abbasi tarihinin en adil halifelerinden Ömer B. Abdülaziz’in yönetim ahlakı ve anlayışının izini sürmeye devam edeceğim.
Ömer B. Abdülaziz üzerinden ifade etmeye çalışacağım hakikatleri bazıları klasik örnekler olarak niteleyip hafife alabilirler. Ancak bu durum Hz. Peygamberin irtihalinden 70 yıl sonra gerçekleşmiş büyük tecdit (yenileme) inkılabını dikkate almamıza asla mâni değildir.
Şahsen Ömer B. Abdülaziz’in hayatındaki tüm evreleri Allah’ın mutlak kaderinin birer tecellisi olarak görüyorum. Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına iman etmiş birisi olarak Allahualem bu mümtaz kişinin hayatının da kendisinden sonra gelecek yöneticiler için “bir müslüman idareci prototipi nasıl olmalıdır?” sorusuna metafizik bir cevap teşkil ettiğini düşünüyorum. Çünkü Emevi ailesinin politik duruşuyla uyumlu sayılmayacak onca evreyi içinde cemeden (çocukluk, eğitim, bürokratik görev ve hilafete gelme) bu dönemi hayatın olağan akışıyla açıklamak veya tesadüfler zinciri olarak nitelemek zannımca çok mümkün görünmüyor.
Emevilerle Medine ahalisi arasında hep bir çekişme ve rekabet söz konusuydu. Medine’nin Müslüman eşrafı Emevi yönetimine muhalifti. Fakat buna rağmen Emevi ailesinden olan baba Mısır Valisi Abdülazîz b. Mervân, anne tarafından Hz. Ömer’in torunu olan oğlu Ömer’i küçük yaştan itibaren eğitimini ikmal etmesi için Medine’ye gönderdi. O günkü eğitim kurumlarında ilk öğretimden yüksek öğretime kadar olan tahsilini Medine’de tamamladı. Ondan sonraki ilk bürokratik görevi de Medine Valiliğiyle başladı ve çağdaşı diğer bir Emevi Valisi olan Haccac’in ahalisine yaptığı zulme karşı çıkmasından dolayı görevinden alındı. Uzun süre bürokrasiden uzak münzevi ve ilimle meşgul bir hayat yaşayan Ömer, babadan oğula geçen hilafet geleneğinin aksine bazı şartların bir araya gelmesiyle ve Allah’ın takdiriyle kendini hilafet makamında buldu. Ömer B. Abdülaziz 2,5 yıllık kısa sayılabilecek hilafet döneminde bugün de yaşamakta olduğumuz problemlerle ilgili birçok sosyal, hukuki ve mali reformlar yaparak Emevi ailesinin çölleştirdiği toprakları bereket saçan bir vahaya dönüştürmüştü. Her iyi örneklik gibi onun bu inkılabı da elbette bizler için önemli bir numunedir.
Ömer B. Abdülaziz için filozof diyemesek de onu İslam tarihinin ilk müceddidi sayabiliriz. Sahip olduğu ilmi birikim ve bürokratik tecrübesiyle 2,5 yıllık yönetiminde kozmik alemdeki düzeni, nizamı yeryüzüne yansıtma başarısı göstermiş bir alim ve devlet adamıdır.
Emevilerin Muaviye ile başlayan 56 yıllık zalim iktidarından sonra halifelik makamına oturmuş ve bugün dünyadaki cari hukuk anlayışının bile önünde saygıyla eğileceği bir insan hakları reformu gerçekleştirmiştir.
Hali hazırda kamuoyunda Kürtlerle ilgili olarak çok konuşulan mevzuya da ışık tutacak idari başarılarından biri haricîlere karşı izlediği siyasettir.
İslam coğrafyasındaki “Haricîler” o dönemde de Emevilere karşı terör estiriyorlardı. Bu terör saldırılarının bir neticesi olarak binlerce insan ölmüş, huzur ve güven ortamı bozulmuş, halk için harcanması gereken devlet hazinesi iflâsın eşiğine gelmişti.
Dr. Imadüddin Halil’in “Ömer bin Abdülaziz Dönemi ve İslâm İnkılabı” adlı eserinde onun haricilerle ilgili siyaseti şöyle anlatılır:
“Halife Ömer, muhaliflerin diyaloğa hazır olduğuna inandığı sürece silâha başvurmaya gerek görmüyordu. Asilerin gerekçelerini onlarla müzakere ediyor, adalete aykırı bir uygulama var ise, kaldırmaktan geri durmuyordu.
Bir defasında Haricîler Ömer’le tartışmaya gelmişlerdi. Ömer’in etrafındakiler onun yumuşak tutumunu değiştirip sertlikle muamele etmesini istediler. Bu teklifi reddeden ve yapıcı tutumunu sürdüren Ömer, müzakere sonucunda Haricîler ile sulh anlaşmasına vardı. Anlaşmadan sonra Halife Ömer’in yanındaki dostuna söylediği şu cümle altın değerinde bir nasihattir: ‘Bir arkadaşını dağlamadan tedavi edebiliyorsan, sakın ola ki dağlamaya başvurmayasın.’
Ömer ümmetin arasında kılıç ve demiri değil, bilgelik ve güzel öğüdü bayraklaştırmak istiyordu. Barışçı siyaset ve engin görüşüyle muhtelif kitleleri ve fırkaları umumî değerler etrafında bütünleştirmiş, böylelikle ümmet enerjisinin iç çekişmelerde tükenmesini engellemişti. Müslüman ya da gayr-i müslim olsun, Dar’ül İslam’da yaşayan herkes için adaleti, sosyal ve ekonomik eşitliğin zirvesini simgeleyen bir siyaset tarzı uygulamıştı.”
Emevi yönetiminin ağır vergi yükü altında bıraktığı gayri müslimler, gelip müslüman olduklarını beyan edip vergiden muaf sayılmalarını talep ediyorlardı. Kitlesel din değiştirme nedeniyle bütçelerindeki gelir kalemlerinin azaldığını gören valiler bu beyanların doğru olup olmadığını teyit etmek için kişilerin sünnet olup olmadıklarına bakmağa kadar işi vardırdılar. Ömer’in ilk icraatlarından birisi bu gayri insani ve gayri İslami uygulamayı kaldırtmak olmuş, valilere gönderdiği mektupta, dinin Peygamberinin sünnetçi değil bir hidayet önderi olarak gönderildiğini belirtmiştir. “Kişinin beyanı esastır, başka bir araştırmaya gerek yoktur” demiştir.
Fırat havzasındaki Haricîler, ‘Şevzeb’ diye bilinen bir Haricînin komutasında isyan etmişlerdi. Irak Valisine gönderdiği mektubunda şöyle demişti: ‘Kan dökmedikçe veya dünyayı fesada vermedikçe onlara karşı kuvvete başvurmayasın. Fesat ve kan dökmeye yönelirlerse onları önle.’
Ömer bin Abdülaziz Haricîlerin kan dökmedikleri sürece, ‘Darü’l-İslam’ın bütünlüğü içerisinde, istedikleri yerde istedikleri şekilde yaşamalarına izin vermişti.
Şimdi gelelim bugünümüze…
Eğer bu coğrafyada mevcut etnik ve dinsel unsularla bir arada yaşayacaksak, ortak kader birliğimizi sürdüreceksek, böyle sağlam ve emin bir niyete sahipsek özveride bulunup kalpleri yakınlaştırmamız hem insani ve hem de islami bir vecibedir. Kimler anlaşmaya daha iştiyaklı, istekli olursa sonuçta onlar en kazançlı çıkanlar olacaktır. Tıpkı Hz. Resulün taraf olduğu ve müslümanların aleyhine olan tüm şartlara rağmen Hudeybiye’de zalim Mekke’lilerle barış anlaşması yaptığı gibi. O barış anlaşmasının sonuçlarının nasıl büyük bir fethe dönüştüğünü hepimiz biliyoruz. Böyle bir anlayış ve ferasetten az da olsa bütün müslüman liderlerin nasiplenmesi, nimetlenmesi dileğim ve duamdır.
İnşallah gelecek yazımda mevzuyu bugünümüze getirerek projektörü mevcut durumumuza tutmaya çalışacağım.