Bütün dünya virüsle ilgili tedbirleri konuşurken, her ülkede kendi iç dünyalarında kendi gündemleriyle meşguliyetlerini sürdürmektedirler. Bizim ülkemizdeki gündemler; ekonomi, iç siyaset, seçim, siyasi partiler ile ilgili değişiklikler, 27 Mayıs 1960 darbesi, İstanbul’un fethinin 567 yıldönümü, Müslümanların diasporası, yeni partiler, kısıtlamalar, adaletsiz uygulamalar, süresiz iktidar hayalleri. Bakalım daha neleri duyup göreceğiz.
İstanbul’un fethinin 567. yıldönümü ana gündemi meşgul ediyor. Ekranlarda, whatsapp gruplarında, konuşmalarda bu işlerden nasıl kendimize göre ekmek çıkartırız hesabını yapanlar var.
Dünya tarihinin akışını değiştiren, çağ kapatıp, çağ açan bir olayı anmak, hatırlamak, devrin büyük kumandanı ve o devrin kahramanlarını saygı ve hürmetle yad etmek elbette unutulmaz mirasımız. Bu milletin evlatları olarak, kimsenin buna itirazı yok.
Yönetimdeki yetkililerimiz; Fatih’in emanetini gözümüz gibi bakmaya devam edeceğiz.
Cumhur ittifakı, Bizans komplosuna karşı millet aklı ve benzeri sözleri işitince Sayın Lütfi Şahsuvaroğlu’nun “Cemil Meriç’te Obskürantizm” yazısından “Her ümide, her canlanışa duyulan husumet” toplumumu oluştu diye düşünmedim değil. Yoksa süreli koltuk hesabından, süresiz koltuk planlarımı ileride göreceğiz.
1876 da anayasal parlamenter düzene atılan ilk adımın ardından II. Abdülhamit’in mutlak iktidarı, sonra Jön Türk Devrimi, Cumhuriyet, CHP’nin tek parti dönemi, çok partili dönem, 1960 darbesi ile başlayan demokrasi kazaları ve kamusal cinayetler, her bir dönemde yaşananların tohumlarının bir önceki dönemde adım adım nasıl atıldığı gözlemlenmektedir. Anekdotlar, belgeler, Türkçülük, halkçılık, devletçilik, laiklik, siyasal İslam, ilkelerinin geçirdiği evrim, seçkinlerin toplumsal kökenleri, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde etkin faktörler, algılar analiz edildiğinde ve günümüze geldiğimizde filmlerin benzerlerini görmek mümkün. Aktörler değişken olsa da senaryo benzerlikleri geçmişi aratmıyor. Bazen de kendi dönemindeki bir olay, tarafların kendi penceresinden, tarafgirliğin lehine olan düşüncelerini pekiştirme maharetleri siyasi atmosferde tam bir ustalık sanatı. Nasıl mı?
Ayasofya Doğu Roma imparatorluğunun İstanbul’da inşa etmiş olduğu en büyük kilise, aynı yerde üç kez inşa edilmiş. Kutsal bilgelik anlamını almış bir kilise. Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra Ayasofya camiye çevrilmiş ve ilk Cuma namazını da Fatih burada kılmıştır. 1453’e kadar 916 yıl boyunca kilise olarak kullanılmıştır. 1935 yılında ise Bakanlar Kurulu kararı ile müze olarak hizmet vermeye başlamıştır.
Zaman zaman olduğu gibi günümüzde de belirli bir kesim tarafından Ayasofya’nın camiye çevrilsin sözleri gündemde. Ayasofya da fetih suresi okutulması, sanki bakarsın ki siyasal İslam savunucuları ve yönetim, 576. yılı yaşıyor algısı. Velev ki öyle olsa da 17 senedir her şey kontrolünüzde iken bunu mu şimdiye bıraktınız? Gaye başka. Siyasi anlamda kaybolan itibar geri gelir mi? Prof. Dr. Orhan Arslan Hoca Kuran’ın inanç özgürlüğü yaklaşımını belirtir. Endülüs’te tüm camilerin kiliseye çevrilmesi üzerine Yavuz Sultan Selim; hocası şeyhülislam Zembilli Ali Efendi’ye devletler hukukuna göre mukabele-i bil misil teklif eder; “Bizde İstanbul’daki kiliselerin tamamını cami haline getirelim ve mensuplarını Müslüman olmaya zorlayalım.” Zembilli Ali Efendi “Zinhar, düşünülmesi dahi caiz değildir” hükmünü verir. Prof. Dr. Orhan Kavuncu Hoca da Mescid-i Nebevi de tarih boyunca Hristiyan heyetlere özgürce ibadet izni verildiğini de belirtir.
Bir amaçla Kudüs’e gitmiştim ve orada kutsal mekanları görme ve anlama imkânım oldu. Kudüs Peygamberler şehri. Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde Yafa kapısından içeri girerek namaz vaktinde Kudüs Patriği Sophronius’un namazı kilisede kılabileceğini belirtmesi üzerine Hz. Ömer namazını boş bir alanda kıldıktan sonra patriğe şunları söyler; “Eğer ben içeride kilisede namaz kıldıysam, Müslümanlar da orada kılarlar, orayı mescit haline getirirlerdi.” İnançlarına ve onların kutsallarına karşı duyduğu saygıyı gösteren Hz. Ömer, “Onların kutsallarının zarar görmemesini, canlarının ve mallarının güvende olduğunu belirten” bir ahitname hazırlatır ve bu ahitname halen kayıtlarda durmaktadır. Kudüs’te şu an Hz. Ömer adına bulunan cami, Hz. Ömer’in namazı kıldığı o boş alanda bulunmaktadır.
Şimdi soruyorum, gündeme getirdiğiniz Ayasofya’yı camiye çevirme, orada fetih suresi okuma, mübarek saydığınız kişilerin rüyalarını mı gördünüz? Yoksa bu da başka bir filim mi?
Haksızlık kime yapılırsa yapılsın, haksız uygulamaya karşı çıkmak gerekir. Çünkü bizim de gerek Balkanlarda gerek Dünyanın çok yerlerinde geçmişin mirası olan pek çok eserlerin benzer sıkıntılara maruz kaldıklarını görüyoruz. Buradaki amaç karşılıklı diplomatik ilişkilerle kutsal değerlerin uluslararası arenada korunması esastır. Bu olmayarak belli dönemlerde bu tip hadiselerin gündeme getirilmesindeki amacı yorumlamak gerekir.
16 Ocak 1998’de merhum Erbakan, ceza alıp parti kapatılınca benimde teklifim ile elliye yakın milletvekili ile kendisini ziyaret için İstanbul’a gittik. Sayın Erbakan’ı havaalanında karşılayıp moral vereceğiz. VIP salonunda oturuyorduk. Bir ara dışarıda bir grup alkışlar eşliğinde, “dışarı dışarı” diye bize bağırıyordu. Siyasetçi de alkışı sever, çoğu vekil dışarı çıktı. Bende dışarı çıkan arkadaşları VIP salonundan seyrediyordum. Birçok arkadaşı havaya kaldırıp, indirdiler. Neyse arkadaşlar salona geldiler ki hepsi soyulmuş. Bağırıp, alkışlayanlar soyguncu kapkaççılar. Şu an bu olayın pek çok şahidi halen hayatta.
Şu an ülkenin durumu malum, ekonomi, dış borçlar, faiz ödemeleri, riskler, virüsün açtığı sıkıntılar. Devletimizin kurumlarının bilgileri, enflasyon, eğitimin durumu, kirli bilgiler, algılar her şey ortada. Bütün bunlar olurken, hadi salaların, ezan dinmeyecek, bayrak inmeyecek, yedi düvel karşımızda sözlerine alıştık da Ayasofya’da fetih suresi, Bizans komplosu, daha neler neler. Hani desek ki Yılmaz Güney, Fikret Hakan ve daha çok unutulmayanların filmi var seyredelim diyelim, ama onlar rahmetlik oldu. Yeni artistler, çakma popçular, cilalı Müslümanlar kahramanlık türkülerinin halaycıları ile filim oynanmıyor. Yaptıklarınızdan mecbur değilsiniz ama mesulsünüz.
Popper’i dinleyin; “Demokrasilerde seçimle gelmek var ama asıl önemli olan seçimle gitmektir.” Gündem değiştirerek gerçeklerden çekinmeyin, haktan da korkmayın. Ve bahanelerle asıl meseleleri başka alanlara çekmeyin.Eğer halen ısrarla süresiz iktidarda kalayım diyorsanız, bunlar çare değildir. ADALETSİZ UYGULAMALARLA, ALGILARLA, YENİ FİLMLERLE millete hamasi ve duygusal konuları gündeme getirerek neticeye varamazsınız. Zaten bozuk olan ekonomiyle, virüsün de gösterdiği sıkıntı toplumun yüzde 90’ını etkilerken bu işleri bırakarak topyekûn mücadele azmini millete ümit vererek çalışın.
Geçmişi bugünkü kavgalara dayanak olsun diye kullanmaktan ziyade, bugünleri AKIL ve BİLİMLE daha iyi bir gelecek için aykırı fikirlerin müzakeresi ile hakikati bulmak ve kullanmak gerekir.