Son zamanlarda, İslâmcılar ile kimi dindar-muhafazakâr çevrelerin “medeniyet inşâsı” kavramı etrafında yeni bir söylem geliştirdikleri dikkati çekiyor. Nitekim, bir süredir şurada burada “medeniyet inşâsı” veya “değerler inşâsı” başlığı altında toplantılar tertip ediliyor, nutuklar atılıyor, yazılar yazılıyor.
Hemen söyleyeyim. Ben bu söylemde hem bir samimiyetsizlik seziyor, hem de bir naiflik görüyorum. Ayrıca bir de “kibir” tarafı var bu işin.
Ne demek istediğimi ve niçin böyle düşündüğümü açıklamaya çalışayım. Ama bunun için, önce “medeniyet” kavramından başlamak gerekiyor. Medeniyet teriminin başlıca iki çağrışımı var. Birincisi zihinsel bir durum ve davranışsal bir özellik olarak “medenîlik”le ilgilidir. Medenîlik en başta şiddetin reddini, insana saygıyı, ölçülü davranışı (itidal ve tevâzuyu), hoşgörüyü ve ahlâkîliği gerektirir. Başka bir anlatımla, medenî toplum saldırgan şiddetten uzak durmayı prensip edinmiş, insanın değerini takdir eden ve buna uygun davranan, mütevazı, açık fikirli, hoşgörülü ve ilişkilerini ahlâkî duyarlılıkla yürüten kişilerden oluşan toplum demektir.
“Medeniyet”in ikinci çağrışımı veya anlamı, insanın yaratıcılığıyla, onun “doğa”ya veya “doğal çevre”ye ne kattığıyla ilgilidir. Bu anlamda medeniyet “insan-yapısı” olan maddî ve manevî şeyler veya kısaca “insanoğlunun eserleri” demektir. Bu eserler başlıca, bilim, sanat, hukuk ve siyasî kurumlar alanlarında ortaya çıkar. Ama bütün bu eserler insanın bireysel yaratıcılığının yanında, onun toplumsallığının, yani birlikte iş-yapma beceri ve alışkanlığının gelişmesine de bağlıdır. Medeniyet, sonuçları her zaman istenir olmasa da, insanoğlunun “doğayı kontrol” edebilmesini de ima eder. İnsanoğlu doğayı kontrol edebildiği ölçüde kendisine “insanca” yaşamak için elverişli bir çevre kurma şansı elde eder.
Her ne kadar tamamen uyumlu olmaları arzu edilirse de, gerçekte “medenîlik” ile “medeniyet”in birbiriyle ilişkisinde bir gerilim potansiyeli de saklıdır. Şöyle ki: “İnsanoğlunun eserleri” olarak medeniyet onun medeniliğinden türediği ölçüde ikisinin (medenilik ile medeniyet) arasında uyumlu bir beraberlik var olacaktır. Buna karşılık, insanoğlunun “doğayı kontrol” etme çabası kendisinin yeryüzündeki insanca var oluşunu kolaylaştırma amacından saparak, her ne pahâsına olursa olsun “doğaya hükmetme” biçimini alırsa, o zaman da medeniyet (özellikle de onun bilimi ve teknolojisi) medenîlikten uzaklaşmaya yüz tutar. Benzer bir sapma durumu, hukukun ve siyasî kurumların hak ve adaletten ayrılıp keyfiliğin ve muktedirlerin bencil çıkar ve ihtiraslarının aracı haline dönüşmesi durumunda da kendisini gösterir.
Bu ön bilgi ışığında şimdi de İslamcıların “medeniyet inşâsı” iddiasını neden hem samimiyetsiz hem de naif bulduğumu açıklayayım. Kanaatimce, takdire-değer bir medeniyetin önşartı yukarıda işaret ettiğim anlamda “medenîlik”tir. Gel gör ki, son yıllardaki performanslarına bakacak olursak, bu kesimin “medenîlik” meselesindeki sicili hiç de parlak değildir. Siyasî iktidarın denetimi altındaki rant sisteminin dışında kalmamak için iktidar partisinin şemsiyesi altında toplanıp onunla aynı dalga boyunda hareket etmekte sakınca görmeyen İslâmî grup ve cemaatlerin “medenîlik” iddiaları samimiyetsizdir.
Bunların –eğer halâ varsa- ahlâkî ve dinî duyarlılık iddiaları da inanılır olmaktan uzaktır. İslâmî kesimin ahlâkî standartlar konusundaki samimiyetsizliğinin en belirgin göstergesi, iktidar “pervânesi”ne tutulmuş ve münhasıran rant siyasetine odaklanmış olmalarıdır. Bununla tutarlı olarak, niteliği ve boyutları itibarıyla akıllara durgunluk veren malûm siyasî yolsuzluk iddiaları karşısında İslâmî kesimin büyük bir kısmının sus-pus olması, hatta yer yer bunu meşrulaştırmaya çalışması da ibretâmiz bir durumdur.
Öte yandan, 80’lerden kalma radikal İslamcılığın öteden beri ahlâkî kaygısı zaten pek olmamıştı; bu geleneğin günümüzdeki uzantılarının da, kısmen devlet-merkezli rant sisteminden nemâlanabilmek uğruna, siyasî iktidarın etrafında sıkı sıkıya kenetlenmekten başka bir şeyi dert edindikleri yok. Bunlar başka kişi ve gruplara karşı tutumlarını da ahlâkî ilkelere göre değil de muktedirin buyruklarına göre belirliyor; iktidar partisinin “dost” bellediğini dost, onun “düşman” bellediğini düşman biliyorlar.
Bunların insana saygı, açık fikirli ve hoşgörülü olmaları şöyle dursun, AKP iktidarına meşru muhalefeti ve siyasî eleştiriyi bile ihanet olarak yaftalamakta beis görmüyorlar. Kısaca, “medeniyet inşâsı” konusunda en iddialı olan bu kesim ahlâkî olarak tefessüh etmiş durumdadır. Aşağıda açıklayacağım üzere, böyle bir şey mümkün değil ama bunlar farz-ı muhal “yeni” bir medeniyet inşâ edecek olsalardı, bu kaçınılmaz olarak o küfürbaz dillerinin hedef tahtası olan “Batı medeniyeti”nden ahlâkî bakımdan çok daha düşük standartlı bir sözde “medeniyet” olurdu.
Nihayet, “medeniyet inşâsı” iddiasının naifliğine gelince: Medeniyet denen şey, çoğu İslamcının sandığı gibi, öyle birdenbire ortaya çıkan, basit, tek-düze ve tek-boyutlu bir şey değildir. Medeniyet çok özneli, çok-yönlü, çok-katmanlı, iç içe geçmiş yapısal ve işlevsel unsurlardan oluşan ve zaman içinde peyderpey ortaya çıkan girift bir fenomendir. Bu nedenle medeniyet bir kurgu işi değildir; o ne planlanabilir veya tasarlanabilir, ne de “ha deyince” kurulabilir. Medeniyet birbirinden habersiz, yetenek ve becerileri, bilgisel donanımları ve sâikleri farklı olan binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce insanın çabalarının tasarlanmamış bir sonucu olarak kendiliğinden bir şekilde ortaya çıkar veya çıkmaz.
Başka bir ifadeyle, medeniyet, medeniyet kurma iradesinin ürünü değildir. Kimsenin elinde medeniyet için bir şablon da yoktur. Medeniyet şu veya bu kişi yahut grubun kurucu aklının ürünü de değildir; hiçbir zaman böyle olmamıştır, şimdiden sonra da olmayacaktır. Kompleksleriyle hareket eden bir grup heveskârın “biz medeniyet inşâ ediyoruz” demesiyle de medeniyet kurulmaz, kurulamaz. Sözde medeniyet inşâsını bir “strateji” meselesi olarak gören akla ise insan diyecek söz bulamıyor!
Onun için, “yeni” bir medeniyet inşâ etme iddiası naif olduğu kadar kibirlidir de. Doğrusu, insan iktidar pervanesi olmuş İslamcıların bu kibrine şaşmaktan kendini alamıyor: Böyle muazzam bir işe kalkışmak için hangi entelektüel donanımınız, yetenek ve tecrübeniz var güvenebileceğiniz?…
Bence, bu türden iddia sahiplerinin naifliklerine müstehzi gülüşlerle karşılık vermeliyiz ama bununla yetinmeyip, gösterdikleri bu tekebbür nedeniyle onları ayrıca kınamalı ve tevâzuya da davet etmeliyiz.
Her ne hâl ise, sonuç olarak, iktidar İslamcılarının medeniyet inşası iddiası bana bir tür şarlatanlık gibi geliyor.