Birkaç gün önce belki de en çok seyredilen televizyon kanallarından birinde bir açık oturum yapılmıştı. Programı youtube da izledim ve gerçekten hayal kırıklığı yaşadım. “Din algısında yanlış tabular ne?” ana başlığı altında ‘din-kadın’, ‘deizm’, ‘mezhepler’ v.b. gibi alt konu başlıkları konuşulmuş. Oturuma iştirak edenler sahanın kelli felli akademisyenleri. Meselemiz kişiler olmadığı için katılımcı isimlerini yazmaya gerek duymuyorum.
Peki, tartışma mevzuunu konuşmak nereden icap etmiş; ‘CB Erdoğan’ın bir mülakat esnasında spontane olarak ‘Kadınlar camiye giremez diye hadis mi var?’ diye bir cümle sarf etmesinden sonra… Bir defa baştan şu suali sormak lazım –gerçi oturuma katılanlardan bir iki kişi bunu ifade etti-; Ana akım medyanın bir meseleyi gündeme getirmesi için illa Cumhurbaşkanı’nın bir işarette bulunması mı gerekiyor? İlahiyat akademiyasının bir mevzuu müzakere etmesi için bir siyasi işarete mi ihtiyacı var? Konunun işlenme usulü açısından ikinci sual; mademki dinin en hassas mevzularını konuşacağız, neden sadece iktidarın akredite ettiği akademisyenler davet ediliyor? Bu çok önemli… Zira konunun da tamamen bu bağlamda değerlendirilmesinin uygun olacağını düşünüyorum.
Şimdi gelelim asıl mevzuya; yaklaşık 3,5 saat süren oturumu baştan sona izledim. Din-Kadın, Deizm, tarikatlar, mezhepler konusunda onlarca cümle kuruldu. Bu alanları etkileyen, besleyen unsurlar tek tek sayıldı. Fakat ne hikmetse, bu olumsuzlukları besleyen asıl muharrik güç es geçildi. Es geçilmesinin sebebi hepimizin malumu. Çünkü başta oturum yöneticisi olmak üzere tüm konuşmacılar giriş cümlelerinde ‘Sn.Cumhurbaşkanımızın dediği gibi’ bir temenna cümlesi ile başladılar. Sanki ‘Cumhurbaşkanının böyle bir ifadesi olmasaydı biz bugün bu konuyu konuşuyor olmayacaktık’ gibi bir itiraf. Halbuki bu mevzular asırlardır konuşuluyor ve müzakere ediliyor. Bir defa konu bugünün meselesi değil. Ama bu giriş cümlesi hem sözkonusu TV kanalları için hem de iştirak eden konuşmacılar açısında defakto bir durumun itirafıdır; “izin verildiği kadar konuşuyoruz/müzakere ediyoruz.” İşte meselenin bam teli burası… Siyasetin din alanına müdahalesinin sınırları… Eğer bugün bu mevzu ile ilgili müzakerenin mukaddimesine bu ana başlığı koymadan başlarsak asırlardır konuşulan ve bir adım mesafe kaydedilmeyen kadim problemlerimize çözüm getirmemiz mümkün değildir. Bugüne kadar olmadığı gibi… Siyasal iktidarın birkaç yıl önce ilahiyat müfredatı üzerinde oynamak istediği oyunu biliyoruz. O gün bu müfredat üzerine çok yazıldı, çizildi ve bazı ilahiyat akademisyenlerinin ısrarlı itirazları ile gündemden düşmüş oldu.
Evet, siyasi erkin din anlayışı ve uygulaması üzerindeki etkisini hesaba katmadan bu mevzulara getirilecek tüm izahlar eksik ve isabetli olmayacaktır. İslam dünyasında Emevi’lerle başlayan ve sonra bir geleneğe, bir kültüre dönüşen ‘siyasal erkin din alanına müdahalesi ve dönüştürme iradesi’ her zaman dominant bir etki ile süregelmiştir. Başta İmam Ebu Hanife olmak üzere çoğu kanaat önderinin mücadelesi, bu yanlış ve dinin maksadına zarar veren uygulamaya karşı çıkmakla geçmiş ve çoğu hayatları ile bedel ödemişlerdir. Bu tarihsel hakikati es geçerek, siyasal iktidarın alana müdahalesini hesaba katmayarak avurtlarını doldura doldura entelektüel izahlar getirmenin bir kıymeti harbiyesinin olmayacağı gibi meselelere merhem de olmayacaktır. Bu programı seyreden deizme meyilli gençlerin muhtemeldir ki büyük bir çoğunluğu program sonrasında ‘durduğumuz yer doğrudur’ demişlerdir. Çünkü onları bugün ‘deizme’ veya buna munzam farklı dini kanaatlere sürükleyen etken, Türkiye’deki -güya- İslamcı siyaset ile bir şekliyle bunlara eklemlenen cemaat ve tarikatların İslam’ın ruhuna uygun düşmeyen tatbikatları ve pratikleridir. O gün katılımcıların bir şekliyle zımni atıflar yaparak tenkit ettikleri tarikat liderlerinin hemen hepsinin bugünkü siyasal aktörlerle kol kola çekilmiş resimleri halen internet ortamında bulunmaktadır. Bu kadar malzemenin bulunduğu bir ortamda sizler, siyaset aktörlerinin alana müdahalesinden, İslam’ın ruhuna mugayir onca uygulamasından bir cümlecik de olsa bahis konusu etmezseniz, hangi gencin, sizin izahlarınızı tatminkar bulacağını beklerseniz? Dün öyleydi, bugün de katmerli bir şekilde sürdürülüyor. Özellikle bugünkü yöneticilerin siyasi konuşma ve uygulamalarında dini vurguların ve istismarın daha ön planda olmasının getirdiği artı bir etkileme çarpanı sözkonusu. Bunu görmezlikten gelen akıl özgür değildir, tutsaktır. Akademik özgürlük boşta kalmıştır.
Ezcümle, ne yazık ki İslam dünyasında siyasal iktidarlar dini alanı belirlemede ve etkilemede birinci kuvvettir. Bu gerçekliği ıskalayan hiçbir akıl bu mevzuda ‘efradına cami, ağyarına mani’ bir izah getiremez. Mesela, oturum boyunca hiçbir katılımcı medyanın dini hayat üzerindeki etkisinden bahis etmedi. İktidarın koruma kanatları altındaki havuz medyasının dini alan ve aile hayatı üzerindeki olumsuz etkilerinden bahis açmadı. Bunları konuşmadan yapacağınız değerlendirmeler, entelektüel tatminin ötesine geçemez. Bu da böyle bilene…
Not. Bu mevzu ile ilgili olarak yazılacak çok şey var. Ancak ‘yazılarınız uzun oluyor, sonuna kadar okuyamıyoruz’ tenkidine tekrar maruz kalmamak için burada kesiyorum. Ancak bu mevzu çok önemli… Temennim o ki, ilahiyatçı arkadaşlarımız, benim acizane fiske vurduğum bu hususları daha mufassal olarak yazarlar.