15 Temmuz’dan sonra çıkarılan KHK’lar ve yapılan operasyonlarla yüzbinlerce insan yargılandı, önemli bir kısmı tutuklandı, bir kısmı halen tutuksuz yargılanıyor ve yüz binlercesi de memuriyetten çıkarıldı. Yine adil yargılanamama endişesiyle binlercesi de yurt dışına çıktı. Kısacası ülke toplumsal olarak büyük bir alt-üst olma hali ve yıkım yaşadı.
Bu ülkede adil bir yargılamanın olmadığını bilmek için hukukçu olmaya gerek yok. Vasat bir hukuk anlayışı ve bakışıyla anlamak ve idrak etmek mümkün. Uzun süredir iktidarı destekleyen Perinçek de, “Hukuk, siyasetin köpeğidir” diyerek bunu bütün çıplaklığıyla izhar etti. Dolayısıyla bugün bu ülkede anayasada yazılı “kuvvetler ayrılığı” prensibinin fiili olarak işletildiğini kimse iddia edemez. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanmıştır. Yargının en önemli ayağı olan HSK’nin neredeyse bütün üyeleri iktidar partisi tarafından atanmaktadır. Dolayısıyla bu tablonun adil bir sonuç oluşturmasını bekleyemeyiz.
Son olarak KHK ile memuriyetten çıkarılan ve mahkum edilen öğretmen Yüksel Yalçınkaya’nın AİHM’e açtığı dava neticelendi. AİHM, bütün hukuki gerekçelerini tek tek izah ederek, adıgeçen kişiyle ilgili kararını verdi. Bu karar aynı zamanda henüz AİHM’de görüşülmeyi bekleyen binlerce davaya da emsal olabilecek niteliktedir.
Hukuki mesnetleri olmayan bu davalar sebebiyle Türkiye’nin yüksek miktarlarda tazminat ödemeye mahkum edileceğine kesin gözüyle bakılabilir.
Türkiye, Anayasamızın 90. Maddesine göre AİHM kararlarını uygulamayı taahhüt etmiştir. AİHM kararlarını tanımamak gibi bir tutum sözkonusu olamaz. Bu kararlar uygulanmazsa arkasından başka siyasal ve ekonomik müeyyidelerin gelmesi kaçınılmazdır. Bu da Türkiye için daha ağır bir ekonomik yük demektir.
Bu yazıda ifade etmek istediğim asıl mevzu, 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL’le birlikte başlatılan sürek avının ve çıkarılan KHK’ların bu ülkeye maliyeti.
Yaşanan insan zaiyatının hiçbir maddi değerle ölçülmesi sözkonusu olamaz. Çok büyük bir kayıptır. Bunu bir kenara koyduktan sonra ekonomik olarak yaşanan kayıpları kaba taslak şöyle sıralayabiliriz:
-Ciddi bir hukuki süreç takip edilmeden, hukukun temel kaidesi olan fiilden faile gitmek yerine failden fiili gidilerek yüzbinlerce zinde, yetişmiş insan gücü bir çırpıda piyasa dışına itilmiştir. Kamudan atılmakla bırakılmamış, bu insanların özel sektörde çalışmaları, katma değer üretmeleri bile engellenmiştir. Bunlar da ya yurt dışına çıkarak veya daha düşük verimliliğe haiz iş kollarında çalışmak mecburiyetinde bırakılmışlardır. Dolayısıyla bu durum sadece o kişileri değil, toplumsal hasılata katkı sağlayabilecek ehliyette olmalarına rağmen çalışma alanının dışında tutulmaları nedeniyle toplum için büyük bir zarar tablosu oluşturmuştur.
-Yüzbinlerce insanı kamu sektöründen atıldıktan sonra yerine yine o nispette yeni personel alındı. Halbuki bu atılan elamanların önemli bir kısmı o görevlere yarışma sınavlarıyla girmişler ve uzun süreli bir yetiştirme döneminden geçerek kariyer elde etmişlerdir. Kısa zamanda bunu telafi etme imkanı olamaz. Onun için de ehliyete bakılmadan yerlerine yüzbinlerce yeni elaman alınması, özellikle bunların hukuk kurumlarıyla ilgili olanları ülkenin hukuk devleti anlayışından uzaklaşmasının en önemli sebepleri arasındadır. Ehliyete bakılmadan, yetiştirme süreçlerinden geçirilmeden atanan bu elamanlar da kamunun zararına sebebiyet vermişlerdir.
-Üretime katkı sağlayabilecek yaş ve tecrübede olan yüzbinlerce kişi hapishanelere konularak hazır tüketici durumuna düşürülmüşlerdir. Devlet bunun için milyonlarca para harcayarak yeni cezaevleri inşa etmiştir / etmektedir. Mahkumların günlük iaşesi için yine o kadar harcama yapılmaktadır.
-Yurt içinde ve dışında eğitim ve öğretim hizmeti verilen binlerce yetişmiş genç ya bir hukuki takibata uğramaktan veya daha iyi şartlarda ve daha güvenli ortamlarda çalışmak adına yurt dışına çıkmaktadırlar. En büyük göç de hekimlik mesleğinde yaşanmaktadır. Her sene binlerce hekimin yurt dışına çıkmasının ne kadar büyük bir kayba sebep olduklarını varın hesaplayın.
-Ülke “hukuk devleti” anlayışından uzaklaştığından yabancı sermaye şirketleri Türkiye’de yatırım yapma güvenliği bulamadıkları için yatırım yapmaya cesaret edememekteler, hatta bazı yabancı ve yerli firmalar mevcut yatırımlarını yurt dışına çıkartmaktadırlar. Bu durumun sebep olduğu kaybın üç boyutu vardır:
Birincisi vergi kaybı, ikincisi istihdam daralması ve üçüncüsü de yabancı sermaye şirketlerinin yatırım yapma şevkinin kırılması.
-Hukuk güvenliğinin olmadığı bir ülkede çalışma motivasyonu oluşmadığından ve kişilerin her an için bir suçlamayla karşılaşacakları endişesini taşımaları verimliliği düşürmektedir.
-İltisak suçlamasına maruz kalan ve işletmelerine el konulan firmaların çalışma motivasyonlarının nasıl zayıflatıldığı, verimliliklerinin nasıl düşürüldüğü, mafyatik örgütlerin ağlarına nasıl düşürülüp iflasa sürüklendikleri ayrı bir inceleme konusudur.
-Yetişmiş uzman personelin iş alanlarından çekilmesiyle yaşanan diğer ekonomik kayıpları belki yüzlerce kalemle ifade etmek mümkün ama yazıya daha fazla uzatmamak adına bu kadarla iktifa edeyim.
Demokratik, şeffaf yönetilen bir hukuk devletine geçildiğinde tufan sonrası kayıp ve ziyanlarımız hesaplandığında herhalde çıkan tablo karşısında dizlerimiz dövüp ağlayacağız. Ama hiçbir pişmanlık o kayıplarımızı geri getirmeyecek. Belki zaman içinde ekonomik kayıplarımızı telafi edebileceğiz ama değer dünyamızdaki aşınmaları, erozyonu onarmamız daha uzun yıllarımızı alacak