Siyaset kurumu iyice kilitlenmiş durumda. 15 Temmuz’dan sonra inşa edilen yeni siyasi rejim demokratik sistemlerin olmazsa olmazları olan kuvvetler ayrılığını adım adım tasfiye ederek tüm gücü yürütmenin emrine verdi.
Her namuslu, ahlaklı, erdemli vatandaş şu soruya adil bir cevap bulmaya çalışmalıdır:
Bugün TBMM olmasa bu Türkiye’de yürütülmekte olan siyasal rejim için bir eksiklik sayılır mı? Herhalde çoğunluğun cevabı, “sayılmaz” olacaktır. Çünkü akıl ve feraset sahibi herkes biliyor ki, bugün TBMM’nin işlevi fiilen askıya alınmıştır. Çoğunluğu elinde bulunduran iktidar ortakları el kaldır-indir orta oyunu ile meclisi istedikleri gibi yönetmekteler. Bu anlamda meclis artık Cumhurbaşkanlığına noter hizmeti vermekte olan sembolik bir kuruma dönüşmüştür, bunun dışında bir fonksiyonu kalmamıştır.
Ne yazık ki, mecliste temsil edilen partiler de halen orada bir muhalefet işlevi gördüklerini zannediyor, meclis kürsüsüne çıkıp iktidar grubuna esip gürlemeyi bir başarı olarak görüyorlar. Yani, Türkiye siyasetinde sembolik bir muhalefet temsilinden fazlası yok. Cumhurbaşkanlığı’nın noter memurları olarak vazife gören iktidar ortaklarının meclis grupları da bunun farkındadır.
Bu tespit çerçevesinde şu soru sorulabilir: Bu işlevsiz yasama organında neden bu kadar milletvekili, danışman, sekreter ve memur istihdam edilerek devlet bütçesine yük ediliyor? Var mı bunun makul bir cevabı?
Yaklaşık on beş yıldır sivil siyasetin kültür ve ahlakının yeniden inşası ve geliştirilmesi hususunda birtakım inisiyatifler alıyorum.
Toplumun yaşadığı buhran ve bunun sonuçlarının ne olabileceği konusunda endişeleri olan bir girişimci olarak az çok umut beslediğim kapıların çoğunu çaldım. Tehlikenin büyüklüğünün farkında olmayanlardaki ilgisizliğin, bilgisizliğin, güçsüzlüğün, cesaretsizliğin, sosyal ve ekonomik prestijleri, çıkarları kaybetme endişesi taşımaktan kaynaklanan korkaklığın ve neme lazımcılığın, inisiyatif almanın önündeki en önemli psişik engeller olduğuna şahit oldum.
Halisane niyet ve gayretlerimizin bugün ciddi anlamda bir gelişmeye vesile olmadığını üzülerek görüyoruz. Tabii ki bu durum düşündürücü ve haliyle yüzeysel değil derin bir sorgulamayı, dikkatle etüt edilmeyi zorunlu kılan bir mahiyettedir.
Elbette Türkiye için bugün siyasi bir inisiyatif almak, siyasetin gereklilikleri olan ehliyet ve liyakate sahip herkese farz üstü farzdır diye düşünüyorum. Bu düşüncemi besleyen onlarca gerekçe ifade edebilirim.
Artık yaşlarımız kemale erdi. Kendi nefsimle ilgili olarak dünyaya dair bir ikbal derdim yoktur. Dolayısıyla bugün toplumumuzun yaşamakta olduğu devasa ve çok yönlü buhranlarla ilgili olarak hiçbir dünyevi hesaba iltifat etmeden, başarıya değil, iyiye, güzele, ahlaklı ve adil olana odaklı bir siyasal mücadelenin nüvesini oluşturmak, temellendirmek, karşılıksız / ivazsız, fisebilillah hizmet etmek, geliştirmek ve bizden sonra gelecek kuşaklara örnek bir siyasal kültür ve ahlak örnekliği hediye etmek, adeta ibadet şevkiyle bir siyasal mücadele vermek ulvi bir eylemdir / ameldir.
Eğer siyasi faaliyete bu zaviyeden bakıyor ve buna mutabık bir niyet besliyorsak, gücümüzün yettiği tüm meşru, demokratik, hukuki yol ve yöntemleri kullanmamıza rağmen başarılı olamazsak bile geriye dönüp pişmanlık duymayız. Çünkü biz onu bir ibadet niyet ve şevkiyle, başarılı olma ümidiyle yaptık. Eğer bu toplum kurtuluşu hak edecek bir sosyal iklimi teneffüs ediyorsa genel bir yasanın gereği olarak yardıma mazhar olur. Dini, inancı ne olursa olsun tam bir kararlılık ve sağlam bir niyetle yola çıkan, hedefi gece rüyalarını ve gündüz hayallerini süsleyen ve o faaliyette adeta fâni olanların başarılı olma ihtimali çok yüksektir. Başarı derken toplumu dönüştürecek, kutlu bir amaca kilitleyecek zorlu bir sürecin sonunda elde edilecek kâmil bir başarıyı kastediyorum. Dolayısıyla inancı ne olursa olsun kastettiğim anlamda bir mücadele nevine iman derecesinde bağlılık gösteren, bütün mesaisini o uğurda teksif eden ve mücadelesinde fâni olmuş herkes böyle bir yardıma mazhar olabilir.
Şu husus tartışma götürmez bir hakikattir: Ulvi düşünceler, fikirler onu temsil eden elitlerin şahsında değer / anlam kazanır ve karşılık görür. Düşünce, fikir ne kadar haklı olursa olsun iyi kurgulanmamış, maddi ve moral değerlerle teçhiz edilmemişse başarı şansı olamaz. Niyet, düşünce ve fikirleri eyleme geçirecek olanların hal ve eylemleriyle o mefkûreyle özdeşleşmeleri beklenir, eğer böyle olursa çabalar anlamlı olur, maksada hizmet eder.
Son on yıl içerisinde bu ülkede eski siyasal kültür, ahlak ve gelenekler önemli ölçüde anlamlarını ve uygulanabilirlik kabiliyetlerini yitirdiler. Bu anlamda “Siyasal İslamcılık” da dahil olmak üzere bütün beşerî ideolojiler iflas etti dersek yanlış olmaz herhalde. Bu meyanda siyasetteki merkez sağ ve solu veya dört eğilimi bir potada birleştirme çabaları da aynı ölçüde anlamlarını yitirmiş bulunuyor.
Siyasi konjonktürün hasıl ettiği iklim, siyaset ahlakı ve kültürünü de dönüştürdü. Onun için de bugün Mevlâna’nın dediği gibi “dün dünde kaldı cancağızım, şimdi yarına dair yeni şeyler söylemek lazım.” noktasındayız.
Klasik eski siyasi teori ve pratikler üzerinden bir başarı temin etme imkanı yoktur. Onun için de eski siyasi teori, paradigma ve uygulamaları tekrarlamak boşuna vakit israfı olacaktır. Kendi şahıslarımız için bir ikbal beklentimiz yoksa -ki olmaması beklenir- o zaman ömrümüzün kıymetli zamanlarını israf etmemizin bir anlamı da olamaz.
Sonuç olarak şu önemli hususu ifade ederek yazımı noktalamış olayım: Türkiye toplumunun mevcut çok mahiyetli buhranı, bir partinin tek başına altında kalkabileceği safhayı çoktan geçmiş oldu. Onun için de bu tespite iştirak eden siyasal partilerin demokratik bir konsensüsle bir araya gelmeleri ve kurucu bir toplu iradeyle Türkiye’yi bir normalleşme sürecine koymaları önemli bir fedakârlık ve diğergâmlık olacaktır. Temennim bu önemli siyasi inisiyatifin Türkiye siyasetinde karşılık bulmasıdır.