Uzun yıllardır ısrarla, aşiret kültürü aralığında doğan, gelişen ve kronik hastalıklarla malul hale gelen siyasi kültür ve ahlakımızla ilgili ilmi teşhislerde bulunulması, hastalıkların tedavi edilmesi, zamanla edindiğimiz insanlık tecrübesinin ışığında, medeniyetin eriştiği ufkun aşılıp dünya yönetim bilimi literatürüne girecek yeni bir siyaset anlayış ve pratiğinin gelecek kuşaklara miras bırakılması fikrini savunuyorum.
Bu ağır sorumluluğu üstlenmek, deruhte etmek, sürekliliğini sağlamak bu bilim disiplininin gerektirdiği ehliyet ve liyakate sahip her insanın öncelikli ödevleri arasında olmalıdır. İnsanımızı ve bütün insanlığı bu ağır toplumsal buhrandan güvenli bir limana çıkarma ameliyesi bu ödevi üstlenecekler için çok kutlu bir görevdir. Şahsen içinde bulunduğumuz kaotik iklime rağmen bana yaşama sevinci veren umudum, bu inşa sürecini yürütecek ekibin içerisinde yer almaktır.
Bu kadar erişilmesi güç bir hayali, bir umudu beslemek çok ütopik bulunabilir. Mevcut beşerî yapıya dair gözlemlerimiz de bize böyle bir umutsuzluğu telkin etmektedir.
Batılılar Osmanlının son dönemleri için “hasta adam” yakıştırması yapmışlardı. Her ne kadar muhafazakar cenahın hoşuna gitmese de yakıştırma doğruydu. Osmanlı sosyal, kültürel ve ekonomik olarak kronik bir hastalığa yakalanmış ve bir süre sonra da mukadder olan ölüm gerçekleşmiştir.
Bazı nitelemeler hoşumuza gitmeyebilir ama gerçeği gizlemenin bir faydası olmadığı gibi geliyorum diyen bir tehlikeye karşı gerekli tedbirleri almamız da mümkün olmaz.
Osmanlının son günleriyle bir benzerlik kurmak hepimiz için bir elem vesilesidir ama yüz yüze gelmek istemediğimiz tehlikeyi gizlemenin de bir anlamı yok. Altı asır yaşamış bir Osmanlının ölüm süreci üç asırda tamamlanmıştır. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti için bu sürecin ne kadar olabileceğini tahmin etmeyi maşeri vicdanın takdirine bırakıyorum.
Son dönem Osmanlı Sadrazamlarından Said Halim Paşa Osmanlının yıkılışını ümera ve vüzera sınıfının bozulmasına bağlar. Bunun eksik olmakla birlikte isabetli bir tespit olduğu kanaatindeyim. Eksik olan nokta sayılan iki sınıfın yanında zikredilmeyen ilmiye sınıfıdır. İlmiye sınıfı en az diğer iki sınıf kadar hatta onlardan daha da önemlidir. Bir toplumun aydınlanması, karanlıklardan çıkması, iyiye, güzele yönelmesi ancak bu sınıfın rehberliğiyle mümkündür. Bu sınıf bir bakıma içinde yaşanılan toplumun da sigortası mesabesindedir. Ve ne yazık ki, bugün bu toplumun sigortası atmış durumda…
Sağlam felsefi, hukuki ve ahlaki temeller üzerinde inşa edilemeyen demokrasi ve çok partili siyasal rejim her on yılda bir kesintiye uğrayarak, gerisinde onca tahribat bırakarak, yeniden ayağa kalkmış, emeklemeye, yavaş yavaş yürümeye başlamış ama bir türlü bünyedeki hastalıktan kurtulamamıştır.
15 Temmuz 2016’da ise demokrasimiz geri dönüş imkanını zorlaştıran bir ölüm turnikesine girmiştir. Devleti oluşturan kurumlar tek tek tasfiye edilerek, yerine yenisi inşa edilmeyecek şekilde tek kişinin iradesinin hâkim olması, devleti oluşturan üç saç ayağının ikisinin işlevsiz bırakılarak bütün yetkilerin yürütmede toplanması demokrasinin tabutuna vurulan son çivi olmuştur.
Bu şartlarda bugün az çok siyasetle ilgili olan, ülkesi ve toplumu için “ne yapabilirim?” diye düşünen ve dertleneler için yapılması elzem olan, şu sorunun cevabını düşünmektir:
Bizi on yılda bir tökezleten, yolda bırakan bu siyasi hastalıktan nasıl kurtulup güvenli bir limana demir atarız?
Ancak maalesef kendisinden medet umulan muhalefetin de aciz bir şekilde sadece eski usul ve esaslarla siyaset üretmeye çalıştığını görmekteyiz.
Elbette aklı başında ve ülke meseleleri konusunda kafa yoran herkes düşüncelerini, fikirlerini, çözümlerini ifade etmeli, bunu yaparken de toplumun tüm kesimlerini içine alacak, kucaklayacak, güven telkin edecek bir dil ve üslubu tutturmalıdır. Bu öncelikli bir ödevdir.
İkincisi öncelik ise, meselelere ilmi, isabetli bir teşhis koymaktır. Doğru, isabetli bir teşhiste bulunamazsak, isabetli bir tedavi yöntemi de geliştiremeyiz. Geleneksel tedavi yöntemleri uygulayarak sadece hastanın ömrünü belki biraz daha uzatabilir ama ölümünün öne geçemeyiz.
Yaşanan tüm siyasal, sosyal ve ekonomik problemlerimiz elbette siyasetin konusudur. Haliyle toplumda yaşayan her vatandaşın siyasete ilgi duyması, çözümleri üzerinde kafa yorması ve yeni siyaset paradigmaları üretmesi vatandaş olmanın da doğal bir gereğidir. Burada esas olan, izlemelerimizin, şahitliklerimizin neticesinde elde ettiğimiz verileri hangi prosese tabi tutarak doğru, isabetli neticelere varabileceğimizdir.
Neredeyse siyasetin kaderine dönüşmüş, kronik hale gelmiş eski siyaset uygulamalarını, eski pratikleri, kültürü, geleneği ve siyaset ahlakını tekrar ederek bir şeyler yapma arzusundaysak bu asla denemeye değer bir çaba değildir, sadece zaman kaybıdır ve tedaviyi geciktirmekten dolayı ölüme sebep olabilir. Mevcut iktidarı devirmeye ve günü kurtarmaya odaklı her siyasal faaliyet sadece bir iktidar değişikliğine vesile olmanın ötesinde bir şey yapmış sayılmaz.
Türkiye’nin dertlerine derman olabilecek bir siyaset ancak ehil, elit bir kadronun rehberliğinde inşa edilebilir. Artık sağdan soldan devşirme insanlarla yol yürünemeyeceğini, uzun ömürlü olmayacağını ne zaman, nasıl öğreneceğiz? Farabi, onun için haklı olarak devlet yöneticilerinin “filozof” olmaları gerektiğini vurgular. Herhalde bu önermeden kasıt, faziletli / erdemli yönetimlerin ancak bu vasıftaki yöneticilerle inşa edilebileceğidir.
Elbette bugün filozof aradığımız yok, arasak bile bu iklimde bulamayacağımız da bir hakikat. Ama yine de artık bu kirli, düşük ahlaklı kasaba, aşiret kültürü üzerinden yürüyen siyaset geleneğinden vaz geçip, daha ilmi, nitelikli, prensipli ve ahlaklı bir siyasete inkılap etmenin vaktinin çoktan geldiğini görmeliyiz.
Demokrasi ötesi bir siyasal rejimi siyasal tarihimize örnek olarak bırakmayacaksak biz de bizden öncekiler gibi önde gidenlerimizi meclise taşıyıp mecliste temsil edilmeyi, iktidar olmayı, birtakım imkanlara kavuşmayı hedefliyorsak birbirimizi uğraştırmanın, hak ve hukukuna girmeye gerek yok. Böyle bir anlayıştan şeytandan kaçar gibi kaçmalıyız. Bize lazım olan yeni bir siyaset anlayışını bütün veçheleriyle ortaya koyup uygulanmasını sağlamaktır. Ülkemiz için böyle bir inkişafın gerçekleştiğini görmenin nasip olmasını dileriz.