Bu yazım tüm toplumsal kesimleri muhatap almakta ve kanaatime göre geleceğimize dair önemli bir uyarıyı ihtiva etmektedir.
Bugüne kadar hiçbir siyasi partiye mensup olmamakla birlikte siyaseti yakın planda takip eden, sivil siyaseti inşa konusunda çalışmaları olan biriyim. Kısa zamanda ülke gündeminin birinci sırasına oturan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili değerlendirmelerimi özetledikten sonra bu ülkenin bir vatandaşı olarak kendimce önemli gördüğüm bir çağrıda bulunacağım.
Türkiye kamuoyu son Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden henüz iki yıl bile geçmeden yine seçimi konuşur oldu ve seçim tartışmalarına kilitlendi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan her seferinde, “bu benim son adaylığımdır” dese de dünkü “ömrümün iktifa edeceği yere kadar hizmete devam edeceğim” beyanıyla zımnen ömrünün sonuna kadar o makamda oturacağını ikrar etmiş oldu. Niyeti bu olduğu için de gelecek ile ilgili birtakım stratejiler geliştiriyor. Anayasa tadili başta olmak üzere seçimin öne alınması, muhalefet partilerinden milletvekili transferi, partilerin iç muhalefetini derinleştirerek polarize etme gayreti, çalışması bunlardan bazıları.
Mevcut durumda halkın herhalde en kötümser tahminle en az %60’ı iktidar değişikliğini talep etmektedir. Önemli olan muhalefetin iktidar partisinin masaya sürdüğü stratejiler karşısında ne yaptığıdır / yapacağıdır? Herşeyden önce isabetli bir aday tesbiti ve halkın sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmesi şarttır. Geçmiş tecrübeleri yok sayıp yine şahıslar üzerinden kumar oynamak yerine iktidarın masaya sürdüklerinden daha derin, daha tutarlı ve sürdürülebilir bir strateji oluşturmak için çalışılması behemehal gerekir.
Geçmiş tecrübelerim ve bugün konuşulanlara baktığımda muhalefet maalesef yine strateji denilmeyi bile hak etmeyecek, günü kurtaracak geleneksel politik anlayışla hareket edeceği izlenimini veriyor, bu da seçimlerin Türkiye için geri dönüşü olmayan bir neticeyle sonuçlanacağı endişesini yoğunlaştırıyor.
Üç Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce aynı soruyu sordum ve bu vesileyle bir daha soruyorum: Muhalefetin bu seçimlerle ulaşmak istediği hedef nedir?
Toplumsal muhalefetin önemli bir çoğunluğu seçime şu gözle bakmaktadır: “Bunlar gitsin de kim gelirse gelsin”.
Bu cevabın insani değerlerle, siyasi ahlakla ve hukukla izah edilebilecek bir tarafı yoktur. Zulmün bir an önce defi için böyle bir yol bulunmuş olabilir ama bu değişim talebinin mutlaka bir iyilikle, güzellikle karşılık bulacağı noktasında hiçbirimizin bir garantisi olamaz. Yıllardır mevcut iktidarın politikalarına karşı muhalefet eden ve bu iktidarın bir an önce tasfiye edilmesi zorunluluğuna inanan birisi olarak diğer muhalif unsurlarla anlaşamadığımız, ihtilaf ettiğimiz temel husus, bunun hangi süreç ve vasıtalarla gerçekleşeceğidir. Bir hedefe ulaşmak için niyetler kadar süreçler ve vasıtalar da o ölçüde önemlidir. Bir değişimin ne getirip ne götüreceğinin hesabını, kitabını yapmaktır.
Eğer zor gibi görünen sağlıklı bir seçim ve onun neticesinde ulaşacağımız bir değişimi hedefliyorsak hem temsil hem süreçler ve hem de vasıtalar çok önemlidir.
Geçmişte yapılan üç Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bir bakıma CHP’nin işaret ettiği veya aday gösterdikleriyle seçime gittik ve neticede üçü de kaybedildi.
Bu sonuçlar üzerinde derinlikli bir analiz yapmamız gerekmez mi?
Ne yazık görüyoruz ki, aynı yanlışı sürdürmek noktasında yine birtakım empozisyonlar, manipülasyonlar yapılmaya devam edilmektedir. Yoksa yine meşhur ifadeyle, “üst akıl” bize isim dayatarak bir görev mi icra ediyor?
Esas soru: Bu ülkede o makamı temsil ehliyetine, yetkinliğe, tecrübesine ve ahlakına sahip telaffuz edebileceğimiz binlerce kişilik insan potansiyelimiz var mı?
Herhalde bu soruya olumsuz cevap verecek kimse olamaz. Her ne kadar iktidar bu potansiyelimizin önemli bir çoğunluğunu ıskartaya çıkartmışsa da halen umut vadedecek bir sayı mevcut.
Genelde AKP iktidarı ve daha özelde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokratik bir seçimle görevi devretmeye hazır olup olmadığı ise meselenin tartışılması gereken en önemli tarafı sayılabilir.
Bu konuda ortada herkesin tahmin edebileceği ciddi sıkıntılar mevcut. AKP iktidarlarının 23 yılda oluşan önemli bagajları var. İktidardan düştükten sonra bu bagajların kendilerini takip edeceği endişe ve korkusunu taşıyorlar. Dolayısıyla güle eğlene gideceğimiz bir seçimden ve neticelerine rıza gösterecek bir iktidardan emin değiliz. Bu sebeple burada aday belirlemede çok dikkatli, itinalı bir sürecin takip edilmesi gerekir.
Buna ilaveten aday belirlemede insani temel değer ve ölçeklerden sonra dikkat edilmesi gereken kriterleri de soğukkanlıkla belirlememiz gerekir. Eğer muhalefette bu ülkenin ve toplumun bekası konusunda ciddi bir endişe varsa ideolojilerden, siyasi kazanımlardan, partilerden vaz geçilerek, fedakârlıkta, feragatte bulunulmalı ve üzerinde mutabakat sağlanacak partisiz bir aday öne çıkarılmalıdır.
Diğer önemli bir sorun: İktidar partisi ve şeriklerinin, 23 yıllık hukuksuz iktidar süreçlerinin toplumsal muhalefette oluşturduğu kin ve nefretin bir iktidar değişiminden sonra kendilerine karşı nasıl bir rövanşizme dönüşeceği korku ve endişesine sahip olması ve bu nedenle iktidarı devretmemek için her türlü hesabın içerisine girebileceklerine dair endişelerin yaygınlaşmasıdır. 23 yılda nicelik bakımından önemli denilebilecek bir toplumsal muhalefetin oluştuğu ve iktidar ve destekçilerine karşı uygulamalarının bir rövanşizme dönüşeceğine dair önemli ip uçları var. Bu endişe sürdüğü sürece iktidarın demokratik yöntemlerle değişeceğine dair umutların zayıflaması da şaşırtıcı olmaz.
Onun için geçen seçimde teklif ettiğim önerimi önümüzdeki seçim için yineliyorum: Sağlıkla, suhuletle, kazasız, belasız bir geçiş / değişim için geçmişte yaşananları bir rövanşa dönüştürmeyecek, iktidar tabanına da bu güveni ve itimadı verecek ve söylemiyle, yaklaşımlarıyla onları çözecek, etkileyecek bir aday profiline ihtiyaç var.
Yukarıda ifade ettiğim gibi gerek siyasi ve gerekse toplumsal muhalefet, siyasetin sol kanadını temsil eden CHP’ye üç seçim kredi açmıştır ve üçü de kaybedilmiştir. Bu sefer yine aynı yanlışta ısrar edilmemelidir. Hele hele ilmi, ahlaki bir izahı olmayan, “kim kazanacaksa ona yönelelim” yanlışına da asla düşülmemelidir. Kazanmayı garanti edecek hiçbir sebep olamaz. Çünkü nihai kazanmanın hangi sebeple vücut bulabileceğini hiçbirimiz kestiremeyiz. Bize düşen adayın kazanıp kazanmama hesabının üstünde bu toplumu yönetecek bilgi, beceri, tecrübe, ilim ve ahlaka sahip olup olmadığına bakmaktır.
Netice olarak derim ki, her ne kadar klasik sağ-sol ayırımlarına itibar etmesem de mevcut siyasal anlayışın kabulü cihetiyle şunu teklif ediyorum: Bir geçiş dönemi için AKP ve MHP tabanını çok rahatsız etmeyecek ve seçim kazanıldıktan sonra bir rövanş ikliminin oluşumuna sebebiyet vermeyecek bir aday üzerinde mutabakat sağlanmalıdır. Bu çerçevede bugün kamuoyunca ısrarla isimleri telaffuz edilen iki CHP’li Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın adaylıklarının uygun olmayacağı kanaatindeyim. Sadece CHP’li olmaları sebebiyle değil, burada uzun uzun izah edemeyeceğim başka sebeplerden dolayı da bu adayların cumhurbaşkanı adayı olarak seçilmesini isabetli bulmuyorum.