Almanya Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, çok sayıda Alman iş adamı, bürokrat ve gazeteciden oluşan bir heyetle beraber Ekim’in son haftasında Türkiye’yi ziyaret etti. Bu önemli ziyaret, Alman hükümetinin kısa süre önce sürpriz bir şekilde aldığı ‘Türkiye ekonomisine güçlü destek’ kararının ilk somut adımı olarak görülebilir.
Öngörülen yaklaşık 50 milyar Euro civarında bir destek ve buna paralel devlet garantili kredi imkanlarının sağlanması (Hermes kredisi).
Ankara’nınkısa süre önce “Nazi kalıntıları” türünden suçlamalarla Berlin’i yaylım ateşine tuttuğu ve Alman kamuoyunda AKP iktidarına karşı dile getirilen yaygın ve sert eleştiriler dikkate alınırsa, bu gerçekten sürpriz bir karar.
Ama Berlin hükümetinin niyeti ciddi. Etkili bir destek ve Alman firmaların Türkiye’ye dönük girişimlerinde önlerinin açılması için kararlı görünüyorlar.
Alman medyasında çıkan haberlere göre, bunun karşılığında Ankara’dan demokrasi ve insan hakları konusunda iyileşme talep edilecek. Tabii bu görüşmeler kapalı kapılar arkasında yapılacak.
Türkiye’nin ağır bir kriz yaşadığı şu dönemde, Avrupa’nın en büyük ekonomisinden gelecek güçlü destek son derece olumlu sonuçlar doğurabilir. Dilerimki tasarlanan ekonomik işbirliği hızlı ve başarılı şekilde yürüsün.
Alman heyeti ve Türk muhatapları arasında medyadan izlediğimiz pek çok görüşme ve değişik açıklamalar yapıldı.
Burada, söz konusu görüşmelerde konuşulmayan iki konuya değinmek istiyorum. Ama önce Alman hükümetinin bu sürpriz kararı niçin aldığını görelim.
Hıristiyan Demokratların lideri Angela Merkel 2005 yılında Almanya Başbakanı (Şansölye) oldu. Aynı yıl Türkiye-AB üyelik müzakereleri başladı. Merkel’in tavrı, Türkiye’nin üyeliğinin AB içinde en çok destek aldığı günler dahil, hep net oldu: Türkiye üye olmamalı, imtiyazlı ortaklık gibi AB’yle özel bir ilişki içinde bulunmalı. Çünkü Merkel’e göre, Müslüman Türkiye’nin AB’nin demokrasi standartlarına ulaşması mümkün değildi.
Ama Merkel aynı zamanda Almanya’nın Türkiye’nin üyelik sürecine engel olmayacağını da defalarca açıkladı. İşi doğal akışına bırakacaktı. Sözüne güvenilir bir siyasetçi olan Merkel dediği gibi yaptı ve köstek olmadı.
Ne var ki 2012-2013’den itibaren AKP iktidarı hızla yön değiştirdi. Bunun sonunda Türkiye’nin AB üyelik olasılığı, Avrupa’da 2005-2011 arasında onu en çok destekleyen çevrelerin dahi gündeminden çıktı.
AKP izlediği siyasetle, Merkel ve Avrupa’da onun gibi düşünen çevreleri haklı çıkardı.
Ancak Türkiye’nin siyasi ve ekonomik düşüşü durmak bilmedi. Düşüş halen durmuş değil. Bu günlerde Almanya’dan(veya Avrupa’dan) görünen Türkiye fotoğrafı şöyle:
Demokrasi, medya ve ifade özgürlüğü, insan hakları büyük ölçüde rafa kalkmış durumda. Yargı siyasi iktidara bağlı hale gelmiş. İktidarı sınırlandıracak denge ve denetim sistemi son derece zayıf. En hayati sorun olan Kürt meselesinde, askeri yöntemler dışında çözüme dönük hiçbir ilerleme yok, ışık yok. Ülke Ortadoğu’da nasıl biteceği bilinmeyen ve ciddi riskler içeren savaşlara girmiş durumda. Bütün bunların üstüne bir de ağır ekonomik kriz var ve hemen tüm ekonomik göstergeler olumsuz.
Kuzey Avrupalı bir tanıdığımın Türkiye’nin son zamanlardaki görüntüsünü, uçurumun kenarında akrobatik hareketler yapan birine benzetmişti.
İçeride ve dışarıda konuyla ilgili hemen herkes tarafından görülen bir unsuru daha bu resme ilave edebiliriz: Hiçbir umut vaat etmeyen, çaresiz bir muhalefet. Bunun yeni bir tezahürünü Alman Bakan’ın ziyareti sırasında gördük; pek çok yönden önem taşıyan ziyaret hakkında muhalefet partilerimiz anlamlı iki cümle laf edemedi.
Türkiye’nin AB üyelik penceresinin kapanması Merkel ve Hristiyan Demokratlar için memnuniyet verici bir gelişme olsa da, düşüşün bu kadar sert olması değişik bir durum ortaya çıkardı. Almanya’da şimdi, Türkiye nasıl son bulacağı belirsiz bir istikrarsızlığa sürüklenir mi endişesi var.
İstikrarsızlığın Almanya’da yaşayan üç milyon Türkiye kökenli göçmeni etkilemesi, Türkiye’den gelebilecek büyük bir kaçış dalgası, kapsamlı ekonomik ilişkiler ve Türkiye’de faaliyet gösteren binlerce Alman firması gibi nedenlerle, böyle bir durumda en büyük zarar görecek Avrupa ülkesi Almanya. Merkel hükümetinin aniden büyük bir ekonomik destek girişimi başlatmasının en büyük nedeni, böyle bir istikrarsızlık riskini azaltma arayışı.
Alman Bakan Altmaier’in diplomatik üslup içinde yaptığı açıklama şöyle:
– Türkiye sadece NATO’da önemli bir partnerimiz değil. Benim ülkemde çok sayıda insanın Türkiye’de bağları var… Bu bölgede siyasi istikrara ihtiyacımız var.
Konuşulmayan iki sonuç
AB’nin en büyük ekonomisinin bir bakanı, AB’ye üye adayı Türkiye’ye kapsamlı bir ziyaret yaptı, iki gün boyunca çok sayıda toplantıya katıldı, ama Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili tek bir konu görüşülmedi!
Hatta onun da ötesinde Alman Bakan konuşmalarında “AB’ye aday Türkiye” sözünü kullanmaktan bile özenle kaçındı. Türkiye’nin sıfatı sadece “NATO’da önemli bir partner” oldu!
AKP’den en küçük bir itiraz gelmedi.
Alman Bakan’ın ziyareti, Türkiye’nin AB üyelik penceresinin kapandığının güçlü ve üst düzeyden bir teyidi sonucunu doğurdu.
AB tarihinin en başarısız, hatta tek başarısız üyelik sürecinin Türkiye’ninki olduğunu artık rahatça söyleyebiliriz.
Komşularımız Bulgaristan ve Romanya’nın başardığı, iki Müslüman ülke Arnavutluk ve Bosna’nın muhtemelen yakında elde edeceği sonuca Türkiye ulaşamadı.
Türkiye’nin on yıllardır yürüttüğü en büyük dış politika hedefi hüsranla son buldu. Bu başarısızlığın en büyük sorumlusu elbette AKP iktidarı ve onun kötü yönetimidir.
AB üyeliğinin aslında o kadar önem taşımadığı veya bu olumsuz sonuçtan AB’nin sorumlu olduğu gibi tevil çabaları hiç ikna edici olmayacaktır.
Bizzat AKP yönetiminin en üst düzey sözcüleri, AB üyeliğinin Türkiye için “birinci stratejik hedef” olduğunu onlarca defa ilan etti. Ama birinci stratejik hedeflerine ulaşamadılar!
“Türkiye’nin bekasının tehdit altında olduğu” son dönemde sık kullanılan bir ifade. Mesela AKP-MHP ittifakının en önemli gerekçesi bu.
Eğer Türkiye’nin bir beka sorunu varsa, bu tehdidi en aza indirmenin en garantili yolu AB üyeliği olacaktı. Şimdi kaybedilen işte bu güvencedir.
İkinci sonuç, Almanya’nın başlattığı bu güçlü ekonomik destekle beraber, iktidarın “ekonomik sorunlar var çünkü büyük bir dış saldırı karşısındayız” söyleminin ne kadar gerçek dışı olduğunun iyice ortaya çıkmış olması.
Bu abes söyleme sığınanların kullanabileceği gerekçe olarak şimdi sadece, ABD’nin iki bakanın mal varlığını dondurması veya demir ve alüminyum ihracatında gümrük vergilerini artırması gibi ekonomik etkileri son derece sınırlı yaptırım kararları kalıyor.
Hızlı tren
Medya haberlerine göre Alman ekonomik desteğinin en önemli parçası Türkiye’de hızlı tren sisteminin geliştirilmesi olacak. Siemens şirketi öncülüğünde hızlı tren için büyük yatırım yapılacak.
Bu Almanya’nın Türkiye’deki ilk büyük demiryolu yatırımı değil. Yaklaşık 100 yıl önce Almanlar ünlü İstanbul-Bağdat demiryolu projesine başlamıştı. Ama Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetti ve iş yarım kaldı. 1918’de Nusaybin’den kalkan son tren Alman yetkilileri ve ailelerini İstanbul’a taşımış, ardından İmparatorluk dağılmıştı.
Umut ederim ki Almanların yeni demiryolu yatırımıyla beraber bu kez daha hayırlı gelişmeler yaşayalım.