Devlete itaat insanlarda genellikle otomatik bir itiyattır. Çoğu insan devlete sorgusuz-sualsiz itaat eder. “Devlete neden itaat etmek zorundayım?” sorusu, felsefî-ahlâkî düşünce alanı dışında, çok az kimsenin aklına gelir.
Aslına bakılırsa, modern siyasî düşünce tarihinde de çoğu düşünür devlete itaati tartışılmasına gerek olmayan bir veri olarak almıştır. Daha temelde, insanlar devletin meşruluğunu sorgulama ihtiyacı duymazlar. Devlet insanlara insanî varoluşun doğal bir özelliği, hayatın olağan akışının sıradan bir parçası gibi gelir.
Oysa, “devlet”, özellikle de modern anlamında, hiç de beşerî varoluşun zorunlu bir unsuru veya ona içkin olan bir kurum değildir. Devlet insanî varoluşa yabancı, haricî bir etkendir. Devletin varoluşumuzun zorunlu, doğal bir unsuru olarak görülmesinin nedeni, insanın “toplumsal” bir canlı olmasının genellikle yanlış anlaşılmasıdır. Çoğu insan toplum ile devleti birbirine karıştırır ve toplumun ancak devletle birlikte var olabileceğini ve var olduğunu sanır. “Anarşi” (devletsiz toplum) kavramının insanlara genellikle anomik ve kaotik bir durumu çağrıştırmasının nedeni de bu yanlış algıdır.
Devletin beşerî varoluşun zorunlu bir unsuru olduğu düşüncesi sadece felsefî-ahlâkî olarak değil, pratik ihtiyaçlar açısından da tartışmalıdır. Yine de bugün devlet insanlık durumunun objektif bir özelliği olarak ortadadır. Modern devlet mantıkî, ahlâkî veya pratik bir zorunluluğun değil, tarihsel tesadüflerin eseri olarak 15. ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkmış olan, insanlık tarihi bakımından çok yeni bir kurumdur. Dinî terminolojiyle söylemek gerekirse, devlet bir bid’attır.
Devlete niçin itaat edilir?
Öyle veya böyle, dediğim gibi, insanlar genellikle devlete sorgusuz-sualsiz-itaat ederler. Ama sırf bu fiilî duruma bakarak devlete itaatin insanlar için bir yükümlülük olduğu sonucuna varılamaz. Devlete fiilen itaat etmekle, devlete itaatin bir “yükümlülük” olması veya bir “yükümlülük” olarak görülmesi aynı şey değildir. Çünkü, insanlar devlete çeşitli nedenlerle itaat ederler. İnsanlar, meselâ, itaatsizliğin ağır müeyyideleri davet edecek olmasından korktukları için kendilerini devlete itaate mecbur hissediyor olabilirler. Başka ihtimaller de var: İlgili kanunun bizim de onayladığımız temel bir ilkeye uygun olduğunu düşündüğümüz için, başkaları itaat ederken bizim itaat etmememizi yanlış bulduğumuz için veya devleti “kendi devletimiz” olarak gördüğümüz için onun kanunlarına uyuyor olabiliriz.
Tekrar belirtmek gerekirse, devlete itaatin fiilî bir durum olmasından hareketle bu konuda yurttaşların genel bir itaat yükümlülüğü bulunduğunu söyleyemeyiz. Bunu söyleyebilmek için, ancak yurttaşların -başka herhangi bir neden olmaksızın- sırf devletin buyruğu olduğu için ve duruma veya kanunun muhtevasına bağlı olarak değil de genel olarak itaat ediyor olmaları gerekir. Başka bir anlatımla, siyasî itaat yükümlülüğü yurttaşlarca devletin bir cebir aygıtı olmaktan önce bir “otorite” olarak kabul edilmesinden kaynaklanır. Bir şeyi veya kişiyi “otorite” olarak kabul etmek ise onun direktiflerini öncelikli eylem nedenleri saymaktır. Birinin otoritesine rıza göstermek, sizi otorite sahibinin otoritesiyle ilgili konuda sizden istediklerini yapma yükümlülüğü altına koyar.
Kabul etmek gerekir ki, günümüz dünyasında muhtelif devletlerin yurttaşlarının önemli bir kısmı, belki de çoğu, bu anlamda da devlete itaat ederler; yani devlete sadece fiilen itaat etmez, itaati bir yükümlülük olarak da görürler.
‘Sivil itaatsizlik’ eylemleri
Felsefî anarşizmi bir yana bırakırsak, ilgili literatürde de baskın olan görüş siyasî itaatin yurttaşlar için genel bir yükümlülük olduğudur. Şu var ki, “genel” yükümlülükten kasıt “mutlak” yükümlülük değildir. Nitekim, siyasî itaat yükümlülüğünün varlığını kabul eden hemen hemen hiçbir düşünür, herkesin devletin her buyruğuna veya her kanuna itaat etme yükümlülüğü altında olduğu görüşünde değildir. Burada kastedilen, prima facie yükümlülüktür; yani, devlete veya hukuka itaat etmemenin ahlâken caiz olduğu durumlarda itaat yükümlülüğü yoktur. Şöyle de diyebiliriz: Hukuka itaat genel bir yükümlülük olmakla beraber, daha güçlü başka mülâhazaların ağır bastığı kimi durumlarda itaatle yükümlü değilizdir veya itaatten cayabiliriz. “Sivil itaatsizlik” eylemleri bu durumun tipik örnekleridir.
Tabiatıyla, siyasî itaatin yurttaşlar için bir yükümlülük olduğu görüşünü anarşistler kabul etmezler. Çünkü, onlar devletin meşru olmadığı, dolayısıyla otorite iddia edemeyeceği görüşündedirler. Anarşist düşünürlere göre, devletin karakteristik özelliği, onun cebir ve şiddet kullanmak suretiyle insanlara istediğini yaptırmasıdır. Oysa, nasıl ki, herhangi bir kimse cebir kullanarak başkalarına istemedikleri şeyleri yaptırma hakkına sahip değilse, aynı şekilde devletin de insanları istemedikleri şeyleri yapmaya zorlama hakkı veya yetkisi yoktur. Ancak felsefî anarşizmin bu pozisyonu hiçbir devlete hiçbir zaman itaat edilmemesi gerektiğini söylemekle aynı şey değildir. Nitekim, anarşist tez açısından da, kimi durumlarda devletlerin yasalarına aykırı hareket etmemek için sağlam ahlâkî nedenler var olabilir.
Peki, yurttaşların devlete genel itaat yükümlülüğü nereden kaynaklanmaktadır? Başka bir anlatımla, devletin yurttaşlarına buyruklar verip onlardan itaat talep edebilmesinin, kısaca devletin otoritesinin kaynağı nedir?… Siyaset felsefesinde bu temel soruya çok çeşitli cevaplar verilmiştir. Bunları da başka bir yazıda gözden geçirelim.
Not. Yazı daha önce Özgürlük Araştırmaları web sayfasından yayınlanmıştır.