Üniversitede okurken edebiyat dersimize giren hocalarımızdan biri bir deney anlatırdı. Deney, bir fareyi ölmeyecek kadar aç bırakıp, bir fanus içerisine farenin en sevdiği yiyecekleri bölmelere koyup, sonrasında aç olan fareyi de fanusa bırakmak şeklindedir. Fare, çok ilginç bir şekilde ne yapacağını şaşırıp, birden her yiyecek kaba saldırır. Saldırmasına saldırır ancak bütün bölümlerdeki yiyecekleri dağıtıp sonunda yine hiçbir şey yiyemeden ölür.
Sabah kahvaltısında genelde geçmişin alışkanlıklarını, doğruları ve yanlışlarını analiz ederken kendimizi de sorgulayarak ailece farklı konuları değerlendirip, değişimi kendimizden başlatmanın gereğini eşim zaman zaman söyler. 23 Nisan sabahı baktım ki eşim balkona, odaya Türk Bayraklarını asmış. Elbette ki hoşumuza da gitti. Bir simge, bir değer. Balkondan dışarı baktım, görebildiğim birçok ev de aynı şekilde balkonlarını, camlarını bayraklarla donatmış. 12 senedir aynı yerde oturuyorum, bu tabloya bu derece rastlamamıştık. Bu olayı insanlar hangi motivasyonla yaptı diye merak etmedim değil. Acaba sevgi mi, yoksa kin duygusu mu diye düşündüm. Etki tepki hadisesi sanıyorum.
Günümüzde insanlar bir şey üretemezlerse mutsuzluk başlar, iyi, kötü, doğru, yanlış arayışlara girerler. Bir şeyler üretmek ve bunun karşılığının alındığını görmek insanların mutluluğudur. Bu mutluluğa erişmek için insanların fikirleri, yaşam alanları, iradeleri ufacık da olsa kısıtlanmamalıdır. Sınırlamalar, dayatmalar olması halinde ise karşı tarafın yaptığı doğru işler dahi tepkiyle karşılanır. Millette şecere aranmaz, ahlakta ve idealde millilik aranır diyen Gökalp zamanında nasıl da tenkit edilmişti..
Benim dinim ne ümittir ne korku,
Allah’ımı sevdiğimden taparım,
Ne cehennemden ne cennetten bir korku,
Vazifemi almadan yaparım…
İnancını, ideolojini, yönetim tarzını güçle, zorbalıkla başkalarına dayatmaya kalkmamayı tavsiye edip. İlmi hikmetinde kullanarak sevdiklerinizi başkalarına kendi iradeleri ile sevdirin diye öğüt verir.
Bizim neslimiz, zor kullanılarak ideolojisini, fikrini, kabullerini çokça değiştirerek yaşamak zorunda kaldı, halen de yaşamaya devam ediyor. Aktörler değişiyor, oyun değişmiyor. Yüzyıl geçmesine rağmen, inişli çıkışlı yollarımız hiç bitmeyecek mi?
Sayın Osman Aydoğan Paşa, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı makalesinde “tarihte bir yolculuk, diye başlarken “hayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlaşılırı” hatırlatmış. Diyorum ki anladığımız hayatı niçin dikenli bir yapıya çeviriyoruz? Suçlular sadece bir kesim mi?
Darbeye kalkışanlara kızarız, yaptıranı unuturuz.
Ülkeyi soyana kızarız, hazırlayanları unuturuz.
Yönetimi suçlarız, onlara sorumluluk verene sormayız.
Cahile kızarız, cahil bırakana söz söylemeyiz.
Ahlaksızlığı sergiliyor diyene kızarız da yapanı görmeyiz.
Hep çalkantılı dönemlerin müşterisi olmak bizim kaderimiz mi? Geçmişte kalan şan, şeref, acılar mirası, geleceği neden aydınlığa götürmez. Birlikte yaşama arzusu, siyasi varlıkta birliktelik, kaderde, sıkıntı ve tasada bir olma duygusu ve arzusu halen neden yok? Sistem kendi düşmanını neden yaratıyor? Makamlar değişince geçmişte sana yaşatılan acıları şimdi neden yaşatırsın? Kin ve nefret duygusu ile adalet olur mu? Hangi hukuk devletinde adrese teslim, kişiye özgü yargı olur?
Hep sistemden, basından, dış güçten, küresel güçten şikâyet ederken, kırmızı halılar, koltuklar, para, şöhret, hazine garantili şatafatlar maalesef bu şikayetleri unutturdu. Sayın Rubil Gökdemir’in araştırmasında da söylediği gibi “Yanaşma düzeni” mensupları belki mevcut şartlardan memnun olabilir ama geçmişten pek çok örneğini gördüğümüz benzer uygulamaların kötü izler bıraktığı aşikardır. Abbasi dönemi Bermekelileri de böyleydi ama işte dünya onlara da kalmadı. Dost acı söyler; yaşadığınız kültür, eksen, kendinize göre uydurduğunuz inançlarınız, töreniz ile başkalarının iradesini köleleştirmeye kalkmayınız. Demokrasiler okuyarak değil, yaşayarak öğreniliyor. Artık siz de vicdan, merhamet, ahlak, adalet, demokrasi, akıl ve bilimi tercih ediniz. T.B.M. Meclisinin gücünü yükselterek, tam bağımsızlık için yanlışınızdan en azından 100. Yılda dönünüz.
Bu güzelim ülkeyi bizlere miras bırakanlara saygı duyun, rahmet edin. Bu mirası yağmalamayın. Eğer bizi sistemin acımasızlığı getirdi, güç bende, her şey önümüzde, aç geldik buralara, biraz da biz tok olalım, zulmedelim, adalet de benim, güç de benim diyorsanız, deneydeki farenin konumuna düşebileceğinizi unutmayın. Olağanüstü sorunlar toplumun tüm unsurları ile çözülebilir. Demokratik kurumları tasfiye etmek, hukuk devletini yok saymak asıl beka sorununu getirecektir. T.B.M.M Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık sebebidir, temelidir, belkemiğidir, çatısıdır. Buranın önemini ve ağırlığını yok etmek, Türkiye Cumhuriyeti’nin önündeki en büyük tehdit ve tehlikedir.
Yapılan hukuksuzlukların, zulümlerin, zorbalıkların, körüklenen mafya düzeni ateşinin sizleri de bir gün yakabileceğini unutmayın. “Akıl dimağda, ilim kalpte, haya gözdedir” ilkesi ile zulümden kaçının, haksızlık yapmayın.
Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacip, “Adalete istinat eden kanun, bu göğün direğidir, kanun bozulursa gök duramaz” der. Kuruluşumuzun 100. Yılı ülkemizi yaşanır bir ülke, geleceğimizi aydınlık bir gelecek haline getirecek bir adalet devletine vesile olması dileğiyle KUTLU OLSUN. Ramazan ayımız da BARIŞ VE ADALET getirsin.
Yazıyı bitirmemle birlikte saat 21:00 itibariyle balkonumuzdan İstiklal Marşımızı okuyoruz.
Saygılarımla,