Çok sayıda Suudi devlet görevlisinin ayrıntılı bir hazırlık sonunda gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı İstanbul Konsolosluk binasında barbarca katletmesi ve vücudunu kemik testeresiyle parçalaması, eşine zor rastlanan ve vicdanları derinden yaralayan bir vahşet. Esasen Suudi rejimini hep desteklemiş olan gazeteci Kaşıkçı’nın tek suçu, son aylarda ve özellikle Veliaht Muhammed bin Selman’ın (MbS) Kasım 2017’deki yaygın tutuklamalarından sora, ılımlı eleştiriler yazması.
Yabancı bir ülkede bunu yapan Suudi devletinin, muhalif gördüklerine kendi ülkesi içinde neler yaptığını varın siz düşünün. Bu Suudi vahşetinin, IŞİD’in kafa kesen Cihatçı Selefi fanatikleri hatırlatması da rastlantı değil. Çünkü anavatanı Arap Yarımadası olan Vehhabi öğreti, her ikisinin ortak genlerini oluşturuyor.
Ortaya çıkan kanıtlar, faillerin Suudi devleti içindeki konumu ve Riyad’da iktidar yapısının işleyişi, hunharca işlenen cinayet emrini Veliaht MbS’in verdiğini gösteriyor.
Babası Selman 2015’te tahta çıktıktan sonra kısa sürede iktidarı eline geçiren Veliht MbS, bugüne dek üstlendiği girişimlerin çoğunda başarısız oldu veya işleri yüzüne gözüne bulaştırdı. Kaşıkçı vahşeti son örnek.
Mesela Arap dünyasının en fakir ülkesi Yemen’e karşı başlattığı savaşta batağa saplandı ve hedefine ulaşamadı. ABD ve İngitere’nin yoğun silah, lojistik ve istihbarat desteği altında yürütülen savaşta, çocuklar ve kadınlar dahil 100 000 civarında masum insan hayatını kaybetti. Yemen yüzyılın en büyük açlık ve salgın felaketini yaşıyor. Buna karşılık ülkenin Sünni bölgelerinde El Kaide çok güçlü bir örgüt haline geldi.
Kaşıkçı’nın katledilmesi insani bir trajedi olmanın yanında, bölgedeki stratejik dengeleri derinden etkileme potansiyeline sahip görünüyor. Yemen savaşının ve MbS’in diğer fiyaskolarının yol açamadığı sonuçlar doğurabilir. O açıdan, deveyi göçerten son buğday tanesi veya çığ kitlesini harekete geçiren son kar taneciğine benzetilebilir.
Eli böylesine vahşi bir cinayetin kanına bulaşmış MbS şimdi veliahtlıktan çekilmeli. Ancak bu yeterli değil. Suudi Arabistan, iyi tasarlamış ama fazla gecikmeyen adımlarla anayasal krallık sistemine geçmeli. Suudi Arabistan elbette kısa vadede mükemmel bir demokrasi olamaz ama meşruti monarşi mümkün. Asgari ölçüde bir hukuk sistemine geçiş, daha rahat bir tartışma ortamının sağlanması ve Vehhabi baskısının yumuşatılması için en uygun yol bu. Suudi hanedanı içinde ve toplumun belli kesimlerinde bu talebin yeterince güçlü bir şekilde mevcut olduğunu da biliyoruz.
Ancak ikinci ve daha güçlü ihtimal, Veliaht MbS’in iktidarı bırakmaması. Bu noktada en büyük destek ABD başkanı Trump’tan geliyor. Ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşan 86 yaşındaki Kral Selman’ın durumu da Veliaht MbS’in elini güçlendiriyor. Kaşıkçı’nın katledilmesinde MbS’nin sorumluluğu aşikar. ABD istihbarat teşkilatı CIA de muhtemelen o doğrultuda bilgilere sahip. Ama Başkan Trump çeşitli bahaneler ileri sürerek Suudi Prensi koruyor.
Bahanelerden biri, Trump’ın 2017’deki Riyad ziyareti sırasında imzalanan 105 milyar dolarlık silah satış anlaşması. Yıllara yayılı bu rakam ABD ekonomisi için hayati değil. Bir kısmı zaten Obama döneminde siparişe bağlanmıştı. Bir kısmı ise kesin olmayan niyet mektubundan ibaret. Kaldı ki, Riyad’da hangi Suudi iktidarda olursa olsun, ABD’den önemli miktarda silah sistemi ve askeri malzeme zaten satın alacaktır.
Trump’ın liderliğinde oluşan ABD-İsrail ittifakının Ortadoğu için ürkütücü niyetleri var. Bu ittifakın hedefe ulaşmasında Veliaht MbS bölgede kilit bir rol oynuyor. Korumanın esas nedeni bu.
İttifakın temel politikası İsrail için tehdit potansiyeli taşıyan her ülkenin istikrarsızlaştırılması, zayıf düşürülmesi ve gerekirse parçalanması. Şimdi ilk hedef İran.
İran’a uygulanan ambargo nedeniyle fiyatların yükselmemesi için Suudiler piyasalara aşırı petrol pompalayacak. İran’a karşı yapılacak askeri operasyonlarda ABD’nin askeri güçleri muhtemelen Suudi arazisinde konuşlandırılacak.
Mısır, Ürdün, BAE gibi bölge ülkelerinin de ABD-İsrail ittifakıyla değişen ölçülerde işbirliği yapması gerekiyor. Ama İsrail her geçen gün Filistin halkının topraklarını gasp etmeye devam ederken, bu Arap ülkeleri İsrail’le yapılan işbirliğini kendi halklarına nasıl anlatacak? Başkan Trump bunun da çözümünü buldu. “Asrın Anlaşması” adı altında bir barış planı hazırlanıyor. Filistin halkının asla kabul etmeyeceği koşulları içeren bu planı Filistinli yöneticilere dayatma ve kabul ettirme görevini de MbS yüklenmiş durumda.
Tabii MbS’in iktidarı bırakmaması ve burada özetlenen ikinci ihtimalin gerçekleşmesi, her şeyin planlandığı gibi yürüyeceği anlamını taşımıyor. MbS’in hayal ettiği gibi 50 yıl Riyad’da iktidarı tekelinde tutabilmesi çok zor.
Suudi devleti iki büyük temel üzerine kuruludur: Suudi hanedanı ve El Şeyh sülalesinde temsil bulan Vehhabi ideoloji. Daha önce bir başka yazıda ayrıntılı olarak ele aldığım gibi, MbS bu iki temeli de zaten çatlatmıştı. (Suudi Arabistan 2030’a kadar yaşar mı? Ahval, 13 Kasım 2018).
Şimdi Kaşıkçı katliamından sonra iktidarda kalmayı becerebilse dahi, işi çok daha zor. Suudi hanedanı içinde tepkiler hayli artmış durumda. Kendisine karşı artan tepkileri, muhtemel bir saray darbesini veya suikast girişimlerini bertaraf edebilmek için, çok daha sert bir zulüm düzeni oluşturması gerekecek. Bu da muhalefeti artıracak. MbS’in amcası Kral Faysal, 1975’te bir Suudi Prensin suikastı sonunda hayatını kaybetmişti.
MbS iktidarda kalırsa, Trump gibi agresif ve ne yapacağı öngörülemez bir Amerikalı lidere borçlu duruma düşecek. ABD-İsrail ittifakının rehini olacak. Bu durumda içerde, özelikle Vehhabi ulema arasında tepkiler olağanüstü yükselecek.
Artık o noktada söz konusu olan sadece MbS’in kişisel iktidarına dönük bir risk değil, bizzat Suudi hanedanının sona ermesi, dolayısıyla Suudi devletinin dağılması ihtimalidir.
Veliaht MbS’in durumu şu an belirsiz. O nedenle ABD-İsrail ittifakının İran’a karşı atacağı adımların ne olacağı ve Filistin için tasarlanan Asrın Anlaşması (!) geçici olarak beklemede.
Ancak MbS Kaşıkçı cinayetinin doğurduğu fırtınayı atlatıp iktidarda kalmayı başarabilirse, ABD-İsrail ittifakının bu kez daha da cüretkar bir şekilde İran’a saldırması beklenmelidir.
Böyle bir gelişme, güney sınırlarımızdan Arap Yarımadası’nın güneyine, Sina çöllerinden İran’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada etkisi hissedilecek bir jeopolitik tufan doğurur. Yaklaşan tufanın tahribatını herkes dilediği gibi tahmin edebilir. Suriye ve Irak’ta olduğu gibi ABD muhtemelen yine kaybedecektir. Ancak bedelin korkunç bir tahribat olacağı muhakkak.
Kaşıkçı’nın Türkiye’de katledilmiş olması Ankara’ya ciddi sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğun nasıl yönetildiğini değerlendirmek için henüz erken. Çünkü açıklamalardan çok yapılana ve sonuca bakmak gerekiyor ki bunları henüz tam olarak bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 Ekim günü AKP grup toplantısında önemli açıklamalar yapacağını ilan etmişti. Ama konuşmasında daha önce kamuoyuna yansımamış bir bilgi vermedi. Bu durum, Ankara’nın ABD ve Suudi Arabistan’la pazarlık yaptığı ihtimalini akla getiriyor. Umalım ki, burada özetlediğimiz nedenlerden dolayı, Riyad’da statükonun devamına Türkiye’nin katkı yapması anlamına gelecek bir sonuç ortaya çıkmasın.