Rusya şimdi de Ukrayna’da. Dünya halkları şaşkın, Avrupa ve Amerika neredeyse pasif gözlemci konumunda. Türkiye ise, son yıllarda hep olduğu gibi, ne yapacağını bilmiyor. Tedirgin olup olmadığı bile belli değil. Rusya Devlet Başkanı Putin her ne kadar önce sadece Ukrayna’nın Doğudaki Donbas bölgesine, Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerinde yaşayanları savunmakla sınırlı bir askerî harekât yapacağını açıkladıysa da, bilâhare hedefini büyüterek Ukrayna’yı işgale başladı.
Rusya’nın iddiasına göre, askerî müdahale Donetsk ve Luhansk’taki ayrılıkçıların Ukrayna ordusunun saldırısını püskürtmek üzere Rusya’dan askerî yardım talep etmesi üzerine başlatılmış bulunuyor. Putin iki ayrılıkçı cumhuriyeti hafta başında resmen tanımıştı.
Ukrayna 2014 ve 2015’te imzalanan Minsk anlaşmaları gereğince bu iki cumhuriyete özerklik verecek, buna karşılık Donbas askerden arındırılacak ve bölge Ukrayna’nın bir parçası olarak kalacaktı. Ancak anlaşmaların gereği hiçbir zaman tam olarak yerine getirilmedi. Putin cumhuriyetleri tanıdıktan sonra Minsk anlaşmalarının artık geçerli olmadığını söyledi.
Batı’da ve Türkiye’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle sonuçlanan sürecin asıl sorumlusunun ABD ve NATO olduğu yolunda fikir beyan edenler var. Bunlar Rusya’nın saldırısına gerekçe olarak, ABD ve Avrupa’nın, Rusya’ya komşu ülkeleri içine alacak ve böylelikle Rusya’yı Batı ve Güneyden çevreleyecek şekilde NATO’yu genişletme çabasını göstermektedirler. Yani, demek istiyorlar ki, bu meselede asıl suçlu olan, NATO tarafından ‘’kuşatılma’’ girişiminin Rusya’da yol açtığı güvenlik endişelerini anlamak istemeyen veya görmezden gelen Batılılardır.
Ne var ki, bu tek taraflı, yani sadece Rusya’ya empati yapan akıl yürütme biçimi iki nedenle isabetsiz görünmektedir. İlk olarak, böyle düşünenler Yayılmacı Rusya’nın Ukrayna için bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu görmezlikten gelmektedirler. Bu bakış açısı, Kırım’ı kendisine bağlamak ve Güney Osetya’yı tanımak örneklerinde olduğu gibi, Rusya’nın son yıllarda devamlı olarak nüfuz alanını genişletmek suretiyle eski Sovyet döneminin restorasyonun peşinde olduğunu göz ardı etmektedirler. Rusya’nın bu genişleme stratejisinin Ukrayna’da, hatta Doğu Avrupa ülkelerinde ve Baltık cumhuriyetlerinde ciddî güvenlik endişeleri yaratmasından daha doğal ne olabilir.
İkinci olarak, Ukrayna’nın 1994 tarihli Budapeşte Memorandumu uyarınca Rusya’ya karşı Batı’dan korunma talebinde bulunmaya hakkı vardır. Bu anlaşmalar uyarınca Ukrayna sahip olduğu nükleer güçlerden vazgeçme karşılığında toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına yönelik tehditler veya saldırılara karşı ABD ve İngiltere’den güvenlik garantisi almıştı.
Onun için, uluslararası hukuka da aykırı olarak ayrılıkçı güçler tanınmak suretiyle ülkesinin bütünlüğü yok sayılan ve bununla da kalmayıp bütün ülkesi işgal edilen Ukrayna’ya empati göstermek saldırgan durumdaki Rusya’ya empati yapmaktan daha kolay değil midir?…
Öte yandan, Donbas bölgesinde Ukrayna’ya karşı ayrılıkçı mücadele yürütenlere Rusya’nın sırf etnik-kültürel bakımdan Rus oldukları gerekçesiyle destek vererek onları resmen ayrı devlet olarak tanıması da masum bir tutum sayılamaz. Soydaşlık veya dil birliği başka devletlerin bütünlüğünü ihlâl etmek için haklı bir neden sayılacak olursa, bunun bütün dünyayı kaosa sürükleyebilecek bir süreci başlatacağından emin olabilirsiniz!
Bu meseleye ayrılıkçı amaç güden halk açısından baktığımızda ise bana göre durum şudur: Devletler kabul etmek istemeseler de, prensip olarak hiçbir halk birlikte yaşamak istemediği bir toplumla aynı siyasî birliğin içinde kalmaya zorlanamaz. Şu var ki, ayrı bir siyasî birlik oluşturmak ancak barışçı ve diplomatik yollardan gerçekleştirilmeye çalışılırsa saygı duyulması gereken bir taleptir ve bu hiçbir halde başka bir devletin müdahalesi için meşru bir gerekçe oluşturamaz.
Ayrıca, böyle bir girişimin doğurması muhtemel olan, nüfusla, kaynak dağılımı ve benzerleriyle ilgili sorunların çözümünün hiç de kolay olmadığını ve nüfus meselesinin dramatik sonuçlar doğurabileceğini de unutmamak gerekir. Bu tür durumlarda tarafların rızasına dayalı olarak BM kurumlarının devreye girmesi ve gönüllülük temelinde ayrılmanın mekanizmasını organize etmesi en isabetli yoldur.
Son olarak, Rusya’nın son yıllarda tutarlı olarak izlediği genişleme veya nüfuz alanını genişletme politikasının elbette Türkiye için de bazı istenmedik sonuçları vardır. Madem ki herkes –özellikle de Rusya’nın ‘’Yeniden Büyük Rusya’’ davasına empati yapanlar- güvenlik dilinden konuşuyor, biz de aynı dili kullanalım: O zaman Karadeniz’i bir Rus gölü yapmaya çalışan ve gitgide Türkiye’nin yakın komşusu haline gelen, bu arada son birkaç yıl içinde Türkiye’nin güneyindeki konumunu da tahkim etmiş olan Rusya böylelikle Türkiye’yi hem kuzeyden hem güneyden kuşatmış olmakta değil midir?
Evet, mağdura değil de saldırgana empati yapan vicdan nasıl bir vicdandır?
Peki ya, Ukrayna’nın muhtemel Rus saldırısına karşı kendisini güvende hissetmesini sağladıktan sonra, tehdit gerçek olunca geri çekilenlerin (ABD ve Avrupa’nın) vicdanına ne demeli?…
Kaynak: Diyalog Gazetesi