Beş yıl kadar önce ‘’Bir Vesayet Kurumu Olarak Devlet’’ başlıklı bir deneme kaleme almıştım. Orada modern devletin en büyük vesayetçi kurum olduğunu belirtmiş ve şöyle devam etmiştim: Devlet ‘’vesayetçidir, çünkü kendimizle ilgili kararları kendimizin almasına izin vermez, bu kararları sözde bizim adımıza o alır. Biz aynı görüşte olmasak bile bizim adımıza kendince kamusal politikalar belirler ve bize rağmen uygular. Dahası, bizim yararımıza olduğuna hükmettiği şey gerçekte bize zarar verse bile, yaptığının bizim iyiliğimize olduğunda ısrar eder. / Devlet bunu, bireysel ve sivil olanla ilgili hemen hemen her şeyi ‘kamusal’ olarak niteleyerek ve ‘kamusal’ı da kendi iradesiyle özdeşleştirerek yapıyor. Böylece, hayatın hemen hemen her alanını kapsayan ‘kamu politikaları’ marifetiyle devlet bize sahici anlamda karar alanı bırakmıyor. Gerek bireyler gerekse toplum olarak bizimle ilgili olan her şeyi bize rağmen kendisi belirliyor ve uyguluyor.’’ Vesayetçilik, rejimin yapısından ve iktidar mevkiinde olanların kim olduğundan bağımsız olarak, doğrudan doğruya modern devletin doğasından kaynaklanmaktadır. Son iki asırda demokrasinin popüler bir ideal haline geliş olmasının esas nedeni, onun devletle vatandaş arasındaki bu çarpık ilişkiye son vereceğine ilişkin beklentidir: Devletin ‘’kumanda mevkii’’ne, temsilcileri aracılığıyla da olsa, ‘’halk’’ın geçmesinin bu vesayet ilişkisini ortadan kaldıracağı ümit ediliyordu. Ne yazık ki, demokratikleşme bu beklentiyi tam olarak gerçekleştirmedi. Özel olarak Türkiye söz konusu olduğunda; demokratikleşme devleti toplumdan gelen talep ve beklentilere bir ölçüde daha duyarlı hale getirdiyse de, nihayetinde devletin doğası demokrasiye galip geldi. Türkiye’de bunun elbette devletin doğası dışında başka nedenleri de var. Şöyle ki: Türkiye’de devlet, toplumun ihtiyaç ve beklentilerine göre şekillenmesi istenen bir toplumsal-siyasal kurum olarak, ‘’toplumun’’ bir kurumu veya aygıtı- olarak değil de, toplumu belli bir dünya görüşü ve ideolojiye göre dönüştürmekle görevli bir cebir organizasyonu olmak üzere kurgulandı. Dahası, kuruluş dönemini izleyen çok partili siyaset de bu ideolojik tercihin devamını garanti edecek bir ekstra vesayetçi yapı içinde işleyecek şekilde yapılandırıldı. Cumhuriyetin kurucu kadrosunun ve sonraki takipçilerinin, muhkem bir vesayetçi sistem kurmak üzere devletin doğasıyla ilgili öncelikler ile ideolojik emelleri birleştirebilmesindeki başarıları takdire değer. Gelgelelim, bu iki katlı vesayetçi yapının ideolojik dayanağı Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ikinci döneminde zayıflamış görünse de, vesayetçi örgütlenmenin devletin varlık ve güvenliğini önceleyen ‘’hikmet-i hükümet’’çi temeline hiç dokunulmamıştır. Aksine, resmî ideolojiye sadık askerî unsurların da desteğiyle, AKP son yıllardaki siyasetini ‘’devletin bekası’’ üstünde odaklaştırmak suretiyle vesayeti daha da tahkim etmiş, bu arada vesayetin ideolojik dayanağını da kısmen değiştirmiştir. Ancak, geleneksel vesayetin kuruluş ideolojisinden gelen dayanağının zayıfladığı görüntüsü aldatıcıdır. Başka bir deyişle, günün birinde AKP iktidarı sona erdişinde bizi bekleyen, pek muhtemelen, eski vesayetçi ideolojinin restorasyonudur. AKP-sonrası dönemde, başta askerler arasında olmak üzere, kuruluş ideolojisine bağlılığın devlet içinde yeniden su yüzüne çıkması kuvvetle muhtemeldir. Öyle ya, ‘’devletin bekâsı’’ için AKP’ye verdikleri şartlı destek, ‘’devlet seçkinleri’’nin temel ideolojik bağlılıklarından vazgeçtiklerini göstermez. Bu arada, bu kadronun Gülen Cemaatinin tasfiyesini ‘’devletin bekası’’nın bir gereği olarak gördüklerini de belirtelim. Evet, AKP bugün eski Kemalist vesayetin yerine kendi vesayetini koymuştur. AKP vesayetinin referansının da, selefininkine benzer şekilde iki ayağı var: bir yandan devletin bekasıyla ilgili endişeler, öbür yandan toplumun hayat tarzı ve kültür olarak dönüşümünü öngören bir dünya görüşü veya ideoloji. Şu farkla ki, AKP’nin ideolojik referansı Kemalizm değil İslâm’dır; onun gelenekçi ve fetihçi Sünnî-Türk yorumudur. Ne var ki, Cumhuriyet’in yurttaşları olarak bizim için iki durumda da sonuç değişmiyor: İster lâikçi ister dinci türü olsun -AKP örneğinde belki Kemalist vesayetten de fazla olmak üzere- vesayetçilik temel hak ve özgürlüklerimizin, hukuk ve adaletin tahribine yol açmış ve Türkiye AKP yönetiminde medeniyet yolundan daha da uzaklaşmıştır.
Kaynak: Diyalog Gazetesi