“Tarikatler kapatılmalı mı?” Konuya dar bir bakış açısı ile bakıldığında, büyük çoğunlukla bunun cevabı; “evet” veya “hayır” şeklindedir. Asıl olan sorun ise bu sorunun soruluyor olmasıdır?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal, ülkenin gelişmesinin ve insanların mutluluğunun nereden geçtiğini tespit etmişti. Bu özgürlüktü… Görüşlerini üç özgülük formülüyle ifade etti: Din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü. Turgut Özal dindardı ve bundan utanmıyordu. Ama herkesin kendisi gibi olması için bir arzusu ve çabası yoktu. Piyasa ekonomisi modelinin önemine ve yararına inanıyordu.
“12 Eylül”ün mimarları siyaseti iki ana çizgide planlamışlardı. Özal bu oyunu bozdu. Anavatan Partisi devletin kurduğu MDP ve HP’yi geçerek seçimi kazandı.
Özal devletin işlevinin vatandaşa hizmet etmek olduğunu ifade ederek, Türkiye’de kabul gören görüş, halk devlete hizmet etmelidir anlayışına karşı çıkmıştı. Serbest ticaretin önemine inanmış ve ABD’ye “sizden yardım istemiyoruz sizinle ticaret yapmak istiyoruz” anlamında mesajlar vermişti. Türk müteşebbisleri Özal zamanında dünyaya açıldı. Özal’ın, sivil toplum üzerindeki devlet baskısını ortadan kaldırmak suretiyle demokrasi, insan hakları ve bireysel özgürlüklerin önünü açması, onun liderlik niteliğini ortaya koyması açısından son derece önemlidir
Özal düşünce ve ifade özgürlüğünü her şeyin üstünde tutmuştur. Düşünceler özgür bir biçimde ortaya konulmadıkları takdirde eleştirel bir kültürün de olamayacağına inanmıştır. Bu dönemde,Kürtçe konuşma yasağının, Türk Ceza Kanunu’nun ifade özgürlüğünü kısıtlayan 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması ve yükseköğretimde kılık kıyafet yasaklarının kaldırılması dikkat çekmiştir. İnsan haklarının, evrensel hukukun, bireysel özgürlüklerin ve özgür basının önemi, sivil toplumun güçlenmesini, ifade, din, vicdan ve teşebbüs özgürlüğünün önemi ifade edilmiştir. Pragmatizm ile birlikte ekonomik determinizme inanan Özal, iktisadi kalkınmanın aynı zamanda sosyal, kültürel ve siyasal gelişmenin de anahtarı olduğunu düşünmüştür. Maddi refahın, demokrasiyi, özgürlükleri, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü hatta ülkeler arasında çözülemez sanılan sorunlarında barış içinde çözüleceği düşünülmüştür.
A.K. Partisi lideri Erdoğan’da yola çıkarken “3Y” diye tarif ettikleri yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadeleyi vere vere bugünlere geldiklerini söylemiştir. Zaten yasakların karşıtı özgürlüklerdir. “Özgürlük kural, yasak istisnadır” prensibi ile A.K. Partisi yola çıkmıştır. Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN Tarafından TBMM’ne Sunulan 59’uncu Hükümet Programında “Özgür, bağımsız, çok sesli bir yazılı ve görsel basın, demokratik rejimin önemli güvencelerinden biridir.” Cümlesi de yer almıştır.
Özellikle Özal dönemi ile Erdoğan döneminin başarıları ile ilgili bu fotoğraflardan sonra, hukukun üstünlüğü ve demokratik hukuk devleti kavramına bakmamız da gerekiyor. Hukuk devleti: “eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir”.
Hukuk devletinde “insan haklarına saygı”, “temel hak ve özgürlüklerin korunup, geliştirilmesi” öne çıkmaktadır. Bunun ise somutlaşmış hali, “yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı, düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü, teşebbüs hürriyeti, basın özgürlüğü vb” noktalarda öne çıkmaktadır. Basın özgürlüğü idarenin yargısal denetimi yanında kamu adına şeffaf ve denetlenebilir bir yönetimin, hukukun üstünlüğüne inanan bir idarenin oluşması için gerekli bir şarttır. Bunun yanında “adil yargılanma” hakkının sağlanması için yargı bağımsızlığının ve tabi hakim ilkesinin mutlak olması. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının, anayasanın yargı mensuplarına sadece bir lütfu olarak algılanmaması, aynı zamanda halkın güvenine layık olunarak kazanılacak bir konum olmasının da pratikte sağlanmasının bir zorunluluk olduğu gözden kaçmamalıdır. Evrensel hukuka ve emredici hükümlere aykırılık halinde hakimlerin de bu görevlerde bulunmamalarının ve denetimlerinin de yolunun açılması ve tartışılması gereklidir.
Yasama, yürütme ve yargı erklerinin bağımsız olması hukuk devletinin temel gereğidir. İdarenin hukukun üstünlüğüne inanması ve idarenin her türlü eylem ve işleminin de yargı denetimine tabi olması, idarenin eylem ve işlemlerinde Anayasanın eşitlik ilkesine uygun davranması bir zorunluluktur. Sivil toplum, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapabilme, dernek ve vakıf kurabilme, ya da cemaat ve tarikat gibi oluşumlar kurmakta özgürlükler arasındadır. Ancak, hukuk devleti şeffaflığı, yönetim, icraat ve mali yönlerden de kontrol edilebilirliği önermektedir. Şeffaf olmayan, demokratik hukuk devletinin vasıflarına uymayan, mali kaynakları denetlenemeyen, hukuka aykırı yollarla ve “ehliyet ve liyakat” sahibi olunmadan baskı unsuru olarak, ya da nepotizm yolu ile haksız menfaatler elde edilmesi hukuk devleti ve eşitlik ilkesi ile bağdaşmaz. Hukuk devleti ve hassaten T.C. Anayasanın 10’uncu maddesinin ilk fıkrasında yer alan “herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmü, bu konularda mutlak eşitliği emretmektedir. Keza 10’uncu maddenin ikinci fıkrasında yer alan “hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmü de böyle bir “mutlak eşitlik” hükmüdür.
Kısaca “hukuk” devletinde Anayasaya bağlılık esastır. Hiçbir vakıf, dernek, cemaat, tarikat vb. yapılar da dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Devletin bu ilkeleri işletmesi, mali denetim, şeffaflık, eşitlik noktasında ayrımcılık yapılmaması durumunda, kötü niyetli, şarlatanların ve “din istismarı” ile menfaat elde etmelerinin önü tıkanmış olacaktır. Böylece de menfaat temin edilemeyen ahvalde kötü niyetli kişilerin organizasyonları mümkün olmayacaktır.
İnsanların bir topluluk oluşturmaları ve bunların –tarikat, vakıf, dernek gibi- isimleri değil, demokratik hukuk devleti kurallarının eşitlik ilkesinin, yapıların şeffaflığının, mali ve diğer yönlerden denetimi ile özellikle haksız mal edinimleri ve varsa istismarlarının engellenmesi gereklidir. Zaten hukuk devletinin kurum ve kuruluşları ile kuralları mutlak uygulandığında, son dönemde yaşanan taciz eyleminin yaşanması mümkün de değildir. Bu noktada taciz eylemi içerisinde olan kişinin çok özel törenlerde yer alması (bu kişiye ve zümreye imtiyaz tanındığı kanaati uyandırmaktadır), bu topluluğun teşviklerden yararlanması, şeffaf bir yapıda olmaması, mali yönden denetlenmemesi “patlamaya hazır bir bomba” gibidir. Daha ağır bir sonuçta doğabilir. Toplulukları yasaklamak ve kapatmak çözüm değildir. Yasak bu yapıların gizlenmesine –yer altına inmesine- yarar.
Anayasanın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Yine Anayasa’nın 12. Maddesi “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” Denilmekle 2. Fıkrada ödev ve sorumluluklar getirmektedir. Kimi yasalarda Düşünce özgürlüğü”nün de sınırlarını ortaya koymaktadır. Düşünce özgürlüğü, hakaret özgürlüğü de değildir. Kişilik hakkına saldırının haksız fiil oluşturduğu yasa hükmüdür. (TMK.25;TBK.49) .
Tarikat, dernek, vakıf, platform, cemaat vb. yapılanmalar için yasak kelimesini hiç düşünmeden, özgürlükleri genişletmek esas olmalıdır.
Hukuk devleti işletildiğinde özel olarak tarikatlar genel olarak tüm sivil toplum örgütleri amacına uygun faaliyet gösterecektir. Yasaklardan önce “hukuk devletini kuralları, kurum ve kuruluşları” ile işletilerek özgürlükleri geliştirmek tek çaredir. Dikkat edilmesi, ders çıkarılması ve çözülmesi gereken nokta, “hukuk devleti” ilkeleri yönünden “nerede hata yaptık” sorusunun cevabını bulmak ve kamuoyu ile paylaşmaktır.