İnsanların mutlu bir şekilde yaşamalarının, toplum olarak mesut ve bahtiyar olabilmelerinin önemli unsurunu “özgür olmaları”, “bağımsız olmaları” ve “güvenlik” içinde bulunmaları teşkil eder. Bu manada onurlu bir insanın öncelikle arzulayacağı husus, doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesidir. Temel hak ve özgürlüklerin en belirgin olanları; yaşam hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, özel yaşamın gizliliği hakkı, ekonomik haklar, seçme ve seçilme hakkı, yeni nesil çevre hakkı gibi onlarca temel hak ve özgürlük alanı sayılabilir.
İnsanlar doğuştan temel haklar bağlamında kanun karşısında eşitbireyler olarak doğarlar ve zaman içinde meslek, statü, konum farkları bulunsa da bu konuda eşittirler. Hiçbir birey, kendisinde olağanüstü sıfatların olduğunu, bu sebeple de hemcinslerine üstün olduğunu, diğer insanların kul veya köle olduğunu, hangi konum veya mevkide olursa olsuniddia edemez. Bu durumT.C.Anayasası’nın 10. Maddesinde de ifade edilmiş olup; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”denilmektedir.Maddenin 4. ve 5. Fıkraları da: Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”şeklinde düzenlenmiştir.
Bir toplumun, özgürlük ve adaletin sağlandığı güven ikliminde yaşaması için, hukuk devleti bağlamında bu güvencelerin sağlandığı ve hayata geçirildiği kurallar ve kurumların varlığı gereklidir. Bu kurum ve kuralların varlığı, hukukun üstünlüğü inancına ve “hukuk devleti” anlayışına bağlı kalmakla ortaya çıkar. Hukuk devleti de demokrasi ile vücut bulur. Demokrasi yoksa hukuk devleti de yoktur. Buradan hareketle hukuk devleti tanımına bakarsak; “İnsan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp her tür iş ve eylemleri yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan devlettir.
İnsanların mutluluğu, refahı ve zenginliği için hukuk devletini tüm kuralları ve kurumları ile hayata geçirmek esas olmalıdır. “Özgürlük ve adalet” hukuk devleti ile sağlanabilmektedir. Halk dilinde: “İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma kurur, duvara dayanma yıkılır.” sözü, dayanılması gereken yeri, yani hukukun üstünlüğü prensibini sağlamak gerektiğine işaret eder. Adaletin bir gün herkese lazım olabileceği genel görüşü ile de ortak değer, hukuk ve adaleti üstün tutmak herkesin menfaatinedir.
İnsanların ve genel anlamda toplumun mutluluğu, refahı ve zenginliği için herhangi bir partiye, gruba, ideolojik yapılanmalara, kişilere değil, hukuka ve hukukun üstünlüğü inancının tesis ettiği yapıya / ANAYASA bağlılık önemlidir. Burada, iktidar, muhalefet, hiçbir dini, etnik veya mezhepsel, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürelanlamda tekil yapılanmalara dayanmaksızın “hukuk devleti” ve hukukun üstünlüğü noktasında tam bir mutabakat esas olmalıdır. Öncelik hukukun yani Anayasanın tesis edilmesidir. Çünkü bugün ve gelecekte, toplumsal barışın, huzurun, adaletin ve refahın kaynağı hukukun üstünlüğü prensibine inanmaktan ve bağlı kalmaktan geçmektedir.
HUKUK DEVLETİ VE ADİL YARGILANMA HAKKI
Hukuk Devleti; her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir. Yine, “adil yargılanma hakkı”, “yargı bağımsızlığı”, “idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olması”, “tabii hakim ilkesi” gibi ilkeler hukuk devletinin önemli özelliklerindendir.
Adil yargılanma ilkesi, milletlerarası geçerliliği ve taraflar için bağlayıcı kurallar olarak ilk kez Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer almıştır. 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan ve 3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren “İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (AİHS)”ini, Türkiye 1954 yılında imzalamıştır. 1987 yılında da bireysel başvuru hakkını tanımış, zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiştir.
Adil yargılanma hakkı ise, sözleşmenin 6. Maddesinde; “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklinde yer almıştır.
T.C. Anayasası’nın 36. Maddesinde de; “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilerek adil yargılanma hakkına atıfta bulunulmuştur.
AİHM, Mahkemeyi, yasayla kurulan, yürütme organı ve taraflar önünde bağımsız ve tarafsız, yargılama usulü güvencesine sahip bir makam olarak tanımlamaktadır.
T.C. Anayasası’nın 138. Maddesinde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıçok açık ve net olarak düzenlenmiştir. “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez…”
Anayasa Mahkemesi, 27.4.1993 tarihli, 1992/37, 1993/18. sayılı kararında; “Hâkimlik teminatı, hâkimlere tanınan bir ayrıcalık değil, toplum için kabul edilen ve hâkimlerin görevlerini tam bir güven ve tarafsızlık içinde yapabilmelerini sağlayan bir kurumdur. Burada söz konusu olan, hâkimin kişisel yararı olmayıp, kamunun yararıdır. Hâkimlik teminatının amacı, hâkimlerin kişisel nüfuz ve itibarlarının yükseltilmesi ve huzurlarının sağlanmasından çok, hâkimlerin özgür ve tarafsız karar verebilmelerini sağlamak, dolayısıyla topluma, adaletin her türlü baskı ve etkiden uzak olarak dağıtıldığı hususunda güven vermektir”.
Bu karardan da anlaşıldığı gibi, T.C. Anayasasının 138. Maddesi, hakimler için bir lütuf değildir. Verilen kararların toplum nezdinde güvenilir olması ve kabul görmesi ile birlikte hakimlerin bağımsızlığı yolu ile adaletin gerçekleşebilmesiiçin bir güvencedir.
HSK VE YÜKSEK YARGI’NIN YAPISI, ADİL YARGILANMA HAKKI İHLALİ
1) TEREDDÜTLER
T.C. Anayasasının 153. Maddesinin son fıkrası, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” şeklindedir. Türk Medeni Kanununun 1. Maddesi ise; “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” şeklindedir. Hal böyle iken, son dönemde yaşanılan ve Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan bir yerel mahkemenin tavrı endişe yaratmış ve bu durum, anayasa ve “hukuk devleti” ihlali olarak değerlendirilmiştir.
Yine istinaf mahkemesinde iktidara muhalif bir şahsın yargılanması öncesi mahkeme heyetinin değiştirilmesi, beraat eden şahıs için, üst mahkemenin çok daha ağır ceza verilmesi için kararın bozulması gibi, kamuoyuna yansıyan hususlar, yargıya olan güven noktasında tereddütler uyandırmıştır.
Bunların dışında, kişiler arasındaki ihtilaflarda makul sürelerin olağanüstü aşılması, ya da yerel mahkeme kararlarının büyük bölümünün kaldırılması, bozulması durumları hukuka güvenin azalmasının kamuoyunda konuşulur olmasına neden olmuştur.
2) HSK OLUŞUMUNUN YARATTIĞI ENDİŞELER
Hakimler ve Savcılar Kurulu “13” üyeden oluşmaktadır. Bu kurulun başkanı Adalet Bakanı’dır ve kurulun tabii üyesi ise Adalet Bakanı Yardımcısıdır. Yine Cumhurbaşkanı tarafından atanan “4” üye ile birlikte toplam “6” üye yürütme tarafından seçilmektedir.
Diğer “7” üye ise T.B.M.M. tarafından seçilmektedir. “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ve Meclis çoğunluğunu da Cumhurbaşkanı’nın başkanı olan parti oluşturunca yasamanın seçtiği üyeler de bir bakıma ve dolaylı olarak “yürütme” tarafından seçilmiş olmaktadır. Bu nedenle kamuoyunda üyelerin doğrudan ve dolaylı olarak cumhurbaşkanlığı tarafından seçildiği eleştirileri yapılmaktadır.
Türkiye’deki seçim mevzuatına bakıldığında tüm partiler merkez yoklaması ile aday belirlemekte, ön seçim mekanizması çalıştırılmamaktadır. Milletvekillerinin büyük bölümünü de iktidar partisi başkanının belirlediği bir durumda da, “parti devleti” eleştirileri gündeme gelmektedir. Bu meyanda birçok kurum ve kuruluşa yapılan atamalarda eski milletvekili, bakan vb. sıfatlı kişilerin bulunmasını da “parti devleti” şeklinde yorumlayanlar bulunmaktadır.
Türkiye’deki tüm yargı mensuplarının ataması ve diğer işlemlerin HSK tarafından yapılıyor olması ve üyelerinin de yürütme tarafından doğrudan ve dolaylı olarak seçilmesi “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” konusunda ciddi eleştirilere neden olmaktadır.
3) HUKUK DEVLETİ BAĞLAMINDA NE YAPILMALIDIR?
İnsanların mutluğunun temeli “demokratik hukuk devleti” normları ile mümkündür. Burada önemle vurgulanması gereken de liderlerin tek başına belirlediği adaylarla oluşan yasama organının oluşumu da “hukuka uygun” sayılamaz ve buna da demokratik bir yapı demekte mümkün değildir. Aynen yüksek yargı ve HSK (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu) yapılarının oluşumu da demokratik olması gerektiği gibi, yürütmenin belirlediği yapı da olmamalıdır.
Hukuk devletinde demokrasi hukuki yapıyı, hukuk da demokrasiyi desteklemelidir. Bunlar biri birinin mütemmim cüzüdür. Biri olmazsa diğeri olmaz… Onun için hukuk kurumlarının yapısının oluşturulmasında demokrasi tam manasıyla uygulanmalıdır. Bu bağlamda,gerek hukuk sisteminin gerekse devletin diğer kurumlarının sağlıklı işlemesi için aşağıda belirtilen hususlarda gerekli düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır.
a) HSK yapısı mutlaka değiştirilmelidir. Herkesin mutabık kalacağı tarafsız ve bağımsız bir yapı / oluşum teşkil edilmelidir. Özellikle, nesnel kıstaslarla belirlenmiş, ehliyet ve liyakat (tecrübe, başarı, önceden verilmiş kararların onanma oranı, ne miktarda –sayı olarak- karar verildiği, eserleri vb) gözetilerek, nesnel kıstasları sağlayanlar arasından, yine hakimler tarafından, gerekirse bilgisayar teknolojisinden yararlanılarak seçim yapılmalıdır. Yürütme ve yasamanın seçimde etkisi yok denecek kadar az olmalıdır.
b) A.İ.H.M. tarafından genel bir “hak ihlali” sayılmaması için HSK yapılanması değişmeli, mahkemelerce verilen olağanüstü çelişkili kararlar, mahkemelerin hak ihlalleri ve Anayasa Mahkemesi kararına uymamakla gösterilen “hukuk devleti” ihlali konusundan beklenilmeksizin işlem yapılmalıdır.
c) Yerel mahkemelerdeki hakimlerin bilgi ve donanım eksikliğinden kaynaklı kararlarının büyük bölümü kaldırılan veya bozulan mahkeme hakimleri için nesnel kıstaslar getirilerek, “hakim” sınıfından alınarak “idari” göreve atanmaları için mevzuat geliştirilmelidir. Davaları ”makul sürede” bitirmeyen, “Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” hükmüne aykırı hareket eden, önüne gelen her konuyu bilirkişiye havale eden, usulü işlemleri zamanında yapmayarak, uzun süre duruşma günü vermeyen, empati eksiği ve meslek heyecanı ve muhakeme yeteneği / becerisi olmayan hakim ve savcılar mesleğin dışında farklı görevlerde istihdam edilmek üzere mevzuat düzenlemesi yapılabilir.
d) Anayasa Mahkemesi yapısı ve seçim usulü de değiştirilmeli, Yargıtay’a üye seçiminde de nesnel kıstaslar getirilerek, herkesin çok iyi seçim diyeceği objektif sonuçlar elde edilmelidir.
e) Hakimlik ve savcılık mesleği, nesnel kıstaslarla denetlenmeli, her dava açılışından itibaren, mahkemeler yaptığı işlemleri hazırlanacak bir yazılım programı ile sisteme girmesinin sağlanması, görevlerini aksatan, usule uymayan, merak ve heyecan eksiği olan, eksik bilgisini tamamlamayan, empati eksiği olan ve sorumluluk almaktan çekinen, bu mesleğin kutsallığının ve yüceliğininbilincinde olmayan, her işi bilirkişiye havale eden, makul sürede yargılama faaliyetini bitirmeyen hakimlerin denetlenerek, başarısız ve isteksiz, sorumluluk duygusundan uzak ve taraf dilekçe ve beyanlarını hassasiyetle inceleyip dikkate almayanların idari görevleregeçmeleri için çalışma geliştirilmelidir.
Sonuç olarak vatandaşın devletin kurumlarına güven duyması için devletin, vatandaş odaklı kaliteli, adil hizmet vermesi vebu konuda gerekli hassasiyeti göstermesi beklenir.Milletin her bir ferdinin, içinde yaşadığı toplumun özgür bireyi olmasının, başkalarının hakkına saygı göstererek bağımsız hareket etmesinin, mal ve can güvenliğinin tam sağlandığı bir toplumsal iklimde yaşamını sürdürmesininve bunun gururunu yüreğinde hissetmesinin önündeki bütün bariyerler kaldırılmalıdır.Ancak böyle bir kültürel iklim hukukun üstünlüğünün tesis edildiği hukuk devletinde sağlanabilir ve bu ortamda yaşayan vatandaşlar hayatlarından memnun ve mesut olabilirler…
Hak ve adalet ikliminde, vatandaşların yarınından emin olarak, insan hak ve hürriyetlerine saygılı, barış içinde, güvenleve özgürce yaşamanın zamanı gelmedi mi?
En kısa zamanda böyle bir yaşam ikliminin / ortamının yakalanması ümidiyle…