Kabileler, kavimler, ırklar, inanç ve mezhep mensupları arasındaki nizalaşma, kavga, savaş tarihin her döneminde vuku bulmuştur. Savaş insanoğlunun ademin oğullarıyla başlayan kadim problemidir. Her ne kadar bu çatışmaların, savaşların sebebi olarak kabilecilik, kavmiyetçilik, milliyetçilik, mezhepçilik gösteriliyorsa da arka planda siyasi ve ekonomik nüfuz elde etme, hükümranlık kurma arzusu, iştihası ve hırsı yatmaktadır.
Normal şartlarda arzın onca genişliğine ve yaratılan onca nimete rağmen insanlar niçin savaşır, birbirlerini öldürürler? Niçin düşman korkusu ve endişesi taşırlar? Yeryüzünün bu kadar genişliği ve nimetin bolluğu insanoğlunun gözünü neden doyurmaz, daha fazlası talep edilir?
Bir önceki yazımda insanoğlunun bu zaaflarının cehaletten kaynaklandığını yazmıştım. Cenabı Allah da aşağıdaki ayetiyle bu gerçeğe vurgu yapıyor.
“Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluktan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir.” (33/72)
Ayetin tefsirini şöyle özetlemek mümkündür:
“Biz göklere, yere ve dağlara da emanetler, mükellefiyetler, sorumluluklar verdik. Onlar görevlerine, sorumluluklarına hıyanet ederek âsi olmaktan, görevlerini aksatmaktan çekindiler. Korkarak görev ve sorumluluklarına itina gösterdiler. İnsan ise, emanetlere, kamu görevlerine, hakka-hukuka, hukuki mükellefiyet ve sorumluluklara riayet etme mesuliyetini enine boyuna düşünmeden o ağır yükün altına girdi. Eğer o yükün ne kadar ağır bir sorumluluk getireceğini bilmiş olsaydı gönüllü olarak yüklenmek istemezdi. İnsan, haksız, zalim, bilgiden, muhakemeden uzak, tutarsız, cahilce davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getiren bir varlıktır.”
Allah, takdirini bize bir metafor üzerinden açıklıyor. Tıpkı Hz Adem, Hz Havva ve şeytanın cennetten yeryüzüne sürgün edilmesi gibi. Cenabı Allah Kitabında, takdiri olan bir olguya güçlü bir şekilde dikkat çekmek için bu tür metaforlar kullanıyor. Bu ayette de insanoğlunun yönetme, hükmetme arzu ve iştihasına dikkat çekiyor. İnsan, kendisine teklif edilen bu emrin ne anlama geldiğini, nasıl bir mükellefiyet gerektirdiğini düşünmeden, hesap etmeden kabul ettiğinde Cenabı Allah, insanın bu teklifi kabul etmesini, zalimliğinin ve cehaletinin bir eseri olduğuna işaret buyurmuştur.
Aslında Allahualem burada zımni olarak şunun da ima edildiği kanaatindeyim: İnsanlar istekle, arzuyla yeryüzünü yönetme hevesinde olmamalılar. Akıllı insan odur ki, yükleneceği görevin sorumluluğunu düşünerek, altından kalkıp kalkmayacağının hesabını yaparak teklifi kabul etmeli veya etmemeli. Eğer bu hesabı yapmazsa altından kalkamayabilir ve varlıkların hak ve hukuklarına girerek zulmedebilir. Üstelik yönetmenin külfetini, zahmetini de çekerek cenneti değil, cehennemi satın alabilir. Böylece hem yönettiklerine ve hem de kendine zulmetmiş olur. Allah’ın yardımını celbedebilmenin bir yolu da, görevi kaygısızca istekli, arzulu bir şekilde yüklenmek yerine endişeyle dua ederek bu sorumluluğu kendisine kolaylaştırmasını ve yardımda bulunmasını O’ndan istemektir. Bir başka cihetiyle Cenabı Allah “cahil” kavramına daha geniş bir tanımlama getiriyor: Cehalet, sadece okuma yazma bilmemek değil, aynı zamanda kendi yararına ve zararına olanları da hesap edememektir.
Yeryüzünün halifesi sıfatını yüklenmek elbette kolay değil, zor. Sadece insan haklarından değil, yönettiğin coğrafyanın tüm varlıklarının hak ve hukuklarından sorumlu olduğunu bilmenin ağırlığını idrak etmek gerekiyor. Baştan şunu bilmek gerekir ki, bütün çabalara, dikkat ve hassasiyete rağmen tam bir adaleti sağlamak hiçbir zaman mümkün olamaz. Allah’ın yardım ve muvaffakiyeti olmadan bu ağır görevin altından kalkılamaz.
Ama herşeye rağmen Allah’ın takdiri olan ve insanın isteyerek yüklendiği bu sorumluluk yerine getirilecektir. İşte burada Allah en az zaiyatla nasıl bir idari sistemin yürürlükte olması gerektiğini çeşitli misaller üzerinden dikkatlerimize sunuyor.
Bunlardan birisi kozmozdaki düzen ve nizamdır. Kur’an sık sık kozmik aleme atıf yaparak, milyonlarca yıldır hiçbir aksamaya, düzensizliğe uğramadan, güneşin, ayın, yıldızların ve diğer yaratılmışların nasıl bir düzen üzerinde yasalara uygun bir şekilde hayatiyetlerini sürdürdüklerini, birbirlerine mani olmadan nasıl görevlerini ifa ettiklerini, bir hesap ve ölçüyle hareket ettiklerini ifade buyurarak adeta insanlara şu hakikati ihsas buyuruyor: Eğer siz de yeryüzünde, varlık alemine koyduğum yasalara uygun düzenler ve sistemler oluşturursanız sizin de işleriniz, ilişkileriniz böyle kusursuz, hatasız işleyecektir.
“Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yarattık…” ﴾15:85﴿
Onun için Farabi El-Medînetü’l-Fâzıla’da, yöneticilerin filozof olmaları gerektiğine vurgu yapar. Farabi’nin tanımladığı hakim yöneticiler, sahip oldukları kitabi bilgi ve ulaştıkları hikmetle yeryüzünü tıpkı kozmik alemdeki düzen gibi bir ölçüye, nizama kavuştururlar.
“Köklü bir metafizik olmadan siyaset olmaz. Kozmik alemin düzenini, nizamını anlamadan yerdekileri yönetemezsiniz. Sema ile bağ kurmadan yerde adaleti tesis edemezsiniz.”
Bugün bu bütünlükçü bakış tarzına çok ihtiyacımız var. Yine insanların yönetme arzusu gemlenemez düzeyde. Bugün siyasetçilerimizin, “acaba bu alemi adil yönetebilme ehliyet, liyakat ve tecrübesine sahip miyim, değil miyim? Benden daha iyi idare edebilecek olanlar var mı, yok mu?” gibi bir muhasebe ve murakabeleri yok. Maalesef Kur’an’da ifade edildiği gibi hiçbir hesap kitap yapmadan bu sorumluluğun altına girecek kadar zalim ve cahiller tarafından toplumların yönetildiği bir kriz döneminden geçmekteyiz. Bu yüzden herşeyden önce teorik altyapımızı yeniden gözden geçirmeli ve tahkim etmeliyiz. Zira sağlam bir teoriye dayanmayan hiçbir pratiğin başarıya ulaştığı görülmemiştir.