Bu ülkede Müslümanlar siyasetle iştigal ediyorlar/edecekler. Siyaset yaparken dinlerini/imanlarını bir kenara bırakmayacaklarına göre siyaset ve siyasal iktidar onlar için ne anlam ifade ediyor ve eğer kendilerine iktidar nasip olursa bu bir nimet midir? Eğer nimet ise bunun şükrünü nasıl ifa etmeleri gerekir? Bu yazı bu mevzuyu konu alıyor. İnşaallah isabet edenlerden olurum.
Malum Hz. Peygamber, “her şeyin şükrü kendi cinsindendir.” diye ifade buyurmuşlardır.
İnsanoğluna ikram edilen her şey bir nimettir. Akıl, göz, kulak, dil birer nimettir. Varlık aleminde yaratılıp hizmetimize sunulan her yaratık bizim için bir nimettir. Güneş, ay, dağlar, denizler, hayvanlar, bitkiler v.s. birer nimettir.
Kendisi dışında, yaratılan her şeyin hizmetine sunulduğu yeryüzünün halifesi insanoğlunun bu nimetlerin şükrünü ifa etmesi yine bir nimettir. Yani nimet üstü nimet. Çünkü nimete şükür, nimeti artırmaktadır. Yani Allah, verdiği dünya nimetlerine karşı bizden sadece teşekkür bekliyor. Peki, Allah’ın ihtiyacı mı var teşekküre? Hâşâ! Tabiî ki değil; Teşekkür etmenin yine insana faydası var; yani, insanın ihtiyacı var. Yaratanın, verenin O olduğunu unutmadan her vesileyle hatırlayıp O’na teşekkürde bulunmak. Bu vesile ile O’nu hatırlayıp, O’na olan imanını tazelemek…
Peki, bu şükrü yapmayıp, sahip olduğu her şeyi kendinden menkul bilmek ne getirir? İşte o zaman da o nimet ‘nikmet’e (şiddetli ceza) dönüşür. Başına bela açar; bu dünyada da ahrette de azaba duçar olur. Nankörlük ve kibir onun alametifarikası olur.
Peki, iktidar bir nimet midir? Elbette. Eğer Allah sizi yeryüzünde yetki ve hüküm sahibi kılmışsa; insanların idaresi hususunda size hakimlik nasip etmişse ve sizler de bunun fevkinde olup, bu nimeti onun rızası istikametinde kullanırsanız bu sizin için büyük bir hayır kapısı olur. Ve bundan dolayı da Rabbini unutmayıp, onu nasip edenin Allah olduğu şuuru ve idraki ile O’na teşekkür etmeyi ihmal etmemek nimeti çift kanatlı yapar. Nimet üstüne nimet olur.
Peki, iktidar/yönetme nimetinin şükrü nasıl ifa edilir?
“Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine uyma, yoksa bu seni, Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd:28)
Evet, Hz. Davut ve Süleyman yeryüzünde Peygamberlikle birlikte aynı zamanda siyasi gücü temsil ediyorlardı. Hükümranlıkları vardı. Ve Allah Davud’a, ‘Sana yeryüzünde verdiğimiz halifelikle insanlar arasında hak ve adaletle hükmet’ diye emir buyuruyor. Ve uyarıda bulunuyor; ‘Heva ve hevesine uyma!’ Çünkü insanları haktan ve adaletten ayıran en önemli etken, verilen nimetle kendinden geçip kaybolmaktır; Verenin Allah olduğunu unutup nefsinden bilmektir.
İnsanları haktan ve adaletten uzaklaştıran etken, itidale çekilmeyen ‘heva ve hevesleridir.’ Nimetin aynı zamanda azdırma gibi bir ciheti vardır. Eğer insan kendisine emanet edilen şeyin kendinden menkul olmadığını, bir sınama aracı olduğunu unutmayıp, bu bilinç düzeyiyle nimetin asli sahibinin muradı dahilinde (yani hakkı ve adaleti ikame etme) kullanırsa bu nimetin şükrü olur. Şükrü eda edilmiş bir nimet insana hem bu dünyada ve hem de ahrette çifte sâdet sunar.
Yine Kur’an-ı Kerim’de Allah Hz. Muhammed’e (sav) hitaben;
“Emr olunduğun gibi dosdoğru ol; onların heveslerine uyma ve şöyle de: Allah’ın indirdiği Kitâb’a inandım ve aranızda adaletle hükmetmekle emr olundum.” (Şûra:15) diye ifade buyuruyor.
Evet, Peygamberler silsilesinin son halkasına da aynı şey emrediliyor; “Dosdoğru ol! Onların (halkın) heveslerine uyma! Ve onlara şunu duyur; ‘Aranızda adaletle hükmetmekle emrolundum.’
Halk/kitleler, çıkarları, iştihaları için idarecilerinden kendilerini kayırmalarını, gözetmelerini talep ederler. Ve ayrıca onların nefislerini tahrik edip zevk-ü sefaya düşürmeye çalışırlar. İşte Peygamberler bile bu telkinden muaf değiller. Ve Cenab-ı Allah Peygamberini uyarıyor. Elbette Onun şahsında biz ümmeti de uyarılıyoruz.
Kitapların ve Peygamberlerin misyonu, yeryüzünün adaletini inşa etmektir.
Mevdûdî ayeti açıklama sadedinde der ki: “Ben, tarafsız bir şekilde, adalet müessesesini yeryüzüne yerleştirmeye memur oldum. Benim işim, bir kimse hakkında, herhangi bir meselede taraf tutmak yahut herhangi bir sebeple başka bir şahsın aleyhinde hüküm vermek değildir. Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Adalet ve insafın gereği de budur. Haklı olan, ne olursa olsun haklıdır. Haksız olan da, kim olursa olsun mutlaka haksızdır. Benim dinimde, hak ve adalet hususunda kimsenin imtiyazı olamaz. Bizden olsa da olmasa da…”
Adil yönetici nazarında, bütün yurttaşlar; ırk, renk, soy-sop, dil, memleket ve ülke farkı olmaksızın, hukuk bakımından birbirine eşittir. Herhangi bir ferdin, bir zümrenin, bir sınıfın; herhangi bir soyun veya hanedanın, her ne suretle olursa olsun, hiçbir şekilde imtiyazı, farklı durumu yoktur. Kişisel özellikleri ve nitelikleri bakımından da bir kimse, hukuk karşısında, başkasından alt veya üst durumunda olamaz.
Allah: “Ey iman edenler! Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kabilelere ve oymaklara ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah’a göre en makbul olanınız, Allah’tan en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.” buyurur. (Hucurât:13)
Âdil yöneticinin Allah katında üstün bir derecesi, kullar arasında da saygıdeğer bir makamı vardır.
Rasûlullah, “Kıyamet gününde insanların Allah’a en sevgili olanı ve O’na en yakın yerde bulunanı adaletli idarecidir. Kıyamet gününde insanların Allah’a en sevimsiz olanı ve O’na en uzak mesafede bulunanı da zalim idarecidir.” Başka bir hadiste “Üç sınıf insan vardır ki, duası Allah katında reddolunmaz: Adil devlet reisinin, iftar edinceye kadar oruçlunun ve mazlumun duasıdır.” der.
Evet, şimdi neticeye gelelim; İnsanlara yönetimden verilen pay kendisi için bir nimet olabileceği gibi bir nikmet de olabilir.
Eğer yönetici/idareci; insanlar arasında eşit muamelede bulunur; kişilerin ırkı ve dini mensubiyetlerine bakmaksızın herkesin adaletini gözetir; işi ehline emanet eder; kamunun emaneti olan devlet hazinesini helal bir şekilde kullanır; haksız iktisapların önüne geçer; mazlumun hakkını zalimden alıp mazluma verir; topluma samimiyet ve dürüstlük konusunda güven verirse; yönetimiyle beşeriyetin diğer kesimlerine bir örneklik/şahitlik bırakırsa, iktidarı kendisi için nimete karşı bir şükür edası olur. Ve Allah, bu fiili şükrü nedeniyle onun nimet hanesine bir nimet daha ilave eder.
Şimdi bu vesileyle mevcut iktidara çağrıda bulunuyorum; İddiasında bulunduğunuz din mensubiyetinizin size yüklediği sorumluluk bu. İmanınızda ciddiyseniz buyurunuz bir de bu cihetiyle iktidar uygulamalarınızı gözden geçirin. Ve son bir şansı kullanın. Kendinizde bunu yapma takati bulamıyorsanız, bu emaneti daha iyilerine, daha hayırlılarına bırakınız; daha zalimlerin eline geçmeden!..