Ekim 2017 tarihli bir yazımda, Erdoğan’ın iktidarının dayandığı koalisyonun çatırdaması yoluyla güç dengesinin Reis’in aleyhine dönmesi ihtimaline işaret ederek şöyle yazmıştım: ”Bana öyle geliyor ki, bu koalisyonun en önemli kanadı, sivil kesimde de uzantıları olan silâhlı kuvvetler içindeki bir yapılanmadır. Bunun ideolojik (Avrasyacı, Türkçü, hikmet-i hükûmetçi) unsurları da var, muhtemelen oportünist unsurları da. Özellikle ‘Ergenekoncu’ örgütlenmeyle bağlantılı olduğu tahmin edilebilecek olan ideolojik kanadın Cemaatin tasfiyesi uğruna Reis’in iktidarına verdiği desteğin ilânihaye süreceği herhalde beklenemez.”
Son haftalardaki gelişmeler, Ergenekon-Avrasya ekseninin siyasî güç dengesinin kendilerinden yana değiştiğine ve bugüne kadar Erdoğan’a verdikleri desteği geri çekme zamanının geldiğine kanaat getirdiğini düşündürmektedir.
Nitekim, ”FETÖ’nün siyasî ayağı” tartışmaları çerçevesinde, eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ bir televizyon programında, 2009’daki bir yasa değişikliği girişimine atıfla, FETÖ’nün siyasî ayağının AKP’nin içinde olduğunu ima eden açıklamalar yaptı. Erdoğan buna sert bir şekilde mukabele ederek, partili milletvekillerine, bir yasal düzenlemeyi ”bahane ederek Meclisin üzerine FETÖ gölgesi düşürdüğü” için Başbuğ’a karşı yargı yoluna gitmeleri talimatını verdi.
Fakat, ilginç bir şekilde, Başbuğ geri adım atmak şöyle dursun, daha ayrıntılı bir açıklamayla Erdoğan’a cevap verdi. Bu cevapta, Erdoğan’ın yargı sopasını göstermesinden korkmadığını gösteren şu ifade de yer alıyordu: “Dün olduğu gibi bugün ve yarın da Türk Milletine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı duymuş olduğumuz saygı ve sorumluluklarımız çerçevesinde doğru bildiklerimizi söylemekten hiçbir şey bizi alıkoyamayacaktır.”
”FETÖ’nün siyasî ayağı”nda parti olarak AKP’nin -veya kimi önde gelen AKP’lilerin- olduğu yolunda, imalı olarak şimdiye kadar çok söz söylenmişti; ama ilk defa şimdi İlker Başbuğ Erdoğan’a meydan okurcasına -ve kamunun dikkatini bu noktaya çekmek ister bir tavırla- bu ithamı açık ve ayrıntılı bir şekilde dile getirmektedir. Cumhurbaşkanına verdiği uzun cevapta gözlenebilen ayrıntıcı dikkat, Başbuğ’un bu çıkışının kişisel olmadığını, günü geldiğinde ”sorumlular”dan hesap-sorma bilinç ve kararlılığıyla hareket eden, kayıtçı ve arşivci bir ekibin onun arkasında olduğunu düşündürmektedir.
Yine ilginçtir, CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu da, ‘’FETÖ’nün siyasî ayağı’’nın Erdoğan olduğu şeklindeki ithamıyla ve 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak ona yönelttiği sorularla, ‘’FETÖ’’yle bağlantılı olduklarına ilişkin epey bir zamandır partisine ve şahsına yöneltilen ısrarlı ithamları savuşturmak için de olsa, Ergenekoncuların çıkışına dolaylı destek vermiş bulunuyor.
Başbuğ’un çıkışının ardından, bir yandan kimi emekli generallerin ‘’FETÖ’’ konusunda Başbuğ’a destek anlamına gelen (dolayısıyla, AKP ve Erdoğan’ı ilzam eden) açıklamalarının gelmesi; öbür yandan, eski genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök’ün görevdeyken ‘‘FETÖcüler’’i tasfiye etmediği ithamlarına karşı açıklama yapmak zorunda kalması yeni bir sürecin başladığı izlenimini pekiştiren diğer gelişmeler arasındadır.
Ergenekon’un bu hamlesinin Türkiye’nin her bakımdan tam bir iflâsın eşiğinde olduğu, dolayısıyla Erdoğan’ın gücünün zayıfladığını varsayabileceğimiz bir zamanda gelmesi de anlamlı olsa gerektir. Bu bağlamda, Cemaatçilerin tasfiyesiyle Ergenekoncuların yargıdaki gücünün artmış olduğunu da not etmekte yarar var. Yani, Erdoğan’ın Başbuğ’a karşı göreve çağırdığı yargının onun beklentilerine uygun davranacağı da garanti değildir.
Türkiye siyasetindeki halihazırdaki güç dengesinin Ergenekon’un bu hamlesinin başarılı olması için uygun olup olmadığını bilemeyiz. Bu meselede, kesin bir karar anında CHP’nin nerede duracağı da önem taşımaktadır. Ama eğer Ergenekoncu hamle bir şekilde başarılı olursa, Türkiye’yi halihazırdakinden daha da kötü günlerin beklediği tahmin edilebilir. Tabiî, bu durumun, Hilmi Özkök başta olmak üzere ‘’FETÖ’cüler’’in silâhlı kuvvetlerden tasfiyesi konusunda çekingen davrandığı düşünülen bazı emekli generaller, hatta 15 Temmuz darbe girişimi karşısında ‘’doğru yerde’’ durmakta tereddüt ettiği söylenen Hulusi Akar için de olumsuz sonuçları olabilir.
Öte yandan, her ne kadar bu ‘’meydan okuma’’yı fazla önemsemiyormuş gibi görünse de (ki, tam bu sırada bir yandaş yazarın ‘’generallere fırça atan, güçlü Erdoğan’’ imajı çizen bir yazı yazması aynı izlenimi kuvvetlendirme amaca yönelik olabilir), Erdoğan iktidarının devamı için Ergenekoncu-Avrasyacı odağın desteğine artık güvenemeyeceğini görmüş olmalıdır. Bu durumda, eğer bu tehdidi savuşturabilirse ve/veya savuşturabilmek için, Cumhurbaşkanının yeni bir siyasî destek arayışına girmesi ihtimal dahlindedir.
Onun için, önümüzdeki aylarda Erdoğan bir yumuşama siyasetine yönelirse, bu şaşırtıcı olmaz.
(Diyalog Gazetesi, 16 Şubat 2019)