Ben en hakir bir insanı kardeş sayan bir ruhum,
Bende esir yaratmayan bir tanrıya iman var,
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar.
Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum,
Volkan söner, lakin benim alevlerim eksilmez,
Bora geçer lakin benim köpüklerim eksilmez.
Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et,
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir.
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir,
Bu zavallı sürü için ne merhamet ne hukuk,
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk…
Mehmet Emin Yurdakul
Çocukluğumda yaşadığım yerin, kaderim olduğu inancıyla, ailem ve yetiştiğim çevre itibariyle devlet, bayrak, millet, inanç sevgisiyle büyüdüm. Zaman içerisinde bu düsturları hiç sorgulamadan hep sevdim ve sevdirmeye gayret ettim, hiçbir zaman pişman da olmadım.
1970’lerde askeri alay şehrimizde bizim kasabada eğitim yapardı. İçimizdeki asker sevgisi, kahramanlık duyguları ve vatanın koruyucusu ordumuz için büyüklerimizin telkinleriyle bu kurumlara hep sempati duyduk elimizden geldiğince sahip çıkmaya çalıştık. Bir keresinde anamın tavuk ve bulgur pilavı pişirdiğinde daha bizlere vermeden tatbikattaki yöneticilere gönderip, “evlatlarım orası peygamber ocağı sabredin onlardan sonra sizi de doyuracağım” dediğini hiç unutamam. Biz de sabırsızlıkla onlardan sonra yemek sıramızı beklerdik. Anamız babamız bizi eğrisiyle doğrusuyla böyle büyüttü.
1978’de o dönemler yokluklar olduğu için tanzim satış merkezlerinde yağ ve belli başlı bazı ihtiyaçlar için sıra ile alışveriş yapılırdı. Birgün kasabanın reisi rahmetli Hasan Özkılıç’ı ziyaretimizde otururken birisi yanımıza geldi. “Reis yağ kuyruğundayım bir saattir bekliyorum, dağıtımda birilerine öncelik tanınıyor, niçin bakmıyorsun?” dedi. Hasan abi hemen gidip oraya müdahale edip geldi. Bize dönerek “Bakarsan bağ bakmazsan dağ olur” diyerek ”bağ düzenlidir, etrafı tel örgülüdür, bakımlıdır, içerisinde meyve ağaçları vardır, temizdir ve yabancı otlardan arındırılmıştır, bakım kuralları vardır. Dağ ise; herkesin yaşadığı kontrolsüz alandır. Çiyanlar, yırtıcılar ve çok mahlukat yaşar. Kuralları yoktur güçsüzün yaşaması zordur, hakimiyet güçlüden yanadır” diye ekledi. Biz devleti taşrada merkezi idarenin hukukun kuralları ile temsil eder ve uygularız. Onun için devletimiz adildir” dedi. Yıllar geçse de hiç unutmam. İşte Hasan abi’nin BAĞI DEVLETTİR. Bizler de dağda değil, bu bağda yaşayanlarız. İnandığımız devlet sınırları içerisinde kendisine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin güvenliğini, onurunu, hayatını en iyi şekilde korur, sopasını ve merhametini adalet üstüne bina eder, her işleminde adaleti gözetir, uygular.
12.03.2020 Perşembe günü Ankara Ortaköy mezarlığında eski anayasa mahkemesi üyesi Prof. Dr. Erdal Tercan’ın eşi merhume Av. Süheyla Tercan’ın cenazesine katıldım. Geçmişte bir nikah merasiminde Erdal Bey ile sohbetimiz olmuştu. Devletin zirvesi o merasimde onunla tokalaşıp konuşmak için etrafında pervane olmuştu. Şimdi o insanların o günkü hallerini gözümün önüne getirdikçe “Omurgasız insan” tanımı zihnimde daha bir berraklaştı.
Prof. Dr. Erdal Tercan, 15 Temmuz’da darbeye teşebbüs ettiği gerekçesiyle tutuklanıp, örgüt üyesi olmaktan 10,5 yıla mahkum edilen ve halen cezasını çekmekte olan eski bir anayasa mahkemesi üyesi. Erdal bey, eşinin cenazesine 4 saat izin verilerek uzak bir yerden 9 jandarma eşliğinde getirilmiş. Eşi üzüntü sebebiyle kanser hastalığına yakalanıp hayatını kaybediyor. Avukatından edindiğim bilgide iddianamesinde, dosyasında, kararında somut suç eylemi olmadığı, mensubiyet iddiası ile suçlandığı şeklinde.
Cenazesine Merkez Partisi Genel Başkanı Sn. Prof. Dr. Abdurrahim Karslı, Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Eski Üye Prof. Dr. Sacit Adalı ve öğrencileri ile 200’e yakın vicdanlı dost ve yakınları vardı. Üç çocuğunun ve hele gariban annesinin “Erdal’ım ben seni helal lokma ile vatana ve millete faydalı olsun diye büyüttüm okuttum. Milletim ve devletim şahit olsun, sana bu zulmü yapanları Allah’a havale ediyorum” diye feryadı beni duygulandırdı, geçmişe götürdü. Baktım ki orada olanların, hepsinin gözleri yaşlı. O an insanlığımdan utandım. Bu manzarayı görüp yaşayınca, benim devletim merhameti ve sopasını adaletle uygular diye düşündüğüm devlet düşüncem, hayalim yıkıldı.
Neden bu günlere geldik? Eğer bir gün haksız ve hukuksuz yere masum insanlara bunları yaşatanlar aynı acıyı kendileri yaşarlarsa umarız ki o zaman onlara karşı adaleti uygulayanlar söz sahibi olur.
Geçmişten pek çok örneklerini okuduğumuz, dinlediğimiz örneklerden olan “HARRE” olayı geldi aklıma. İnsan ve hatta hayvan bile denilmeyeceklerin geçmişte ve günümüzde de zulümlerini hep okuduk, duyuyoruz. Sonra “Zulüm ile abat olanın ahireti berbat olur.” diyen Ziya Paşa geldi.
Cenazede kendisine başınız sağ olsun, geçmiş olsun dediğimde, “Geçen gelmez ama bu vatanda gerçek bir adalet uygulanacak mı?” diye kitapları olan, kurallara ve yasalara göre o makama getirilmiş biri ne zaman yaşanılabilir bir Türkiye özlemine kavuşacağız diye sorduğunda bu sözleri unutmak mümkün değil. Kendisini bu makama getirenler cenazede yoklardı. Saray yaşantılarına zarar gelmesin de, onlar için hakikatlerin hiçbir önemi yok. Onlar için en son torunlarının bile makamı belli olsun yeter zaten. Cepleri ile hazinenin sahipleri olsunlar. Yeter artık. Anlaşılan o ki; kırmızı koltukları adaletten, merhametten, hukuksuzluktan önemli olan omurgasız dostlarını, haysiyet fukaralarını, yalcı basını ve güç arkadaşlarını yaradana havale etmiş.
Kanunda olmayan “ Suç ya da Ceza” olmaz ifadesini hukukçulardan çok dinledim. Ancak bugünkü tabloya bakınca ürpermemek elde değil. Bu ve buna benzer birçok olay, hak ihlalleri, yargılamada yaşanan olumsuzluklar, faili meçhuller, işkenceler, ölümler, gücün tek elde toplanması sürekli dillendiriliyor. Elbette bu hukuksuz süreç bir gün hukuktan yana dönecek. Belki olağan üstü kanunlar gereği bu dönemin yargılamaları yenilenecek. Bunları zaman gösterecek. O zaman anlatılan, yaşatılan bu zulümler doğru ise adalet bunları da gösterecektir. Devletine ve milletine düşman yetiştiren bu projenin sahipleri birgün öbür dünyaya gittiklerinde kötü izler bırakmış olarak anılacaklardır ancak yaşadıkları dönemde adalet karşısında yaptıkları yanlışların hesabını vermelidirler. Bunun için işte benim hayalimi kurduğum namuslu, adaletli devletimi kalbimde taşımaya devam edeyim ve koruyayım. Benim devletimin temeli adalettir, benim devletim partizan olmaz, vatandaşına tuzak kurmaz, soyguna izin vermez, gücün esiri olmaz, kurum ve kuralları vardır, her kim olursa olsun, işkence yapmaz, hukuk devletidir, TEMELİ ADALETTİR.
Birçok devlet bu hususlarda gündemlerini fuzuli işlerden arındırıp, teknolojiye, genetiğe, uzay bilimine ayırırken, uygulanan sözüm ona demokratikleşme ile demokrasi karşılaştırmalara baktığımızda nasıl süründüğümüzü görmek mümkündür. İnsanı yaşat ilkesi sadece ekranlarda dillendiriliyor, içeriğine dair hiçbir gelişme göremiyoruz. Devlet adaletle vatandaşını gözetecek vatandaş da işte devletim budur diyecek. Aradığım devlet böyle; vatanımda yaşanabilir bir hale gelsin. TAD’ı zehre çevirenler bu ülkeyi yaşanmaz hala getirenler tarihte Firavunları, Nemrutları, Karunları, Buhtunnasırları okuyup ders alsalar iyi olur.
Karakterimiz kaderimizdir. Yaşayalım derken, yaşatmasını vazife olarak bilelim
ADALET HERKESE LAZIM