İnsan, bedensel ve ruhsal olarak ölünceye kadar süren bir değişim halindedir. Bu durum, Allah tarafından fitrî bir özellik olarak kâinata yerleştirilmiştir. Bu yüzden evrende sürekli bir oluş, bozuluş ( Kevn ve fesad) hali hüküm sürer.
Toplumlar da bu yasalara tabi olarak doğar, gelişir, duraklama dönemi yaşar ve vakti gelince tarihten silinirler. Kişilerin hayatlarını sağlıklı bir şekilde idame ettirmeleri nasıl o toplumun önderlerine, hekimlerine bağlıysa toplumsal saadet de o toplumu sevk ve idare eden yöneticilere bağlıdır.
Bugün yaşadığımız toplumsal çöküntünün cesameti konusunda ne kadar bilgi sahibiyiz bilmiyorum ama görüyoruz ki toplumsal meselelere karşı duyarlılık sahibi, çevresinde olup bitenlere tepki veren pek az insan var. Maalesef bugün cereyan etmekte olan kötülükler karşısında insanî duyarlılığın, hassasiyetin çok zayıfladığı bir dönemi idrak etmekteyiz. İnsanımız mevcut şartlara razı olmuş, daha iyisini ve güzelini arama umudunu ve enerjisini yitirmiş durumdadır.
Böyle zamanlarda topluma yeniden enerji kaynağı olacak, umut aşılayacak ve insanları ayağa kaldıracak önderlere, rehberlere ihtiyaç duyulur. İçinde bunu yapacak vasıfları haiz insanlar bulunduran bir toplumun yeniden sağlığına kavuşması, dirilmesi mümkündür. Aksi halde o toplum kaçınılmaz olarak tarih sahnesinden silinir.
Bugün Türkiye toplumu da bir var oluş – yok oluş ayrımına doğru yol alıyor. Mevcut siyasi yönetimin ülkeyi düze çıkarma kabiliyeti kalmamıştır. Türkiye’nin bütün alanlardaki göstergeleri hızla olumsuz yönde seyretmektedir. Her yıl bir öncekini aratır hale gelmiştir. Kitleler siyasal iktidarın kontrolündeki medya organları eliyle büyük bir dezenformasyona maruz bırakılmıştır. Yalan, yanlış malûmatla insanlarda daha iyinin olabileceğine dair ümitler tüketilmiştir. Toplum “Ne olacaksa bu siyasi iktidarla olur, aksi kıyamettir” gibi bir anlayışa ve psikolojiye teslim olmuştur.
Muhalefette de son seçimlerden sonra muazzam bir psikolojik çöküntü, umutsuzluk ve yılgınlık yaşanmaktadır. Bu yüzden insanlarda seçimler yoluyla bir değişimin yaşanabileceğine dair ümitler önemli ölçüde tüketilmiştir. Çünkü mevcut muhalefet partileri o güveni ve umudu verememekte, siyasi bir başarı gösterebileceklerine dair kanaat oluşturamamaktadırlar.
Bu durumda toplumda umutları yeniden yeşertmenin tek yolu yeni örgütlenmeler oluşturmaktır. Ancak insanlara duyulan güvenin son derece örselendiği ve irtifa kaybettiği bir iklimde yeni bir örgütlenme mümkün olabilir mi? Bu, cevaplanması zor bir sorudur. Yorgun, bitkin, enerjileri tükenmiş bir haldeki insanlara enerji transferi yapacak, onları ayağa kaldıracak, dinamizm kazandıracak bir önder kadronun çalışmalarına şahit olacak mıyız?
Elbette çok zor bir süreçten geçiyoruz. Mevcut iktidar, değerler dünyamızda onarılması güç yıkımlar oluşturdu. Bu, hem yönetenler ve yönetilenler arasındaki hem de yönetilenlerin kendi aralarındaki ilişkilerde muazzam bir güvensizliğin oluşmasına sebep oldu. Maalesef hayatın bütün alanlarında bu iklimin hasıl ettiği çölleşmeyi yaşamaktayız.
Şimdi en başta sözünü ettiğimiz “değişim” konusuna dönelim: “Bütün yapılar değişirler, aksi takdirde sağlıklarını kaybederler” demiştik. İşte demokrasi dediğimiz rejim bu değişim dinamiğinin işleyişini sağlar. İktidarlar 5 yıllık yönetimden sonra başarılı bulunurlarsa bir 5 yıl daha yönetmeye devam ederler. Daha uzun ömürlü iktidarların iktidarın sağladığı güçle zehirlenme riski fazladır. Hem dünyada hem Türkiye’de birkaç dönem üst üste yönetimde kalan siyasi kadroların ömürleri uzadıkça mutlak iktidara ulaşma iştihaları da artmaktadır. Ancak bir ülke için mutlak iktidarın ne kadar büyük bir tehlikeye yol açtığı da izahtan varestedir. Bu yüzden siyasi kadroların zaman zaman nöbet değişimi yeni bir sinerjinin oluşmasına ve bünyede taze bir kan dolaşımının gerçekleşmesine vesile olur. Kirlenmiş, yozlaşmış siyasi kadrolar da bu suretle kendi yanlışlarını görür ve bir iç muhasebe yapma fırsatı bulur.
Ülkemizde bir değişim mümkün olabilir mi? Bu zor ama imkansız sayılmaz. Zaten kolay olanın talibi çoktur, güçlü kadrolar zoru talep eder ve başarır. Tarihte bunun pek çok örneği vardır.
Burada en büyük sorumluluk 20 yılın sonunda başarısız olan AKP iktidarına düşmektedir. Durumu idrak ve itiraf etmek, ülke şartlarını daha fazla zorlamadan emaneti yeni gelecek olan kadrolara bırakmak gerektiğini kabul etmeleri gerekir. Sadece bu değişimin kendisi bile ülkenin yararınadır. Gelecek kadroların ne kadar ehliyet ve liyakat sahibi olacakları ise toplumun durumuna göre şekil alacak bir husustur. Zor olanın gerçekleşmesini talep eden ve bunun için gayret sarfedenlerin çoğalması dileğiyle…