Çoğu kimse farkında olmasa da, siyasî özgürlükle iktisadî özgürlük aynı gerçeğin iki farklı görünümü ve dolayısıyla birbirinin tamamlayıcısıdırlar. Çünkü bunların her ikisi de ‘’özgürlük’’ temel değerinin birer kurucu unsurudur. Oysa, bugün özgürlüğe değer vermek iddiası güden insanların çoğu siyasî özgürlükle iktisadî özgürlüğü birbirinin alternatifi olarak görmektedir. Bu değerlerden birini diğerine karşı savunmak veya en azından birini savunurken diğerini görmezlikten gelmek günümüzde maalesef yaygın bir eğilimdir. Bu genel bir tutum olarak yanlıştır ama, bu pozisyonun ‘’liberalizm’’ adına savunulması hepten dayanaksızdır. Maalesef, günümüz dünyasında liberalizmin ‘’klasik liberalizm’’ ve ‘’Amerikan liberalizmi’’ şeklinde başlıca iki farklı kola ayrılmış olmasında bu yanlışı kolaylıkla gözleyebiliriz. Malum, klasik liberalizm iktisadî özgürlüğe neredeyse siyasî özgürlükten daha fazla önem verir görünürken, Amerikan liberalizminde de iktisadî özgürlük vurgusu çok zayıftır. Aslına bakılırsa, son on yıllarda özgürlükçü siyasî gelenek içinde ‘’liberteryenizm’’in ayrı bir felsefî-ahlâkî yönelim olarak ortaya çıkmış olması da bir ölçüde bu ayrışmanın yarattığı belirsizliğin bir ürünüdür. Şimdi, özgürlüğün siyasî ve iktisadî boyutlarının birbirinden ayrılamaz olduğu çeşitli şekillerde gösterilebilir. En başta özgürlüğün tanımından başlayabiliriz. Özgürlük, kısaca, kişinin keyfî bir haricî müdahaleye maruz kalmaksızın kendi tercihleri doğrultusunda hareket edebilmesidir. Bu hareket veya eylem serbestisi bireylerin hem kendilerini idame ettirebilmeleri, hem de hayat amaçlarını gerçekleştirebilmeleri bakımından can alıcı önemdedir. Siyasî olarak örgütlenmiş olan bir toplumda bireylere bu anlamda en büyük müdahale ise devletten gelir. Bu gerçek keyfî devlet müdahalesinden korunma anlamında siyasî özgürlüğün temel bir değer olarak benimsenmesini zorunlu kılmaktadır. Sırf bu gerçek bile, iktisadî özgürlüğün, bizatihi değerinden ayrı olarak, siyasî özgürlüğün de tamamlayıcı veya hatta kurucu bir unsuru olarak görülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Çünkü, siyasî özgürlüğün varlığı devletin hem genel olarak müdahale kapasitesinin sınırlı olmasına, hem de onun keyfî müdahalesinin bireylerin iktisadî iş, işlem ve ilişkilerine uzanamamasına bağlıdır. Devletin müdahale kapasitesinin sınırlı olması için ise en başta toplumun iktisadî kaynaklarının devletin kontrolünde olmaması gerekir. Cebir tekeline sahip olduğu için siyaseten zaten güçlü olan devletin ayrıca ‘’iktisadî iktidar’’ı da elinde tutması topluma neredeyse hiç özgürlük alanı bırakmaması anlamına gelir. Esasen, iktisadî kararları bireyler yerine kendisinin alıp uygulaması ancak devletin bireylerin hayatlarıyla ilgili başka pek çok tercihine de müdahale etmesiyle mümkündür. Dolayısıyla, iktisadî hayatın mülkiyet, mübadele ve sözleşme özgürlüklerine göre işleyen bir piyasa ekonomisine dayanması siyasî özgürlüğün de bir gereğidir. Kaldı ki, hayatın çeşitli veçhelerini sunî olarak birbirinden ayırarak, ‘’iktisadî’’ alanda özgürlüğün pek de önemli olmadığı sonucuna ulaşmak tutarlı bir yaklaşım değildir. İnsanî etkinlikleri siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî vb. şekillerde kavramsal olarak ayrıştırmak bunların gerçek hayatta d birbirinden ayrı veya ayrılabilir olduğu anlamına gelmemektedir. Hayat parçalı bir yapı olmadığı için, bireyin farklı alanlardaki faaliyetleri kaçınılmaz olarak birbirini etkiler. Öte yandan, iktisadî özgürlük olmadan ne siyasî olarak özgür olunabilir, ne de diğer sivil ve kültürel özgürlükler doğru-dürüst kullanılabilir. Çünkü, başka özgürlüklerimizi de kullanabilmemiz serbest iktisadî faaliyet yoluyla elde edeceğimiz kaynak ve imkânlara bağlıdır. Bu aynı zamanda, projelerini gerçekleştirmek suretiyle hayatı kendisi için anlamlı kılan özerk ahlâkî fâiller olabilmemiz için de iktisadî özgürlüğün vazgeçilmez önemde olduğu anlamına gelmektedir. Tam da bu nedenledir ki, iktisadî özgürlüğe ilişkin olarak benimsenen tutum sadece liberalizmin tanımı bakımından değil; daha temelde, kişinin felsefî-ahlâkî duruşunun ‘’insanlık durumu’’nun gereklerine uygun olup olmadığı açısından da önemlidir. Öyleyse, bir kimsenin bir yandan iktisadî özgürlükler ve serbest piyasa ekonomisi bayraktarlığı yaparken, öbür yandan sivil ve siyasî özgürlükler konusunda aynı duyarlılığı göstermemesi felsefî-ahlâkî olarak da tutarsız olduğu gibi, bu onu ‘’liberal’’ de yapmaz. ‘’Muhafazakâr-otoriter’’ olarak niteleyebileceğimiz bu pozisyonu liberalizmden kesinlikle ayırmak gerekir. Benzer bir durum, serbest piyasa ekonomisi yerine piyasanın devletçe aşırı düzenlenmesinden yana olup da sivil ve siyasî özgürlükleri hararetle savunan ‘’liberal’’ olmak iddiasındaki kişiler için de söz konusudur. Bu pozisyon aslında ‘’liberal’’ maskeli bir devletçiliktir. Oysa, devletçiliğin sadece siyasî olanı değil iktisadî olanı da tutarsız ve illiberaldir.
Kaynak: www.diyaloggazetesi.com