Kendimle çatışma
Bir de kendi iç dünyamla yaşadığım çatışma. Bir Müslüman olarak başörtüsünün farz olduğuna inanan ve örtülü olduğundan dolayı üniversitede eğitim hakkı elinden alınan bir kadının eşi olarak “Ben şimdi neredeyim? Kimin sopasını tutuyorum? Kimi, kim adına terbiye etmeye çalışıyordum? Burada işim ne? Ekmek için başka bir kapı mı yok? Niçin buradayım?..” gibi sorular beynime çivi gibi çakılıyordu. Ancak bir yandan da “ben burada olmazsam yerimde olacakların bu mazlumlara nasıl muamele yapılacağını düşünerek” teselli buluyordum.
Mazlumların haklarını korumaya çalışırken soruşturmaya muhatap olmak
Hayatımda hiçbir şey insan hakkı kadar değerli olmadı. Onun için memuriyet görevine de pamuk ipliğiyle bağlıydım. Her an için “nerede incelirse oradan kopsun” kararlığında olmuşumdur. Bu tavrımdan zerre kadar pişmanlık duymadığım gibi bugün arkama dönüp baktığımda da “Hamd” ile karşılık vereceğim bir hatıra bıraktığımı düşünüyorum. Bu konuda çok tanığımın/şahidimin olduğu kanaatindeyim. Eğer şimdi sosyal medya mecralarında benim hesapları takip edenler varsa hatıralarını paylaşmalarını dilerim.
Tekrar hikâyeye dönelim. O yıl Nevşehir İli’nin genel denetimini yapıyordum. Ve o ilde başörtülü personele karşı tavizsiz bir uygulamanın yürütülmekte olduğuna şahit oldum. Ve orada bulunduğum sürece tarafıma onlarca ihbar, şikâyet mektupları gelmişti. İnisiyatif kullanarak hiçbirisini işleme koymadım. Benim başörtülü personele karşı hoşgörümü ve özellikle Gülşehir’deki muamele herhalde bölgedeki bir sol sendikaya ulaşmış ki, sendika temsilcisi durumu ‘Bölge Jandarma Komutanlığı’na rapor etmiş. Daha sonra öğreneceğim ki, o komutan, o günlerde ismi sık telaffuz edilen ‘Batı Çalışma Gurubu’nun Nevşehir temsilcisiymiş. Bir gün il teftişinde odamda çalışırken İl’in Sağlık Müdürü yanıma gelerek, Bölge Jandarma Komutanının kendisini arayıp, ilde görev yapan Bakanlık Müfettişinin ‘irticai tutum ve davranışlar içerisinde olduğuna’ dair şikayet dilekçesinin komutanlıklarına intikal ettiği bilgisini getirdi.
Bu haberi alır almaz hemen sekretere “Komutanı telefonla aramasını” söyledim. Sekreter aradı, ancak acil bir işi çıktığından dolayı görüşmeyi sonraya bıraktığını ifade etmişti. Benimle görüşmek istemeyeceğini tahmin ettiğim için hemen Sağlık Müdürüne ricada bulundum; Gidip kendisiyle görüşüp şu mesajımı kendilerine iletmesini istirham ettim; “Ben Sağlık Bakanlığı Müfettişiyim. Benim üstüm Sağlık Bakanı’dır. Dolayısıyla benimle ilgili bir şikâyeti varsa onun muhatabı komutanlık değil Sağlık Bakanlığıdır. Komutan benim üstüm değil. Şikâyetin makamı da orası değil. Niye kendine vazife çıkarıyor? Herkes haddini bilsin.”
Sağlık Müdürü mesajı kendisine ilettiğini ifade etti. Ve bir süre sonra oradan ayrılıp Ankara’ya döndüm. Muhtemelen aradan bir ay geçmişti ki, dönemin Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanı beni makamına çağırarak, “Başbakanlık Takip Kurulu’ndan ‘irticai tutum ve davranış içiresinde bulunan bakanlık personeli ile ilgili bir listenin Bakanlığa intikal ettiğini ve benim ismimin de bu listede olduğunu” tarafıma bildirdi. Ve iki müfettiş arkadaş görevlendirilerek hakkımda inceleme yapıldı. İnceleme sonucunda iddia konusu ile ilgili olarak ilgili istihbarat birimleriyle yapılan yazışmalar sonucunda hakkımda gelen olumlu raporlar nedeniyle inceleme sonucu takipsizlikle neticelendi.
Son bir hatıram; Ak Parti iktidarıyla birlikte Bakanlığın Teftiş Kurulu Başkanlığı’na atandım. Yine yanlış hatırlamıyorsam 2004 yılının ortalarıydı. Ankara’nın bir ilçesindeki Sağlık Meslek Lisesi Müdürü ile ilgili Bakanlığa intikal eden bir şikayet dilekçesi vardı. Ben de bir müfettiş arkadaşımızı görevlendirdim. Müfettiş incelemeye başladıktan sonra oradaki öğretmenleri tanık sıfatıyla ifadelerini alıyor. Sonradan bu sözkonusu Sağlık Meslek Lisesinin askeri lojmanlara yakın olması nedeniyle o okulda görevli öğretmenlerin önemli bir çoğunluğunun yine o askeri birlikte görev yapan subayların eşleri olduğunu öğrendim. Bir gün sekreterim, askeri birlikten bir komutanın görüşmek istediğini söyleyerek telefonu bağladı. Telefona bağlanır bağlanmaz selam kelam vermeden direk tehditle söze girdi komutan. Mealen “Başkan, sen kime güveniyorsun da eşlerimizi böyle sorgudan geçiriyorsun? Bu Peygamber bozuntusu Mezarcı’nın kardeşini üzerimize sürüyorsun? (Görevli müfettiş Hasan Mezarcı’nın kardeşi değil amca oğluydu). Eğer AKP’ye veya Tayyip’e güveniyorsan, bil ki, onların ömrü uzun olmayacak. Hesabını ona göre yap. Müfettişini çek buradan!”
Anlayacağınız 28 Şubat Ak Parti iktidarıyla birlikte bitmiş değildi. Askeri vesayet sürüyordu ve demoklesin kılıcı gibi iktidarın üzerinde sallanıyordu.
Şimdi 1990’ların 28 Şubatını burada noktalayıp 2000’li yılların 28 Şubat’ına gidelim.
Yazı dizimiz devam edecek…