Başörtü Yasağı
Ve daha trajik olanı ise üniversitelerde yaşanan “Başörtü Yasağı” idi. Başörtülü kız öğrencilerin, bir yönetmelik bahane edilerek eğitim hakları ellerinden alınmaya çalışıldı. Ve bu süreçte büyük bir trajedi yaşandı. Okullarının son sınıflarına kadar gelmiş yüzlerce başörtülü kız öğrencinin eğitim hayatları söndürüldü. Aile facialarına sebebiyet verildi. Psikiyatrı kliniklerinde süründürüldüler. Onlara aynı zamanda şu telkin de yapılıyordu; “Hem okulu bitirseniz ne olur? Başörtü ile çalışacak bir alan bulamayacaksınız. İyisi mi, gelin bugün bizi de kendinizi de zor duruma sokmayın; çıkarın başörtüleri.” Buna munzam ikna odaları kurdular. Faşizmin dik alasını uyguladılar. Buna dayanamayan bazı öğrenciler başörtülerini çıkarma mecburiyetinde kaldılar; bir kısmı piyasada peruk bırakmadılar; az çok maddi durumları iyi olan aileler ise çocuklarının eğitimlerini yurt dışında tamamlattılar.
Bu yasaklar bir süre sonra orta dereceli okullara, ilahiyat okullarına kadar indi.
Binlerce gencin hayatı karartıldı. Kin ve nefret biriktirildi. Bugün yaşadığımız rövanşist uygulamaların tohumu o zamanlar toprağa atıldı.
Başörtü problemi sadece öğrenciler için mi bir zulümdü? Tabii ki, hayır! Aynı zamanda hâlihazırda kamuda görev yapan başörtülü kadınlar da bu zulüm uygulamasına maruz bırakıldılar. Bir kısmı baskılara dayanamayıp başörtülerini çıkardılar. Bir kısmı da direndi ve ne yazık ki, onların da bir kısmı memuriyet görevinden azledildiler. Büyük bir mağduriyet yaşandı.
TSK’dan atılan subaylara özel sektörde bile çalışma yasağı uygulandı. Evlerine, çoluk çocuklarına ekmek götürmek için uğraştılar, didindiler.
Bir de trajedinin mahalle mukimleri boyutu vardı. Onlar da bu yaşanan trajedi karşısında yeterli bir insani duruş ortaya koyamadıkları gibi mağduriyetten yararlanmaya çalıştılar. Çok düşük ücretlerle amele gibi çalıştırdılar. Okullarından atılan kız öğrencilere, istihdamları karşılığında ikinci evlilik teklifleri yapılıyordu.
Bilfiil Yaşadıklarım
Mevzunun vahametini daha iyi anlaşılır kılmak adına Müfettişliğimde yaşadığım bazı trajik hatırlarımı burada nakletmiş olayım;
Başta da belirttiğim gibi herhalde Millî Eğitim Bakanlığı’ndan sonra en büyük problem Sağlık Bakanlığı’nda yaşandı. Çünkü kadın istihdamının en yoğun olduğu sektörlerden birisiydi. Onun için sahada denetim yaparken sık sık bu başörtüsü vakıalarıyla karşılaşırdık. İşte bunlardan başımdan geçen birkaç hatırayı nakledeyim.
Birincisi, benim Müfettişliğimin ilk yıllarında yaşanmıştı. Muhtemelen 1991 idi. Kars İli’nin Genel Teftişini yapıyordum. O zaman, Ardahan ve Iğdır illeri Kars’tan henüz ayrılmamışlardı. Dolayısıyla bugün Ardahan’a bağlı olan Posof’a da gitmiştim. Dağların arasında üzerindeki bulutların altında yemyeşil bir yerleşim yerini görmek etkileyici idi. Sabahtan çıktık Kars’tan ve neredeyse akşama doğru ancak ulaştık Posof’a ulaştık. Uzman hekimi olmayan hastaneye vardık. Hastane dediğime bakmayın; aslında sağlık ocağı gibi hizmet sunumu yapan bir merkezdi. Haliyle başhekimliğe de kadın bir pratisyen hekim vekalet ediyordu. Mesai bittiğinden dolayı hastaneden ayrılmış. Personel haber verince geldi. Gördüğüm manzara karşısında etkilendim. Evet, başörtülüydü ve yüzü kıpkırmızıydı. Biraz korku, endişe ve biraz da heyecanı her halinden anlaşılıyordu. O dağların arasındaki ücra ilçeye müfettiş niçin gelmiş olabilir? “Muhtemelen başörtü ile ilgili bir şikâyet için gelmiştir” diye endişe ettiğini sonradan bana itiraf etti. Ama şu anda başörtülü olarak bir müfettişin karşısında bulunuyordu. Ve haliyle devletin onlar hakkında bir sürek avı başlattığının da farkındaydı.
Peki, bu kadın hekim kimdi?
Sıkı durun, oranın adliyesinde görev yapan bir hâkimin eşiydi. Yani, devlet aklının o günkü anlayışına göre o kadın kamusal alanda suç işliyordu ve bu tür suçları işleyen suçluları(!) soruşturan, yargılayan bir yargıcın eşiydi.
Peki, o teftiş için giden ben kimdim?
Dindar bir muhitte yetişmiş; dini hassasiyetleri olan; beş vakit namaz kılan ve başörtüsünden dolayı yüksek öğrenimi yarıda kalan bir kadının eşiydim.
İşte böyle tenakuzların yaşandığı traji komik bir durum.
Neyse şimdi yine Başhekim Vekili kadın hekimle karşılaştığımız ana dönelim. Kılık kıyafetiyle hiç ilgilenmediğimi, tebessümle kendisiyle muhatap olduğumu görünce o insanın o an nasıl rahatladığını görmeliydiniz. O sevinçle oradan ayrılıp evine gitti. Meğer hâkim olan eşiyle de hemşeriymişiz. Beyefendi beni telefonla arayarak eşinin mutluluğunu ifade ederek teşekkür etti.
Bu kadın hekim, tabiat şartlarının son derece elverişsiz olduğu bir yerleşim yerinde hekimlik ve idarecilik yapmak için çırpınıyordu. Devlet ise yaptığı işe değil başındaki bir metrelik beze takılmıştı. Eğer benim yerime, yani konuya vatandaşa götürülen hizmet yerine varsayalım ideolojik takılan bir Müfettiş gelmiş olsaydı muhtemelen karşısında gördüğü başörtülü hekim ve idareci hakkında orada tutanak tutup bakanlığa iletecek ve hakkında idari soruşturma yapacak ve belki de açığa alınacaktı o hekim. Ve orası sudan sebeplerle hekimsiz, hizmetsiz bırakılacaktı.
İkinci hatıramı Nevşehir’de yaşadım. Yine tahminen 1998 yılı idi. Nevşehir’in Gülşehir ilçesinin Sağlık Merkezi’nin rutin teftişindeyim. Merkeze vardığımda sorumlu hekim işyerinde yoktu ve gelmesini görevli personele söyledim. Hekim gecikince içime doğdu. Sözkonusu hekim oradaki Kaymakam’ın eşiydi. Ve Kaymakamlık konutu Sağlık Merkezi’ne yakındı. Ona rağmen gecikmişti. İçime doğan; Doktor hanımın örtülü olduğu ve muhtemelen bu nedenle ne yapacağı konusunda tereddüt geçirdiği idi. Evet, aynen düşündüğüm gibi çıkmıştı. Biraz sonra karşıma geldiğinde başı açıktı ama yine birinci örnekte olduğu gibi yüzü kıpkırmızı idi. Utana, sıkıla karşıma gelmişti. Ve ilk sorum; “Doktor Hanım niye başörtünüzü çıkardınız?” Bu sorum karşısında fevkalade şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Kelimeler ağzında dolandı. Belki de personelin beni bilgilendirdiğini düşünerek örtülü olmadığını da söyleyemedi. Yüzüme bakarak adeta “Müfettiş Bey ciddi misiniz?” sorusunu sorar gibiydi. Benim ciddi olduğumu anlayınca gitti başörtüsünü taktı geldi. Evet o ilçenin Kaymakam’ının eşiydi. Öyle ya, idari yasaların uygulanmasını denetlemekle görevli mülki amir. Ancak, nasıl oluyorsa eşine bile söz geçiremiyordu! Böyle acayip, çelişkilerle dolu bir devlet uygulaması.
Yazı dizisi devam edecek…