Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın askerlerini Suriye’den tamamen çekme kararı bütün dünyada şaşkınlık yarattı. Zira, birçokları ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını tarihi bir başarı olarak görüyordu. Sadece 2000 asker ile Suriye topraklarının yaklaşık %30’unu kontrol edebiliyordu ABD. Bu sayede Rusya ve İran’ın hareket kabiliyetini kısıtlayabiliyor ve IŞİD’e karşı etkili bir biçimde mücadele verebiliyordu. Dahası, bu askeri varlık sayesinde Suriye’nin geleceği ile ilgili siyasi süreçlere müdahale edebiliyor, bölge ülkeleri ile olan ilişkilerini düzenleyebiliyordu. Trump’ın aldığı ani çekilme kararı, Amerikan ulusal çıkarları için son derece elverişli bir pozisyondan feragat edilmesi olarak yorumlandı. Öte yandan, Trump, aldığı kararı savunurken, IŞİD’in mağlup edildiğini ve ülkenin enerjisini bölgesel komplikasyonlara odaklanarak harcamayacağını dile getirdi. Diğer bir ifadeyle çekilme kararının ulusal menfaatler ile çelişmediğini iddia etti.
Bu beklenmedik karar, Menbiç ve Fırat’ın doğusuna operasyon yapma hazırlığı içinde bulunan Türkiye hükümeti için kimilerine göre fırsat kimilerine göre ise bir meydan okuma yarattı. Bunun bir fırsat olduğunu düşünenler, uzun zamandır Türkiye siyasetine hakim olan dilin izinden gidiyorlar. Bu dil, öncelikli olarak, Türkiye’nin güvenliğini Suriye sınırları içine yapılacak bir müdahalede arıyor. Buna göre, terör örgütü PKK’nın Suriye içerisinde giriştiği devlet inşası çabalarının akamete uğratılması Türkiye’nin güvenliği için elzem görülüyor. İkinci olarak, Türkiye’nin bölgedeki hareket alanının ABD tarafından daraltıldığını iddia ediyor. Dolayısıyla, Suriye’nin doğu bölgelerinde Kürtler ile işbirliği yapan ABD’nin askerlerini çekmesi, Türkiye’nin hali hazırdaki operasyon planlarını daha da kolaylaştıracaktır. Üstelik, Rusya ve İran ile Astana Süreci üzerinden kurulan yakın ilişkiler sayesinde, Türkiye’nin güvenlik arayışları bu ülkeler tarafından da desteklenecektir. Böylece, 2015 yılından bu yana adeta milli güvenlik paradigması haline gelen bu söylem, başarı ile sonuçlanacak ve yeni bir dönemin kapısı aralanacaktır. Öte yandan, çekilme kararını Türk dış politikası açısında bir meydan okuma olarak yorumlayanlar ABD’nin olmadığı bir Suriye tablosunun yeni dinamikleri ortaya çıkartacağını iddia ettiler. Onlara göre, bölge ülkelerinin ve aktörlerin birbirleriye olan ilişkileri çekilme öncesi şartlarda devam etmeyecektir. Diğer bir ifadeyle, değişen güç dengesi, önceliklerin, tehditlerin ve fırsatların yeniden tanımlanmasını beraberinde getirecektir. Dolayısıyla, Türkiye Suriye politikası için benimsediği patikada umduğu şekilde ilerleyemeyebilir. Sahnenin yeniden kurulmasıyla, yeni ittifak ilişkileri ortaya çıkabilir. Türkiye, ABD’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte dramatik bir şekilde etki alanını yitirebilir.
Bu ikilemin yarattığı karmaşıklığın Ankara da farkında olmalı ki çekilme kararından sonra 48 saat bekledi ve karardan duyduğu memnuniyeti coşkusuz bir şekilde dile getirdi. Muhtemelen bu karar öncesi, Ankara’nın beklediği, ABD’nin IŞİD’e karşı yürüttüğü savaşı zafer ile noktalaması, bölgedeki varlığını sürdürmesi ve Türkiye’nin operasyonuna yeşil ışık yakmasıydı. Böylece, ilk olarak Menbiç akabinde de Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonu gerçekleştirebilecekti. Umulan, Afrin operasyonuna benzer bir şekilde, kısa zamanda ilerlemek ve yerleşim birimlerinin merkezine Türk bayrağını çekmekti. ABD’den ise beklenen sadece izin vermesi değil aynı zamanda Türk ordusu ve PYD güçleri arasında hakemlik rolünü oynaması ve çatışmaların büyümesine mani olmasıydı. Türkiye’nin operasyonu maliyetsiz hale getirme politikasının başka ayakları da vardı. Astana sürecindeki ortakları da, Türkiye’nin Kürtlere yönelik operasyonuna karşı bir tepki vermemeyi seçmişlerdi. Zira, PYD’nin bölgedeki etkinliği ve Türkiye’nin bu durumu askeri yöntemlerle çözme arzusu, Türk-Amerikan ilişkilerini geren bir unsur olarak öne çıkıyordu. Türkiye’nin ısrarı arttıkça ve ABD’nin bu ısrara karşı olumsuz tavrı sürdükçe gerginlik artacak, Türkiye ABD’den daha fazla uzaklaşacaktı. Eğer, ABD operasyon iznini verseydi, bu sefer de Kürtler ile ABD arasında bir güven bunalımı ortaya çıkacaktı ki Moskova ve Şam bu durumdan ziyadesiyle mutlu olacaktı. Dolayısıyla, Türkiye, Rusya’nın tepkisini çekmeden ABD ile anlaşabilmenin, bu sayede zorlanmadan, maliyetsiz bir zafer kazanmanın ümidi içerisindeydi. Geriye sadece Trump’ın ikna edilmesi kalıyordu.
Mamafih, sınırlı izin yerine karşılaşılan çekilme kararı bu planı bozdu. ABD’nin olmadığı bir Suriye’de, aktörlerin birbirleriyle olan ilişkisinin nasıl seyredeceği sorusu ortaya çıktı. İlk akla gelen, artık ABD koruması olmadığı için Türkiye’nin operasyona başlayabileceği ihtimali oldu. Bu ihtimal, Ankara’nın başta yaptığı hesabı yeniden gözden geçirmesini de beraberinde getirdi. Zira, ABD’nin hakemlik rolü oynamadığı ve sınırlı olmak zorunda olmayan bir harekatın maliyetleri ve sonuçları yeniden hesaplanmalıydı. İkinci olarak ise Kürtlerin tepkisi ön plana çıktı. Büyük bir hayal kırıklığı olduğu görüldü ve basına yansıdı. Terk edilmişlik ve ortada bırakılmışlık hissi belirgin bir şekilde görüldü. Haliyle, Kürtler, Türkiye’nin olası operasyonuna karşı kendini korumak için yeni ittifak arayışları içerisine gireceklerinin sinyalini verdiler. Bu noktada hemen Şam ile Kürtler arasındaki diyalog ihtimali beliriyor. Bu aslında Afrin sürecinde de gündeme gelmişti. Kürtler Afrin’i, Esad hükümetine devretmek yerine Türkiye’ye devretme yolunu seçmişlerdi. Sonunda hem kaybettiler, hem de kaybettikleri aktör Türkiye oldu. Şu durumda, benzer bir risk almayacakları daha muhtemel. Yani, SDG ile Şam yönetimi arasında bir anlaşmaya varılması ve Şam’ın otoritesinin SDG tarafından kontrol edilen bölgelerde yeniden sağlanması oldukça muhtemel. Bu durumda, Türkiye’nin hamlesi PYD’ye karşı bir harekata değil Şam’a karşı bir savaşa dönüşebilir. Üstelik, Şam yönetiminin egemenliğini bütün Suriye üzerinde tesis etmesini amaçlayan Moskova’nın bu anlaşmayı desteklemesi, meseleyi birden bire Türk-Rus ilişkilerinin konusu haline getirebilir. Özetle, Kürtler’in Şam ile anlaşması, Türkiye’nin Suriye operasyonunu yeniden düşünmeye itebilir.
Çekilme kararı aynı zamanda, Türkiye’nin son 3 senedir Rusya ile kurduğu ilişkileri de dramatik olarak değiştirecek nitelikte. Yani sadece Fırat’ın doğusu değil, önümüzdeki dönemde, İdlib ve Afrin bölgesinde de dikkat çeken hareketlenmeler olabilir. Zira, Rusya ile Türkiye arasında son yıllarda alışkın olmadığımız nitelikte bir yakınlaşmaya şahitlik ettik. Bu yakınlaşmanın Rusya açısından amaçlarından bir tanesi, Türkiye ile ABD arasındaki Suriye özelindeki işbirliğini akamete uğratmaktı. Yani Türkiye için Rusya ile oturduğu pazarlık masasında elindeki en önemli kozu, ABD ile varolan müttefiklik ilişkisiydi. Ne var ki, bu ilişkiyi Türkiye, Rusya’yı dengelemek için kullanmak yerine, Rusya ile ilişkilerini iyileştirmek için tüketmeyi tercih etti. Diğer bir ifadeyle, ABD’nin Suriye’de bulunması, Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerini düzenleyen ve Türkiye’ye kredi sağlayan bir durumdu. Rusya’nın Türkiye’ye sağladığı her kolaylık, mesela Afrin operasyonuna yaktığı yeşil ışık, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir gedik açıyordu. Dolayısıyla, ABD’nin Suriye’den çekilmesi Türk-Rus ilişkilerindeki iki tarafın da menfaat sağladığı oyunu sona erdirebilir ve tarafların birbirlerine yaptıkları iyiliklere bir son verebilir. Türkiye’nin Afrin ve İdlib’teki varlığı Rusya ve Şam için gereksiz bir yük olabileceği gibi Türkiye, Rusya ile girdiği enerji ve savunma sanayi anlaşmalarından vazgeçebilir.
Bu noktada, çekilme kararının alındığı gün ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’ye Patriot füze sistemlerinin satışına onay vermesi anlam kazanıyor. Zira, Patriot satışında yaşanan sorunlar Türkiye’yi s-400 satın almaya itmiş ve bu durum Türkiye ile NATO ülkeleri arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemişti. Amerikan hariciyesinin Patriot hamlesi ile Trump’ın Suriye’den çekilme kararı birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerinin yaşadığı ilkbaharın sona ereceği ve ABD’nin Türkiye’yi bir yol ayrımına çekmeye çalıştığı söylenebilir. Aslında, Trump’ın Türkiye ile konuşma biçimi, Putin’in Türkiye ile kurduğu diyalog tarzına çok benziyor veya bu tarzı taklit ediyor. Türkiye’ye Suriye’de askeri bir aktivizminin yolunu açıyor ancak bunun için bedel ödemesi gerektiğini söylüyor. Ankara ile karşı karşıya gelip ilişkisini yıpratmaktansa, tercihi Ankara’ya bırakıyor. Artık Ankara’nın önünde, Fırat’ın doğusuna operasyon yapmasına izin vermediği için suçlayabileceği bir ABD yok. Buna ilaveten, Rusya ile yakınlaşmasını, Patriot savunma sistemini alamaması ile meşrulaştırabileceği bir bahanesi de yok. Sadece bir yol ayrımına itiliyor ve tercih yapmak zorunda kalacak.
Trump’ın aldığı Suriye’den çekilme kararı birçok açıdan Türk dış politikasını ve Türkiye içindeki siyasi tabloyu dramatik bir şekilde etkileyecektir. Özellikle, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin ve onun iç politikadaki müttefiklerinin son üç senedir kendilerini konumlandırdıkları güvenlikçi ve milliyetçi eksen zayıflayabilir. İktidar blokunun dış politika başarılarını borçlu olduğu Rusya’nın denklemde karşı tarafa geçmesi ise AKP’nin eski müttefiklerinden ayrılmasına ve yeni müttefik arayışlarına girmesine yol açabilir. Bununla birlikte, PYD-Şam-Moskova ekseninin oluşması ve Türkiye’nin karşısında konumlanması, bir süredir bitmiş olan PKK terörünü de yeniden harekete geçirebilir. Zira, ABD’nin PYD ile kurduğu ittifak, PKK’nın Türkiye içindeki saldırılarını sınırlandırmada önemli bir rol oynadı çünkü bu saldırılar Türk-Amerikan ilişkilerine zarar veriyordu. Şimdi, ABD’nin olmadığı ve PYD’nin Şam ile işbirliği yaptığı bir Suriye’de PKK saldırılarının yeniden başlama ihtimali oldukça artıyor. Ez cümle, Türkiye iç ve dış siyaseti, hazırlıksız yakalandığı bir karara uyum sağlamaya çalışacak ve bu hiç de kolay olmayacak.