Hürriyetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu içinde yaşadığımız süreçte daha iyi öğrenmiş oldum. 2009 yılına kadar bürokraside çalıştım. Düşüncelerimi, hiçbir bakan ve yöneticinin kınamasından / tehdidinden çekinmeyerek ifade etmeye çalıştım. Tanıyanlar bilirler ki, özgürlüğüme çok düşkünüm. Çünkü inanıyorum ki, bu hayatı bir daha yaşamayacağım; Bugün, yarın dünde kalacak.
Zamanın ruhuna bırakamadığınız her söz ve eylem ömrün israfıdır. Bu nedenle çalışma sürem dolar dolmaz emekli olup 657 Sayılı DMK ile kısıtlanan yarı hürriyetime de kavuştum. Tam da düşüncelerimi daha rahat ve daha özgür bir şekilde ifade edeceğim derken Türkiye olağanüstü bir siyasi rejime evirildi. Öyle kaotik bir iklim oluşturuldu ki, adeta hükümetin politikalarını ve söylemlerini eleştirmek ülkeye hıyanetle eş tutulmaya başlandı. Sosyal medyada kümelenen bir şebeke kurulmuş tüfek gibi önüne geleni saçma sapan gerekçelerle bir yerlere ihbar ediyordu. Hamd olsun, bütün bunlara rağmen susmamaya gayret ettim; Bildiklerimi usulü dairesi içerisinde ifade etmeye çalıştım. Kimseyi tekfir ve tektir etmedim. Kimseye hakaret etmedim, kem söz söylemedim. İslam ahlakı kaidesince ‘dilsiz şeytan’ derekesine düşmemek için gayret etmeye çalıştım.
Yazdıklarımın,ifade ettiklerimin yukarılarda bir makes bulacağını tahmin etmiyorum. Ancak öte tarafa bir mazeret dilekçesi oluşturmak üzere imkanlarım ölçüsünde muktedirlere ‘Hakkı ve Adaleti’ hatırlatmaya ve ikaz etmeye çalıştım; ‘Halk bilmese de Halik’ bilir hesabıyla. En azından sözümün ulaştığı kimseleri tanık (şahit) bırakmak!..
Bütün bunlara rağmen muradımı tam olarak anlatıyor değilim. Korkuyor muyum? Evet, korkuyorum. Peki, neden korkuyorum? Başıma gelebilecek bir sıkıntıdan ziyade ifade edeceklerimin toplumda muradım dışında bir aksülamele vesile olabileceğinden korkuyorum. Fitne, fücurun kol gezdiği bir ülkede ifade edeceklerinizi anlayamayacak, idrak edemeyecek yığınlar olabileceği gibi, anlamış olsa bile işine gelmediği için söylediklerinizi çarpıtıp sizi mahkum etmeye hazır kıtalar var. Altından kalkmaya gücümüzün kifayet etmeyeceği suçlamalara / tekfirlere muhatap olacağımıza dair güçlü endişelerimiz nedeniyle ülkem ve içinde yaşadığım toplum adına söyleyebileceğim çok şeyi yutkunarak ifade ediyorum.
Hamasetle yoğrulmuş içi boş Türkiye dindarlığına; sözüm ona İslamcılığına ve bunlara yaslanarak siyaset yapanlara söylenebilecek çok şey var. Ancak, sözün kıymet görmediği, mahkum edildiği bir siyasi atmosferi yaşıyoruz. Hâlbuki dillerimizde pelesenk olmuş güzel bir kelime-i kibar var; “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar.” Siz sözü kısıtlarsanız, müzakere ve münakaşa ortamını yok ederseniz, hakikatin bilgisine ulaşamazsanız. Kendi gerçeğinizle baş başa kalırsınız ve çoğu zaman kendi gerçeğiniz sizi yanıltır. İstişarenin rahmet boyutu da bununla ilgilidir.
Misal, bugün Türkiye bir savaşa sürükleniyor. Ne yazık ki, bu mesele başta TBMM olmak üzere ilgili forumlarda tartışılmıyor / tartıştırılmıyor. Türkiye için son derece risk içeren bir kararı tartışma ve müzakere ortamından kaçırırsanız beklediğinizin aksine bir sonuçla karşılaştığınız zaman aldığınız ağır sorumluluğun altında kalıp kaybederseniz.
Bu konuda zihnimi zorlayan çok sayıda komplo teorisi var. Bunları bugün seslendirecek olsam her türlü hakarete, ithama ve tekfire maruz kalacağım gibi yargısal kovuşturmaya da muhatap olma ihtimali yüksektir. Bir faydası olur mu? Alacağım riske göre faydalı olabileceğine; ülkemi ve içinde yaşadığım toplumu selamete götürebileceğine; yanlış kararlardan dönülebileceğine az bir kanaat getirsem söylemekten çekinmeyeceğim ve bedelini de seve seve ödeyeceğim. Ama azgın bir güruhun söz dinlemeyeceğine dair güçlü kanaatim var. Türkiye için son derece riskli gördüğüm bazı hususları dillendiremiyorum. Dünyanın iki hegemonik gücün güçlü aktörler olarak bulunduğu bir bölgede Türkiye lehine olumlu bir sonucun hasıl olabileceğine dair zerre kadar umudum yoktur. Tam aksi bu iki emperyal güç Türkiye’yi bir batağa çekiyorlar. Siyasi coğrafyasının halklarıyla karşı karşıya getirip asırlarca sürebilecek husumet tohumları ekilmek isteniyor. Türkiye için bunun dışında onlarca barışçıl alternatif vardı. Ne yazık ki, iktidar savaşı tercih etmeye niyetli.
Aklımdaki güçlü bir tahmini ifade ederek sözü bitirmiş olayım; İktidarın diğer muvazaalı ortakları Ak parti ve liderliğini bu savaşa teşvik ediyorlar. Muhtemeldir ki, girişilecek bir operasyonun olumsuz sonuçları üzerinden Ak Parti ve liderliğinin tasfiye süreci başlatılacak. Ak Parti’nin iktidardan gidip gitmeyeceği benim meselem değildir. Asıl olan, tasfiye sürecinin sonunda yeni bir yönetim modeli (kati seküler ve Kemalist bir rejim) ikame etme hevesinde olanların zihinsel tefessühleridir. Allah muhafaza, eğer bu tahmin doğru çıkarsa işte o zaman ‘geleceğimizin ruhuna el-fatiha’ deme noktasına geliriz. Bunu bir tarafa kayıt edin; yarın bu muhtemel sonuçla karşılaştığımız zaman kimse bizi uyarmadı demeyin. Evet, bu savaş Türkiye’nin siyasi gidişatını da değiştirmeye gebe… Yaşayacağız, göreceğiz inşallah. Temennim ve duam; Yaşayacağımız bu çetin kışın nihayetinde ülkenin ve toplumun selametle bahara kavuşmasıdır.