Alain de Botton “Statü Endişesi” adlı eserinde statü endişemizin neden kaynaklandığını ve bunu yenmek için neler yapabileceğimizi anlatıyor. Hayat boyunca bu endişeyi yenmeye çabalamış hareketleri inceliyor.
Statü endişesi her alanda olduğu gibi siyasetçinin düşüncesinden çıkmayan, makamda ve makam dışında korku ve sevinci yaşatan bir olgudur. Diğerlerinin bizim hakkımızda ne düşündüğü endişesi, kazanımların kaybedileceği veya yeni kazanımlara sahip olma hayali, bazen hızlı, bazen ağır ağır muhataplarını zorlar. Kaybetme neticesinde kaybedilecek statü ile kazanma neticesinde kavuşulacak statü, toplumsal çıkarların alanını öncelemek yerine, kişisel arzu ve isteklere dayanıyor. Bu tarz bir siyaseti amaçlayan kimselerde kurallar, kralların özlemine dayandığı için giden de gelen de asıl sorunları ve çözümleri düşünemiyor. Kişisel nefislerin ipoteği çok büyük sarsıntılara yol açıyor. Zamanında siyasetin açlığa, fakirliğe, huysuzluğa, tembelliğe, geri kalmışlığa karşı kavga vermesi gerektiğini söyleyen Filipeli Ahmed Hilmi’nin Fizan’a sürülmesi ya da bugünün keyfi idaresinin saymakla bitmeyecek uygulamaları hep bu statü endişesi ile hareket eden sorumsuzların ortaya çıkardığı sonuçlardır.
Malumunuz 14 Mayıs seçimlerine kısa bir süre kaldı. Bu süreçte sanki iktidar muhalefetin yerindeymişçesine vaatlere, muhalefet de iktidarın yerindeymiş gibi eleştirilere şahit oluyoruz. Bu vaatlerle aslında en az bilip en çok inananların etkilenmesi amaçlanıyor. Elinde yetki olan siyasetin mevcut aktörleri maalesef değer bilgisi olmadan, değer yargılarını “desise pazarına” çeviriyor. Akla, bilime, ahlaka ve hukuka muhalif bir siyaset anlayışından bir türlü kurtulamıyoruz.
Seçim hazırlıkları başladığından beri tartışmalı adaylar, seçim hileleri, algılar, liste tenkitleri, anayasaya uygunsuzluk birbirine zıt mahallelerin hukuku ve görüşüne göre belirlendiği için rasyonellik, bilim ve otoritenin uzmanlık alanları raflarda ve yazılarda kalıp uygulanmıyor. Yasa yapıcıları yasalara uymuyor, kendi pencerelerinden savunma mekanizmaları işletiyor. Gerçeğe varmak ve uygulamak değil, gerçeği örtmek anlayışı hakim oluyor. Kimi suçları ile yükseliyor, kimi de ahlakları ile yargılanıyor. Yani toplumda puslu bir havada çaresizlik artıyor.
Yanlış kişilerde samimiyet arayanların hali de ortada. Elindeki güç kadar oluyor insanın isyanı. Simge ve işaretler düşüncenin önüne geçiyor. Bütün bunlara rağmen mehdi ve mesih bekleyen bir toplum düşünmediği ve sorgulamadığı için karanlığı aydınlığa tercih ediyor. Uyaranları da acımasızca hor görüyor. Cehaletin dairesinden kurtulamıyor. Rakip gördüğü tarafın doğrularında bile yanlış ararken, beraber olduğu tarafların yanlışlarından doğrular çıkarıyor. Kendi alanını temizlemeden çeşitli bahaneler uyduruyor.
Gabriel Marguez “Yüzyıllık Yanlızlık” eserinde; genç bilgeye sorar: “Bugün günlerden ne?”. Bilge cevap verir, “Salı” der. Genç itiraz eder, dün Salı idi, bugün değil der. Bilge cevabında , “bugünün dünden ne farkı var ki?” der. Aynı bizim siyasetimize benzemiyor mu bu kıssa? Siyasetimizde bugün dünden farklı diyebilir miyiz?
Siyaset kurumsallaşmayınca ülkemizde devlet ve siyaset adamı yetişmiyor. Dün birbirlerine düşman olanlar ilkesizlik mantığı ile koltuk uğruna “ülkeyi küffara teslim etmeyeceğiz” diyor. Bir başkası da “mecliste günaha bulaşanları önleyeceğiz” diyebiliyor. Daha bunun gibi pek çok ilkesiz ifade sahibini sırf koltuk sevdası yüzünden “ben davalarında” en ön saflarda görmekteyiz. Bu dönemi kısaca anlatmak istersek en özet şekliyle “hava kirliliği yerini maalesef haya kirliliği aldı” diyeceğiz.
Bunların hepsinin farkında olan ama bihabermiş gibi davrananların hiç kabahati yok mu peki? Maalesef asıl sorun da burada yatıyor. Bu soruya Platon’un mağara alegorisinde cevap bulmak mümkündür. Devlet isimli eserinde bir mağaraya zincirlenmiş insanlardan bahseder. Bu insanlar yalnızca mağara duvarını görebilirler. Gerçeklik onlar için yalnızca gölgelerden ve yankılardan oluşur. Bu insanlardan biri zinciri çözer ve kendini mağaranın dışına atar. Yoğun ışık yüzünden geçici körlük sonrası mağarada gördüklerinin aslında yalnızca birer gölgeden ibaret olduğunu anlar. Mağaraya tekrar dönüp bu durumu arkadaşlarına anlattıklarında arkadaşları onu delilikle suçlar, onun gibi delirmek istemediklerini söyleyerek mağarada kalmaya devam etmek isterler. Mevcut iktidarın, iktidarı boyunca hiçbir olumsuzluğunu görmeyen, sorgulamayan bağnazlık ve cahilce alışkanlıklarını değiştirmeyenler yaşadıkları ortamın dışına çıktıklarında bocalarlar. İnançları ve ideolojileri militanlaştığı için kendi kurallarına katı bir şekilde bağlı olan tarafgirler gerçekleri reddeder ve gerçeklerin sahipleri ile çetin bir mücadeleye girerler. Bahaneleri de statü endişeleridir. Hele ki bağnaz ve cahillerin, din tacirlerinin gelecek iktidar namazlarını yasaklayacak, başörtünü yok edecek demeleri, şeytanların Müslüman cübbesi ile kudurmaları bunun delilidir. Bunlarda özgürlük olmadığı için yeteneklerini de kaybetmişlerdir.
İktidara gelmek samimiyetle olur. İktidarda kalmak akıl, bilim, hukuk, demokrasi ve ahlak rehberliğinde olur. İktidardan gitmek ise kibir ve adaletsizlikle olur.
Bugün itibarıyla beşeri beceriksizliklerini kutsallarla örtmeye çalışan iktidarın keyfi idaresine son vermek sorumluluk taşıyan tüm demokratlara düşüyor. Zıt kutupların yargısından, fakirlikten, açlık ve sefaletten, soygunlardan, gayri meşru işlerin temsilcilerinden kurtulmanın yolu değişimdir, terakkidir.
Gelecektekileri suçlamak, bahane aramak kolaycılıktır. Gelecek olanların da şeytana kızarak olayları basite indirgemesi yanlıştır. İktidara talip olan siyaset temsilcilerinin somut öneriler ile toplum sözleşmesi yaparak üretim esaslı yolları ortaya koymaları gerekmektedir. Servet devletten gelir, çalma sırası bizde siyasetini değiştirerek saydamlığı, adaleti, refahı her alanda topluma güven vererek anlatmalıdır. Doğru ve iyi olanı bilmekle yapmak arasındaki bağ karakterleri ahlaklı olanlardan geçer. “Selalarla” ölümü yüceltip kendilerine saltanatı, israfı, soygunu hak görenlere dur demenin zamanı 14 Mayıstır. Vatandaşa porsiyonu küçültün diyenlerin saray sefalarını bozma günüdür 14 Mayıs. Bu nedenle ilkelerin birlikteliğini sağlayan Sn. Kılıçdaroğlu, Sn. Akşener, Sn. Karamollaoğlu, Sn. Babacan, Sn. Davutoğlu, Sn. Uysal ve kamuoyuna duyuruları ile bu birlikteliğe destek veren tüm siyasetçi, aydın, düşünür, sanatçı, hür kuruluş temsilcileri, ülkenin bu karanlıktan kurtulması için kişisel arzu ve istekleri bir tarafa bırakarak toplum yararına, ülke yararına katkı sağlamaları sevindiricidir. Şartlar siyaseti ve siyasetçiyi değiştirecek, artık asıl olan siyasetçinin şartları toplum yararına iyi şeylerde kullanabilmesidir.
Gelecekte elbette ülkenin nasıl yönetileceğini sorgulamak ve denetlemek hepimizin görevi olacaktır. Şuan tüm olumsuzları biliyoruz ve görüyoruz. Görmediklerimizi şimdiden yargılamak etik olmayacaktır. Keyfi idareye son verilsin, hukuk devleti adaletle olsun. Amacımız ülkenin huzur ve güvenle kalkınmasıdır, fırsat eşitliğinin sağlanmasıdır, ayrışan yolların birleşen yollara dönüşmesidir, açların tok olmasıdır. Siyasetin ritmini bozanlardan, her alanda bataklığı yaşatanlardan kurtulmak gerekmektedir. Ülke ya ilimle ya zulümle yönetilir. Zulmü son dönemde çokça gördük, ilimle huzur içerinde bir yönetimi hep birlikte getirelim.