Devlete itaat yükümlülüğü, kısaca, sırf devlet bir şeyi emrettiği için ona itaat edilmesi gerektiği anlamına gelir. Siyasî itaat yükümlülüğü öğretisi kendi devletinin bütün yasalarına uymak için herkesin ahlâkî bir nedeni bulunduğunu ve bu nedenin hukukun muhtevasından bağımsız olarak bağlayıcı olduğunu söyler.
İnsanlar genellikle devlete itaat etmeyi hayatın olağan akışının bir parçası olarak görürler. Oysa insanların devlete itiyadî itaati olgusu kendi başına kişilerin itaatle yükümlü oldukları anlamına gelmez. Kişiler şu veya bu nedenle kendilerini devlete itaate mecbur hissedebilir veya mevcut şartlarda kendileri açısından en uygun davranışın bu olduğuna karar verebilirler. Özellikle mecburiyetten dolayı itaat etmek gayet anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü devlet, itaatsiz kişilere kimsenin katlanmak istemeyebileceği çok büyük maliyetler yükleyebilir.
Devlete itaatin kişiler için bir yükümlülük olup olmadığı tartışması önemlidir, çünkü ilk, devletin belirgin özelliklerinden biri onun bir cebir aygıtı olduğu gerçeğidir; devlet çoğunlukla şiddet kullanmak veya şiddet kullanma tehdidinde bulunmak suretiyle amaçlarına ulaşmaya çalışır. Oysa, bu ise insanların doğuştan özgürlüğü ilkesi gereğince, bireyler kendi rızalarına aykırı olarak bir şeye zorlanamazlar. John Locke’un ünlü ‘’İkinci İnceleme’’sinde vurguladığı gibi, herkes başkalarından izin almadan veya başkalarının iradesine bağlı olmaksızın eylemde bulunma ve sahip oldukları üzerinde serbestçe tasarrufta bulunma hakkına sahiptir.
İkinci olarak, devletin buyruklarına uymak zorunluluğu, yine Locke’un tanımladığı şekliyle, eşitlik ilkesine de aykırıdır: İnsanların doğuştan eşitliği onların üzerinde hiçbir hâkimiyet veya egemenliğin kurulamayacağı, kendi rızaları dışında başka bir irade veya otoriteye tâbi kılınamayacakları anlamına gelir.
Gel gör ki, insanlar her yerde devletler tarafından ‘’zincire vurulmuş’’tur. Devletler insanları boyunduruk altına almış, onlar üzerinde egemenlik kurmuşlardır. İnsanlar da genellikle bu durumu kendileri açısından sadece bir mecburiyet olarak görmekle kalmamış, bunu insanî varoluşun normal bir özelliği sanmışlardır. Daha da ironik olarak, bugün çoğu insan devlete itaati kendileri için bir yükümlülük olarak görmektedir.
Felsefî anarşistler mevcut bütün devletlerin gayrı meşru olduğu, dolayısıyla devlete itaatin kişiler için bir yükümlülük teşkil etmediği görüşündedirler. Devletin meşru olmaması, onun tebaası için bağlayıcı hukuk yapmak ve siyaset oluşturmak genel hakkından yoksun olduğu, dolayısıyla yurttaşlarından itaat beklemeye hakkı bulunmadığı anlamına gelir.
Ancak bu, felsefî anarşistlerin devleti ortadan kaldırmayı amaçlayan bir aktivizmi önerdikleri veya onayladıkları anlamına gelmez. Öte yandan, devletin otoritesini reddetmek hiçbir devlete hiçbir zaman itaat edilmemesi gerektiğini söylemekle aynı şey değildir. Nitekim, kimi durumlarda bazı gayrı meşru devletlerin bile yasalarına uymak için sağlam ahlâkî veya pratik nedenler var olabilir. Başka bir deyişle, anarşistler bile devletin bazı belirli durumlarda emretme hakkına sahip olabileceğini veya ahlâkî haklılığı olan eylemler yapabileceğini reddetmezler.
Devlete itaatin yurttaşlar için bir yükümlülük olduğuna inananların başlıca gerekçeleri şunlardır:
1. Devlete itaat yükümlülüğünü temellendiren şey anlaşma/sözleşme gerçeği veya rıza eylemidir. Devlet ile yurttaşlar arasındaki sözleşme devlete yurttaşları itaatle bağlama yetkisi verir. Ne var ki, gerçekte hiçbir devlet yurttaşlarla yapılan bir sözleşmenin ürünü değildir. Öte yandan, devletin ülkesinde ikamet veya seçimlerde oy vermek te kişilerin itaate zımnen rıza gösterdikleri anlamına gelmez. Çünkü, ülkede ikamet çoğunlukla gönüllü bir tercih olmadığı gibi, kişinin seçimlerde oy vermesi de yapılan bütün yasaları onayladığı anlamına gelmez.
2. Devlet kişilere birçok yarar sağlar, bu da devletten yarar elde eden yurttaşların bunun uygun karşılığını vermelerini, yani devletin buyruklarına uymalarını gerektirir. Ancak bu da ikna edici bir kanıt değildir; çünkü devletin sağladığı yararların birçoğu herkese açık olan, dolayısıyla kişilerin istemeseler de elde ettikleri yararlardır. Kaldı ki, bu yararlar devletten gönüllü olarak elde ediliyor olsa bile, her yararın uygun karşılığı devlete genel bir itaat değildir. Ayrıca, eğer devlet toplumun iyiliği için var ise, o zaman devlet topluma yararlı olmaktan çıktığında kişilerin itaat borcu da ortadan kalkar.
3. Devlete itaat topluma üye olmanın bir gereğidir: Toplumumuza ait olduğumuz için onun yasalarına uymalıyız; aidiyet ve yurttaşlık duygusu hukuka itaati gerektirir. Bu görüşe göre, aynı siyasî kimliği paylaşmak ve onun getirdiği kolektif siyasî sorumluluk duygusu yurttaşlar için ayrıca meşrulaştırılmaya ihtiyaç göstermeyecek kadar bağlayıcı bir güce sahiptir. Fakat bu da çeşitlilik ve çoğulculukla tanımlanan, modern geniş ölçekli siyasî toplumu aileye, klan veya kabile gibi sıkı dayanışmalı gruplara benzetmesi bakımından isabetsiz bir görüştür. Modern topluma üyeliğin (yurttaşlığın) ve onunla bağlantılı duyguların niçin kendiliğinden itaat yükümlülüğü doğurduğunun açıklanmaya ihtiyacı vardır.
Kaynak: Diyalog Gazetesi